6-7 Eylül saldırılarının 67. yılındayız. Kanlı katliamlar ve provokasyonlarla anılan tarihin bir kesitini anlamak bugün yaşananları da anlamak açısından önemlidir. Her icraatı dinsel gericilik ve şovenizmle eşdeğer olan bir rejimin dününü işaret eden 6-7 Eylül saldırıları resmi tarih açısından bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu yönüyle yaşananlar Türk burjuvazisinin tutumuna, düzen-devlet gerçekliğine ve emperyalizme göbekten bağlılığa, Kıbrıs sorunu konusundaki politikaya vb. konuların arka planına ilişkin gerçeklere de işaret etmektedir.
Sedat Peker ifşaatları ile bugün gündeme gelen çete, mafya, uyuşturucu, rant ve rüşvet düzeninin “korku iklimi” yaratma çabaları ve bunların aparatlarının çeşitliliği devlet geleneğinde bir bütünlük oluşturuyor. Dün benzer katliamlar, provokasyonlara teşne olan “kutsal devlet”, “vatan hainliği” vb. argümanlarının kullanıldığı sayısız olay bugün “yerli-milli”, “dini hassasiyet”, “mukaddes değerler”, “bayrak” vb. üzerinden kullanılmaya devam ediyor. 6-7 Eylül olaylarında bir kez daha açığa çıktığı gibi, bu saldırıların düzenleyicileri kontra yapılar, “kolluk güçleri”, medya kurumları, devlet bürokrasisi, emperyalistlerin güdümünde tek vücut halinde davranmıştır. Aynı yapılar, işçi ve emekçilerin nezdinde bugünse meşruluğunu giderek yitiren Saray rejiminin tüm kollarını oluşturmaktadır. Bundan dolayı 67 yıl önce gerçekleşen bu saldırılar/provokasyonlar yakın tarihi ve bugünü anlamak bakımından önemli bir gerçeğe işaret etmektedir.
CIA tarafından organize edilen planlı saldırılar
6-7 Eylül 1955’te İstanbul ve İzmir’de Rumların, Ermenilerin ve Yahudilerin evleri, işyerleri, okulları ve kiliselerine saldırıldı.
6 Eylül 1955 günü saat: 13.00’de devlet radyosundan bir haber duyurulur. İktidar yanlısı İstanbul Ekspres gazetesinde aynı gün ikinci baskı olarak “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı” manşetiyle verilen haberin hemen ardından Rum, Ermeni ve Yahudilere yönelik saldırılar başlar.
Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin (KTC) Milli Amele Teşkilatı (MAH) Genel Sekreteri Kamil Önal ve İstanbul Yüksek Okul Talebeleri Birliği (İYOTB) Başkanı Bahattin Ertan’ın açıklamalarının ardından Taksim’de miting yapılır. Mitingin ardından yağma ve linç başlar.
Yaşanan saldırıların provokasyon olduğu pek çok belge ile açığa çıkmıştır.
İlk olarak saldırılar Kıbrıs Konferansı’nın devam ettiği bir zaman diliminde yaşanmıştır. Kıbrıs’ta Rumların verdiği bağımsızlık mücadelesini engellemek için Türkiye’yi kullanan İngiliz emperyalizmi 1955’te Londra’da gerçekleşen Kıbrıs Konferansı’na Türkiye’yi çağırır. Görüşmeler başladığında gelişmeler Türkiye’nin aleyhindedir. Ve saldırıların düğmesine orada basılır.
İkincisi bombalanan ev Türk Konsolosluğu ile aynı bahçededir. Bombalar Selanik Başkonsolos Yardımcısı Ali Tekinalp tarafından götürülmüştür. Sonradan MİT’te çalışacak ve Nevşehir Valisi yapılacak olan Oktay Engin’in azmettirmesi ile, konsolosluk hizmetlisi Hasan Uçar tarafından bombalar eve konulmuştur.
Üçüncüsü daha sonra açığa çıkan bilgiler, 6-7 Eylül saldırıları öncesinde Rumlara ait mekanların kırmızı haç ile işaretlenmiş olduğudur. Pek çok şehirden insan getirilmiş ve İstanbul’un 52 ayrı yerinde aynı anda yangın çıkarılmıştır. Saldırılarda kullanılan aletler tek tiptir ve camilerde vaazlarla Rumlara karşı kışkırtma yapılmıştır.
Dördüncüsü her yerde “güvenlik güçleri” vardır ancak saldırganların güvenliğini alıp, saldırılarda bifiil yer almışlardır.
İstanbul’da resmi kayıtlara göre üç kişi öldürülmüş, 30 kişi yaralanmış, 200 kişiye tecavüz edilmiştir. 74 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 3 manastır, 3584’ü Rumlara ait olmak üzere 5583 işyeri ve ev yağmalanmış ve yakılmıştır.
Saldırıların ardından ilk yapılan açıklamalarda “duygusal halk tepkisi” olduğu söylense de aynı gün “olaylarda komünist parmağı”na işaret edilir. İzmir ve İstanbul’da OHAL ilan edilir. Saldırılar nedeniyle İstanbul’da 6 bin kişi, İzmir’de 424 kişi gözaltına alınır ancak saldırılar aralarında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzetin Dinamo’nun da olduğu 45 kişilik listede yer alanların üzerine yıkılmaya çalışılır.
Yıllar sonra ‘90’larda Özel Harpçi orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu gazeteci Fatih Güllapoğlu’yla yaptığı bir röportajda açıkça, “6-7 Eylül bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demiştir. Başbakan yardımcısı Fuat Köprülü 1960’da görülen Yassıada duruşmalarında bu aklı CIA şefi A. Dulles’in verdiğini söylemiştir.
Faşist kudurganlığa karşı işçilerin birliği, halkların kardeşliği
AKP iktidarının ilhakçı-şovenist politikalarının gerisinde dünün katliamcı geleneği bulunmaktadır. İnkar, imha ve asimilasyon, emperyalizmin güdümünde politikalar, kontrgerilla eylemleri bir bütün olarak Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarlar eliyle uygulanmıştır. Kürtlere, Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Süryanilere, Alevilere, Lazlara, Gürcülere, Çerkezlere dönük saldırganlık ve daha pek çok halk tarih boyunca bu tür saldırılarla asimilasyona zorlanmıştır.
Dersim, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas katliamları, Kürt halkına yönelik kirli savaş ve kontrgerilla operasyonları, Şemdinli’de, Roboski’de, Malatya’da, Diyarbakır’da, Ankara’da katliamlarla devam etmektedir. Emperyalistlerin uşaklığında sınır tanımayan ve U dönüşleri ile meşhur Saray rejimi bugün iç ve dış politikada aynı gerilim politikasını ve provokasyonları kullanmaktadır.
Dünyada ve Türkiye’de tırmandırılan militarizm, şovenizm ve saldırganlık, işçi ve emekçileri bölmek, halkları birbirine kırdırmak için kullanılıyor. Mazlum halklara karşı tırmandırılan bu saldırganlığa dur demek, işçilerin birliği, halkların kardeşliği ekseninde mücadeleyi büyütmek yakıcı bir önem taşıyor.
6-7 Eylül saldırılarının yıldönümünde açığa çıkan gerçekler, toplumu hedef alan burjuva gericiliğini püskürtebilmenin ve şovenist kudurganlığa karşı barikat kurabilmenin tek yolunun işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik mücadelesini örgütlemekten geçtiğini gösteriyor.