Resmi tarih kitaplarında yazanlar ile gerçekte yaşananlar neden hiç uyuşmaz diye düşündünüz mü? Resmi tarih denilen nedir ki? İşçi sınıfı, ezilenler, asimile edilmeye çalışılan ulus veya milliyetler, kabul edilen dini inanış dışındakiler yer olmaz sayfalarında? Yazılanlar ile iktidar ilişkisi nasıldır? Elbette yazılmayanlar kadar çarpıtılanlar da vardır. Bunlardan biri de 6-7 Eylül olaylarıdır.
Yıl 1955. Bu seferki hedef Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler’dir. Çarpıtılan bilgiler gayri Müslimlere dairdir, hedefe çakılmışlardır. İlk olarak 6 Eylül gününde öğlen saatinde devlet radyosundan yayınlanan “Atamızın evi bombalandı” haberi, aynı gün ikinci baskısını yapan İstanbul Ekspres gazetesinde manşetten verilir. Gazete İstanbul’un her tarafında organize bir şekilde dağıtılır. İstanbul’a yakın kentlerden devşirilen güruhlara saldırı için start verilir; İstanbul ve İzmir’de iki gün boyunca Rumların, Ermenilerin ve Yahudiler’in evleri, işyerleri, kiliseleri ve okulları yakılır, taşlanır, yağmalanır.
Tanıdık geldi mi? Sivas’tan, Çorum’dan, Maraş’tan, Kürdistan’dan... Toplumu kutuplaştırıp, yalan haberlerle sokaklara salıp katliamlar planlayan devletin derin güçleri başka başka yüzleriyle (bazen dindar, bazen milliyetçi) sahalara inmektedir.
6-7 Eylül’de İstanbul’un 52 yerinde aynı şekilde yangın çıkarıldığı, benzer tipte aletlerin kullanıldığı tespit edildi. Yine İstanbul’da resmi kayıtlarda yer alan bilanço şu şekilde: Üç ölü, otuz yaralı, 200 kadına tecavüz. 3584’ü Rumlara ait olmak üzere 5583 ev ve işyeri ile 74 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 3 manastır yağmalandı ve yakıldı.
Yaşananlar önce “halkın duygusal tepkisi” olarak lanse edildi. Ancak dönemin gerici Menderes hükümeti daha “yaratıcı” bir yol buldu: “Olayların sorumlusu komünistlerdir!” Aralarında Aziz Nesin, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo gibi dönemin ilerici yazarlarının da olduğu 45 kişilik bir liste hazırlanır ve bunlar olayların sorumlusu ilan edilir. Suçlama o kadar sahtedir ki, Menderes hükümeti bile kısa süre sonra olayı unutturmaya çalışır. Nitekim yıllar sonra kendi yalanlarının üstünü örtemeyip gerçekleri ortaya saçan yine kendileri olmuştur. Özel Harp’ten Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu ile 90’lı yıllarda yaptığı bir röportajda 6-7 Eylül’ün Özel Harp tarafından organize edildiğini, amacına ulaşan iyi bir örgütlenme olduğunu söylemiştir. Dönemin başbakan yardımcısı Fuat Köprülü, Yassıada duruşmalarında bu işin aklının bizzat CIA şefi olan Allen Dulles olduğunu belirtmiştir.
Emperyalizme göbekten bağlı Türk sermaye devleti, gayrimüslimlerin servetlerini ve birikimlerini sadece 6-7 eylülde değil, Varlık Vergisi Kanunu ile de yağmaladı. Bu yağmadan pay alanlar, Türk burjuvazisinin önde gelen temsilcileri arasında yer aldı. Devlet bu topraklardaki farklı kimlikleri bir zenginlik olarak kabul etmemiş “tek bayrağı-tek milleti-tek kültürü” hakim kılma politikası izlemiştir. Türkiye sermaye sınıfının hamuru bu şekilde karılmışsa ve sömürü düzenini ayakta tutmak için halkı birbirine düşmanlaştırma politikaları yükseltiliyorsa, çözümü iktidarı temelinden sarsmakta aramalıyız. AKP’li yıllarda, hele ki sarayın saltanatının tek adamlıkla güçlendirilmeye çalışıldığı şu dönemde ırkçı-milliyetçi-gerici söylemler günlük hayatta normalleştirilmeye çalışılırken, bu zehrin sirayet ettiği her noktayı temizlemeliyiz. Zehir varsa panzehir de vardır. 6-7 Eylülleri planlayıp ve hayata geçiren, toplumu kutuplaştırıp düşman eden her türden burjuva gericiliğinin panzehri, işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarını yaşamın içinde inşa etmektir.