2016 yılında Kızıl Bayrak’ta çıkan yazıyı 6-7 Eylül olaylarının 69. yılında tekrar okurlarımıza sunuyoruz…
6-7 Eylül olaylarının Kıbrıs dolayısıyla çıktığı yerleşik bir kanıdır. Fakat bu yerleşmiş kanı, gerçekliğin yalnızca küçük bir parçasıdır ve bu iğrenç provokasyon yakın tarihi anlamak açısından anahtar rolü görebilecek önemdedir. 6-7 Eylül’ün gerçekliğini anlamak, o dönemin somutunda Türk burjuvazisinin düzen ve devlet gerçekliğini, emperyalizmle ilişkilerini ve Kıbrıs sorunundaki tutumunun arka planını anlamak demektir.
Adım adım örgütlenen planlı saldırılar
1955’te yaşanan olaylar esasta iki ilde meydana gelmiştir, İstanbul ve İzmir. İstanbul’da yaşanan olayların fitili, (sahibi o zamanki adı MAH olan MİT’in hizmetinde çalışan) İstanbul Ekspres gazetesi tarafından ateşlendi. Fakat geçmeden belirtelim, olayların zemini bir bütün olarak dönemin mehmetçik basını tarafından (özellikle Cumhuriyet, Tercüman, Hürriyet ve Yeni Sabah) önceden hazırlanmıştır. Yaratılan Rum karşıtı hava bilinçli olarak sokaklara da yansıtılmıştır. Olayların bir tek zamanı bilinmemektedir. Patlayacak bombanın fitili 6 Eylül tarihli İstanbul Ekspres’in 2. baskısınca ateşlenir. Bu gazete normalde 20-30 bin basmaktadır, ancak bu sefer 290 bin basmıştır. Sonradan ifade edilenlere göre, bu miktarda bir baskı o dönemin teknikleriyle birkaç günde gerçekleştirilebilirdi. Bu bilgilerin sonucu olarak “2. baskı”nın daha önceden hazırlandığı sonucuna varabiliriz.
Gazetenin manşet haberi Mustafa Kemal'in Selanik’teki evinin bombalandığıdır. Kıbrıs bahanesiyle tansiyonun doruğa çıkarıldığı, İngiltere’nin daveti, Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla gerçekleşen Kıbrıs Konferansı’nın devam ettiği bir zamanda, böyle bir haber bardağı taşırmaya aday bir damla niteliğindedir. Manşetin altında ise yine istihbarat örgütünün içinde yuvalandığı iki örgütün yetkililerinin tehdit içeren açıklamaları vardır. Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin (KTC) Milli Amele Teşkilatı (MAH) Genel Sekreteri Kamil Önal, “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalı ödeteceğiz... Ödeteceğimizi söylemekte artık bir mahsur görmüyoruz” derken, İstanbul Yüksek Okul Talebeleri Birliği (İYOTB) Başkanı Bahattin Ertan ise, Mustafa Kemal'in evini “tahrip etme küstahlığında bulunanlara gerekli cevabı vermekte bir an gecikmeyecek”lerini söylemektedir.
Bombalama olayı elbette tümüyle bir kontrgerilla provokasyonudur. Bombalanan ev Türk Konsolosluğu ile aynı bahçededir. Bombalar Selanik Başkonsolos Yardımcısı Ali Tekinalp tarafından götürülmüştür. Sonradan MİT’te çalışacak ve Nevşehir Valisi yapılacak olan Oktay Engin’in azmettirmesi ile, konsolosluk hizmetlisi Hasan Uçar tarafından bombalar eve konulmuştur.
Gazetenin yaygın dağıtımı sonrasında, KTC ve İYOTB tarafından Taksim’de miting yapılır. Miting sonrasında yağma ve vahşet başlar. İlkin Rumlar’a ait mekanların cam ve çerçevelerinin indirilmesiyle başlanır.
Muhtarlardan alınan bilgiler ışığında Rumlara ait mekanların duvarları önceden kırmızı haçlarla işaretlenmiştir. İstanbul’un 52 ayrı yerinde aynı anda yangın çıkarılmıştır. Olaylar için şehir dışından insan getirtilmiştir. İnsan getirtilen şehirlerden biri Eskişehir’dir. Olaylarda kullanılan tahrip aletleri de tek tiptir. Kamyonlarla “vatan evlatları”nın hizmetine sunulan sopa, balta, kazma gibi aletler tek tiptir. Camilerde birbirine benzeyen vaazlarla cemaat Rumlara karşı kışkırtılmıştır.
Yine dönemin gazetelerinden öğrendiğimize göre, kolluk güçleri öncesinde Rumların yoğun olarak yaşadığı semtlerde, kilise vb. yerlerde yoğun güvenlik önlemleri almıştır. Fakat olaylar sırasında müdahalede bulunmazlar. Ordunun tankları gösteriler sırasında kürsü görevi görür. Polis ise yardım isteyenlere alaylı cevaplar verir. Üniformalı polisler yağmaya bizzat katılmıştır. Katılmadıkları yerde ise ya yol gösterici olurlar ya da sessiz kalırlar.
Olayların İstanbul’daki bilançosu genellikle şöyle ifade edilmektedir: 3 ölü, 30 yaralı, 200’e yakın tecavüz vakası, 74 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 3 manastır, 3584’ü Rumlara ait olmak üzere 5583 işyeri ve ev yağmalanmış, yakılmış, yıkılmıştır.
İzmir’de yaşananlar İstanbul’a göre çok küçük çaptadır. 8 Eylül tarihli Hürriyet gazetesi İzmir’de yaşananların bilançosunu şöyle verir: 14 ev, 6 dükkan, 1 pansiyon, Yunan Konsolosluğu, Katolik Kilisesi, İngiliz Kültür evi yakılmıştır. Dönemin İzmir gazeteleri ise 7 kişinin ağır, 50 kişinin hafif yaralı olduğunu yazar.
“6-7 Eylül bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi”
Olayların hemen sonrasında basın yaşananları “milli galeyan”, “duygusal halk tepkisi” gibi ifadelerle göklere çıkarır. Fakat aradan bir gün bile geçmeden basının bu tavrı tersine döner. Olaylar bu sefer “çapulcu yağması” ve “olaylarda komünist parmağı” şeklinde nitelenir. Bunun nedenini anlamak için 1960 yılında görülen Yassıada davası duruşma tutanaklarına bakmamız gerekiyor. Tutanaklarda dönemin Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü, bu aklı o sırada “tesadüf”en Türkiye’de bulunan CIA şefi A. Dulles’in kendilerine verdiğini söyler.
Olaylardan sonra İstanbul ve İzmir’de örfi idare (olağanüstü hal) ilan edilir.
Olaylar sonrasında İstanbul’da 6 bin kişi, İzmir’de 424 kişi gözaltına alınır. Fakat İzmir’de 9, İstanbul’da sınırlı sayıda kişi yağma ve çapulculuk suçundan cezalandırılmıştır.
Olaylar Aziz Nesin’in de aralarında bulunduğu 45 kişilik listede yer alanlara yıkılmaya çalışılır. Aceleye gelen listede o tarihten önce ölmüş olanlar, olaylar sırasında askerde olanlar da vardır. Fakat olaylar sırasında İstanbul’da 5 adet uluslararası kongre olduğundan, kongreleri izlemeye gelen gazeteciler kanalı ile olaylar dünyada geniş yankı bulur. Aziz Nesin, bu sayede olayların sorumlusu olarak “ipten kurtulduklarını” söyler. Çünkü dönemin İstanbul Örfi İdare Komutanı N. Aknoz yargıçlarla yaptığı toplantılarda 45’likleri “salkım salkım” asılı görmek istediğini söylemektedir.
Olaylar CIA yönlendiriciliğinde kontrgerilla tarafından örgütlenmiştir. Ordu, polis, istihbarat, muhalefet, basın, üniversite gibi düzenin temel kurumları, o zamanki ismi Seferberlik Tetkik Kurulu olan Özel Harp Dairesi’nin komutasında olaylarda yer almıştır.
Özel Harpçi general Sabri Yirmibeşoğlu, ‘90’lı yıllarda gazeteci Fatih Güllapoğlu’yla yaptığı bir röportajda açıkça, “6-7 Eylül bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demekte bir sakınca görmemiştir.