Sermaye devletinin kontrgerilla operasyonu; 6-7 Eylül olayları...

Tüm katliamlar gibi ölüm, acı ve zulüm kokan 6-7 Eylül olayları 1950’li yıllardan beri uluslararası politikanın temel sorunlarından birisi olan Kıbrıs Adası’nın paylaşımı kavgasının üzerinden gündeme geliyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 06 Eylül 2015
  • 11:22

Şoven-faşist kudurganlığın panzehiri devrimci sınıf mücadelesidir!

 

Bu yıl kontrgerillanın daha sonraki kanlı icraatlarında örnek aldığı 6-7 Eylül olaylarının 60. yıldönümü. 6-7 Eylül olaylarını arka planı ile birlikte değerlendirebilmek bugünkü siyasal gelişmelerin seyrini kavramak açısından önemli bir yerde duruyor.

6-7 Eylül olayları kokuşmuş ve çürümüş sermaye düzenine ve onun devlet gerçekliğine, emperyalizmle olan ilişkilerine, Kıbrıs sorununun gelişimine ayna tutmaya devam ediyor. Zira tüm katliamlar gibi ölüm, acı ve zulüm kokan 6-7 Eylül olayları 1950’li yıllardan beri uluslararası politikanın temel sorunlarından birisi olan Kıbrıs Adası’nın paylaşımı kavgasının üzerinden gündeme geliyor. Rumlar’a yönelik uzun zamandır hazırlığı yapılan bu saldırının startının verilmesinde Kıbrıs Konferansı görüşmelerinin ülkede yarattığı gündem iyi bir fırsat olarak değerlendirilir. Olaylar CIA’in danışmanlığında kontrgerilla tarafından örgütlenir.

Kıbrıs’ta Rumlar’ın verdiği bağımsızlık mücadelesini engellemek için Türkiye’yi sürecin parçası yapmaya çalışan İngiliz emperyalizmi harekete geçer. Bu politika doğrultusunda Kıbrıs Türk ve Yunan devletlerinin gerici çıkarlarının çatışma alanı haline gelir. Böylece emperyalist müdahale öncesi birbirleriyle kardeşçe yaşayan ada halkları birbirini kırma noktasına getirilmiş olur. İngiltere bu plana uygun bir şekilde 1955’te Londra’da gerçekleşen Kıbrıs Konferansı’na Türkiye’yi de çağırarak sorunun resmi olarak muhatabı haline getirmeyi başarır. Türk burjuvazisi ellerini ovuşturarak Kıbrıs’a yönelik egemenlik hesaplarını düşünmekte ve buna yönelik iç ve dış politikada adımlar atmaktadır. Görüşmeler başladığında gelişmeler Türkiye’nin aleyhinde ilerlerken göreve hazır bekleyen kontrgerillanın düğmesine basılır. Görüşmeleri Türkiye adına sürdüren dönemin Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu, Türkiye’ye şifreli bir telgraf göndererek Rumlar’ın lehine görünen dengeleri Türkler lehine değiştirecek bir şeylerin “orada” yapılması gerektiğini bildirir. Bu emirle kontrgerilla hızla işe koyulur.

Kontrgerillanın kanlı provokasyonu 6-7 Eylül...

Sermaye devletinin düğmeye basmasıyla birlikte kontrgerillanın ‘iyi çocukları’ görevleri başına gönderilir. Birkaç koldan harekete geçilir. Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba koyulur. Bombalanan ev Türk Konsolosluğu ile aynı bahçededir. Bombalar Selanik Başkonsolos Yardımcısı Ali Tekinalp tarafından götürülür. Bombalar sonradan MİT’te çalışacak ve Nevşehir Valisi yapılacak olan Oktay Engin ve konsolosluk hizmetlisi Hasan Uçar tarafından yerleştirilir. İstanbul Ekspres gazetesi 6 Eylül tarihli 2. baskısıyla düğmeye basar. Gazetenin sahibi 1955’te adı MAH olan şimdiki MİT’in hizmetinde çalışmaktadır. 20-30 bin basılan gazetenin 2. baskısı 290 bin adet basılır. O günkü matbaa teknolojisiyle birkaç günlük zaman alacak 290 bin baskının hızla hazır edilmiş olması bile 6-7 Eylül olaylarının devlet tarafından tüm ayrıntısına kadar önceden organize edildiğini gösterir. Görsel medyanın devrede olmadığı bir dönemde yazılı medya yaygın bir şekilde kullanılarak provokasyonda etkili bir araç olarak devreye sokulmuştur.

Böylece Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberi manşette verilir. Manşetin altında ise yine istihbarat örgütünün içinde yuvalandığı örgütlerin (Kıbrıs Türktür Cemiyeti, Milli Amele Teşkilatı, İstanbul Yüksek Okul Talebe Birliği) yetkililerinin tahrik edici, saldırgan tehditleri yer alır, Rumlar hedef olarak gösterilir. Yalnızca İstanbul Ekspresgazetesi değil CumhuriyetTercümanMilliyetSabah aynı tornadan çıkmış manşetlerle sermayeye olan uşaklık görevlerini layıklarıyla yerine getirirler. Camilerde Rumlar’a karşı kışkırtıcı vaazlar verilir. Rumlar’a ait mekanlar önceden verilen istihbarata göre tespit edilerek kırmızı haçlarla işaretlenir. Ve bundan sonra olaylar çorap söküğü gibi gelişir. İstanbul Ekspres gazetesinin yaygın dağıtımı ardından KTC ve İYOTB tarafından Taksim’de miting yapılır. Miting sonrasında yağma ve vahşet dizginlerinden boşalır. Sopalar, baltalar, kazmalarla tek bir merkezden silahlandırılmış, Kastamonu’dan Sivas’a, Trabzon’dan Erzincan’a kadar şehir dışından kamyonlarla getirilen gerici-faşist güruh Rumlar’ın yaşadığı 52 bölgede aynı anda yangın, yağma ve linçe girişir. Bu sırada Rumlar’ın çoğunlukta yaşadığı İzmir’de aynı senaryo sahnelenmektedir. Saldırganlar mezarlıklara bile dadanır. Kemik ve ceset parçaları sokaklara saçılır. Kadınlara vahşice tecavüz edilir. İlkin Rumlar’a ait mekanların cam ve çerçevelerinin indirilmesiyle başlanır. Devlet en başından beri işin başındadır. Emniyet ve ordu görevlileri katliamı izlediklerini saklamaya bile gerek duymazlar. Sermayenin bekçi köpekleri adeta saldırganların güvenliğini almış, pek çok yerde yağma ve linçe bizzat katılmış, ordunun tankları saldırıda faşist güruhu organize etmek için kürsü olarak kullanılmıştır.

İstanbul’daki saldırıda 74 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 3 manastır, 3584’ü Rumlar’a geri kalanı Ermeni, Yahudilere ait 5583 işyeri yağmalanır ve yıkılır. İzmir’de ise 14 ev, 6 dükkan, 1 pansiyon, Katolik Kilisesi, İngiliz Kültür Evi talan edilir ve yakılır. İstanbul’da 200 civarında tecavüz olayı gerçekleşir. 3 kişi ölür, 30 da yaralı tespit edilir. İzmir’deki saldırılarda ise 57 kişi yaralanır. İstanbul’da ve İzmir’de olaylardan hemen sonra örfi idare (sıkıyönetim) ilan edilir.

Düzenin kokuşmuş medyası Rumlar’a yönelik temizlik harekatı sona erdiğinde uğursuz görevlerine kaldıkları yerden devam ederler. Sütun sütun tüm manşetler saldırganlığı ayakta alkışlar. ‘Milli galeyan’, ‘Duygusal halk tepkisi’...

Medya bu sefer efendilerinin emriyle olayların tozu dumanı dinmeden ‘Çapulcu yağması’, ‘Olaylarda komünist parmağı’manşetleri ile ağız değiştiriverir. Başbakan yardımcısı Fuat Köprülü 1960’da görülen Yassıada duruşmalarında bu aklı CIA şefi A. Dulles’in verdiğini söylemiştir. Olaylar, oluşturulan 45 kişilik listedekilerin üzerine yıkılmaya çalışılır. 6-7 Eylül olayları ardından komünist avına çıkılır. Henüz bir avuç aydın çevresinin sınırlarını aşamayan cılız sosyalist hareket hedef tahtasına konarak bilinçler bulandırılmak, gerçek failler gizlenmek, toplumsal tepkiler bastırılarak böylece bir taşla iki kuş vurulmak istenir. Aralarında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzetin Dinamo’nun bulunduğu fişlenmiş, yaşayan ve hatta olaydan önce ölmüş 45 komüniste dava açılır.

İstanbul Örfi İdare Komutanı N. Aknoz 45’likleri “salkım salkım” asılı görmek istediğini söylerken uluslararası kamuoyunda oluşan tepkiden kaynaklı 45’likler ipten dönerler. Olayların ardından İzmir’de ve İstanbul’da gözaltılar gerçekleşir. Bir tarafta 45’likler idam cezasıyla yargılanırken İzmir’de 9, İstanbul’da sınırlı sayıda kişi yağma ve çapulculuk suçundan cezalandırılması gözaltıların göstermelik olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Özel Harpçi eski MGK genel sekreteri general Sabri Yirmibeşoğlu, ‘90’lı yıllarda gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda “6-7 Eylül bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demiştir. Evet komplo Türk burjuvazisi için amacına ulaşmıştır. Rumlar katliamın ardından kendi topraklarını terk etmek zorunda bırakıldılar. Gayri müslümlerin tüm sermayelerine el konuldu, Rum nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler Rumlar’dan arındırıldı. 1924 yılında 1 milyon olan İstanbul nüfusunun 280 bini Rum’du. Bu etnik temizlik sona erdiğinde İstanbul’da kalan Rum nüfusu 1500-2000’di.

Tarih, sermaye devletinin katliamcı geleneğini sürdürdüğü kontrgerilla eylemlerine tanıklık etmeye devam ediyor. Zira inkar, imha ve asimilasyon sermaye cumhuriyetinin mayasında vardır. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Aleviler, Kürtler, Lazlar, Gürcüler, Çerkezler ve pek çok halk, cumhuriyet tarihi boyunca en vahşi yöntemlerle asimilasyon politikalarına boyun eğmeye zorlanmıştır.

Dersim, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas katliamları, Kürt halkına yönelik kirli savaş ve kontrgerilla operasyonları, bu politikanın izdüşümü olarak hayata geçirilmiştir. İşte bugün Şemdinli’de, Roboski’de, Malatya’da, İstanbul’da Kürt ve Alevi emekçilere yönelen şoven saldırıların yükselişe geçtiği, düzenin bekçi köpeklerinin tasmalarının bir kez daha salındığı bir süreçte takvim sayfaları bizi Eylül ayına ve onun geçmişte bıraktığı acı izlere ulaştırıyor.

Y. Kaya