2021’e devreden petrol ve doğalgaz savaşları

Petrol ve doğalgaz yatakları uğruna başlatılan savaşlarda Türkiye ve bölge halklarının hiçbir çıkarı yoktur. Savaş harcamalarının yükleri de omuzlarına bindiği için emekçilerin payına daha çok yoksullaşma, sefalet ve Covid-19 salgınında da gördüğümüz gibi çaresizlik düşmüştür.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 19 Ocak 2021
  • 21:17

ABD emperyalizminin başını çektiği NATO güçlerinin “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” koduyla başlattığı bitmeyen Afganistan savaşı bu yılın ekim ayında yirminci yılını dolduruyor. Mart 2003’te ABD-İngiltere emperyalist ittifakı önderliğindeki “Çokuluslu Koalisyon Kuvvetleri”nin “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” adı altında Irak’a girmesiyle başlayan istila savaşının üzerinden 18 yıl geçti. Libya petrollerinin yağmalanması ve Suriye’nin İsrail lehine yeniden dizayn edilmesi için başlatılan savaşlar da ilk on yılı geride bırakmak üzereler. 

“Sonsuz özgürlük”, “insan hakları”, “demokrasi” gibi aldatıcı propagandalar eşliğinde başlatılan istila savaşlarının sonuçları bölge halkları için çok ağır oldu. Ülkelerin alt yapıları ve ekonomileri tam bir yıkıma uğratıldı. Kentlerin ve yerleşim yerlerinin bombalanmasının yanı sıra paramiliter güçlerin uyguladığı şiddete bağlı olarak milyonlarca insan ya sakat kaldı ya da savaş meydanlarında yaşamlarını yitirdi. Topraklarını terk etmek zorunda kalan on milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı insan toplu göçe zorlandı. Tüm bunlara ve daha fazlasına yol açan emperyalistler çeşitli bölgelerde savaşı körüklemeye devam ediyorlar. Geçtiğimiz yıl emperyalist gerilimin öne çıktığı başlıca alan Doğu Akdeniz oldu. 

Doğalgazın kokusu yetiyor

ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun 2010’da yayımlanan bir raporunda Kıbrıs, Mısır, İsrail, Filistin, Lübnan ve Suriye deniz sınırları arasında kalan Levanten Havzası’nda tahminen 1,7 milyar varil petrol ve 122 trilyon fit küp (tcf) doğalgaz olduğu tahmin ediliyor. Bölgede var olduğu tahmin edilen enerji kaynaklarının Avrupa kapitalist tekellerinin onlarca yıllık enerji talebini karşılamaya yetecek kadar olduğu belirtiliyor. 2010 yılında dünyadaki en büyük 10 petrol üreticisi ülkeden biri olan Libya’nın petrol kaynaklarına el koymak için 2011 yılında NATO’nun başlattığı savaş Levanten Havzası’nı ve Doğu Akdeniz’i de içine alarak genişledi. 

Bölgeyi her gün biraz daha fazla savaş girdabına çeken Türkiye, Yunanistan, İsrail, Mısır, Kıbrıs, BAE, ABD ve Avrupa’nın emperyalist devletlerinin üretim lisansı, doğalgaz çıkarma ve çıkarılan doğalgaz ve petrolü Avrupa’ya taşıyacak olan nakil hatları üzerine sürdürdükleri rekabet savaşları “Afrika kapışması”na doğru genişledi. Enerji kaynakları uğruna NATO güçleri arasındaki koalisyonun başlattığı savaş zamanla NATO üyesi devletler arası rekabet savaşına da dönüştü. Bu, bölgeyi her an daha büyük ve yıkıcı bir savaşın kucağına atacak dinamikleri besleyerek büyütüyor. İşler Türk gemilerinin NATO ortakları tarafından durdurulması, karşılıklı tacizlere kadar vardı. 

Bölgede bulunduğu tahmin edilen doğalgaz ve petrol kaynaklarının ele geçirilmesi uğruna verilen savaşın tarafı olan devletler arasındaki ilişki ve ittifaklar da oldukça dinamik ve değişkendir. Türk sermaye devletinin Libya’ya asker göndermesine karşı birlikte hareket eden Fransa ile İtalya, NATO’nun aralık ayındaki zirvesinde askeri politikalar konusunda karşı karşıya geldiler. Alman emperyalizminin ağabeylik rolünü üstlendiği Doğu Akdeniz geriliminde Fransa-Yunanistan sermaye devletleri Türk sermaye devletine karşı ittifak halindeler. Burada Yunanistan devletini destekleyen ABD, Libya’da hem Türk sermaye devletinin ölümüne arkasında durduğu Serrac hükümeti hem de Hafter güçleri üzerinden oynuyor. Suriye’de Türk sermaye devletini yanına çeken Rusya, Türkiye’nin Libya’dan çekilmesini isteyen Hafter güçlerini destekliyor. Bölgeye hakim olmak uğruna savaşmayı göze alacak kadar kudurganlaşan sermaye devletlerinin davranışlarına elbette ilkeler yerine açgözlülük, kapitalist çıkarlar ve orman kanunları yön veriyor. Onlar için amaca giden her yol mubahtır. 

Emperyalist büyük güçlerin yanı sıra bölgesel aktörlerin de aktif taraf olarak katıldığı gerici savaşları başlatmak ne kadar kolaysa bu savaşları bitirmek de o kadar güçtür. Afganistan, Irak, Suriye veya Libya savaşlarına “çözüm” bulmak için yapılan sayısız ateşkes ve zirveler her defasında bölgedeki durumu daha da karmaşık hale getirdi. Söz konusu girişimler, yeni gerilim ve çatışma alanları yaratmaktan başka bir sonuç yaratmadı. 

BM öncülüğünde 9 Kasım’da Tunus’ta başlayan ve Libya’daki farklı emperyalist ve bölgesel güçlere bağlı farklı silahlı güçleri temsilen 75 kişinin yer aldığı “Libya Siyasi Diyalog Forumu”nda ülkede 24 Aralık 2021’de genel seçimlere gidilmesi kararlaştırılmıştı. Buna karşın Libya’daki yabancı askeri güçler ve paramiliter çeteler varlıklarını sürdürüyorlar. Ekim ayında imzalanan ve Türkiye’nin de destek verdiği anlaşmaya göre de Libya’da bulunan yabancı güçlerin 3 ay içinde çekilmesi gerekiyor. Anlaşmanın taraflarından olan Türk sermaye devletinin Libya’da bulunan askeri gücünü ve paramiliter cihatçılarını geri çekmek yerine Libya tezkeresini 18 ay daha uzatması, Libya’da barışın sağlanmasının ne kadar zayıf bir ihtimal olduğunu gösteriyor. 

Batılı emperyalistlerin sözcülerinden Financial Times, yakın günlerdeki bir yorumunda, “mümkün olan en uzun süre boyunca iktidarda kalmak isteyen Erdoğan”ın, dış politikayı içeride kazanım elde etmek için kullandığını, “aşırı maceracı” dış politikanın muhalefetten de fazla tepki görmediğini yazıyor. Ekonomik kriz içerisinde bunalan AKP-MHP iktidarı, medyada yer alan son haberlere göre, Suriye’de Esat rejimiyle, Libya’da Hafter’i destekleyen Tomruk merkezli hükümetle el altından görüşmeler sürdürüyor. Daha önce de Mısır’la benzer temasların devam ettiğine dair haberler medyada yer almıştı. Son olarak Katar’ın Körfez ülkeleriyle barışması AKP-Erdoğan iktidarının yalnızlığını perçinledi. İçerde köpürttüğü milliyetçi dalganın sönümlenmesinin gerici-faşist iktidarın sonunu hızlandıracağını çok iyi bilen Erdoğan-Bahçeli ittifakı ekonomik krizin artan basıncıyla hem içerde hem dışarda çok daha tehlikeli maceralara doğru sürüklenecekleri bir girdaba girmiş bulunuyorlar. 18 ay daha uzatılan Libya tezkeresini, MİT ve Emniyet’e TSK’ye ait silahları kullanma olanağı veren yasal değişikliğin yapılması tamamladı. Daha öncesinde ise parti militanları bekçi kadrosuna doldurulmuştu. 

Öte yandan Hafter’i destekleyen Suudiler, BAE, Rusya ve Fransa gibi güçler de Libya’da askeri ve paramiliter varlıklarını sürdürüyorlar. Ağabeylik rolüyle öne çıkan Alman emperyalizminin, enerji kaynakları kadar enerjinin Avrupa’ya intikaline herkesten daha çok bağımlı olması, Alman emperyalizminin bölgede çok daha aktif hareket edeceğine işaret ediyor. Tüyleri dökülmeye başlayan ABD emperyalizmi ise Biden ile birlikte bir kez daha batılı emperyalist blok içerisinde yaşanan bu çelişki ve didişmenin üzerinden gelmeyi deneyerek, gücünün sınırlarını test edecektir. 

Petrol ve doğalgaz yatakları uğruna başlatılan savaşlarda Türkiye ve bölge halklarının hiçbir çıkarı yoktur. Savaş harcamalarının yükleri de omuzlarına bindiği için emekçilerin payına daha çok yoksullaşma, sefalet ve Covid-19 salgınında da gördüğümüz gibi çaresizlik düşmüştür. Silah tacirlerinin en büyük müşterisi olan Türk-Mısır-İran-Suudi Arabistan gibi devletler, İsrail ve diğer emperyalist devletlerin aşılamada gösterdiği başarının yanına bile yaklaşamıyorlar. 

Bölge halklarına yönelik savaşları ve düşmanlığı körüklemeyi marifet sayan AKP-MHP iktidarının “aynı gemideyiz” palavrası artık tutmuyor. O yüzdendir ki baskı ve zorbalığı tırmandırırken, dışarda yeni çark etmelerin işaretleri veriliyor. Onun ayakta kalmak uğruna sürdürdüğü kirli icraatların bedelini ödemek işçi ve emekçilerin kaderi değildir. Bu gidişat değiştirilebilir ve bunun yolu işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenerek kendi sınıfsal çıkarları uğruna mücadelesinden geçiyor.