2020 yılını geride bıraktık. “Felaketler yılı” olarak nitelenen bu yıla damgasını ise koronavirüs pandemisi vurdu. Haftalarca süren yangınlar, yüzlerce insanın yaşamını yitirmesine sebep olan depremler, son dönemde açıkça gözlemlenen ve önümüzdeki süreçte daha da yakıcı hale geleceği öngörülen su kıtlığı ve nihayetinde 1 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan ve hala kontrol altına alınamayan pandemi, kapitalizmin dünyamızda yarattığı yıkımın sonuçları oldu. Kâr uğruna doğanın acımasızca talan edilmesi, yanlış ve düzensiz kentleşme sonucu çevrenin tahribatı, tekelleşmiş şirketlerin doğayı hiçe sayan sanayi politikaları sonucu küresel ısınma sürecinin hızlanması, bugün insanlık olarak karşı karşıya kaldığımız felaketlerin başlıcaları.
Pandemi ve eğitim
Özellikle içinden geçmekte olduğumuz küresel salgın toplumsal yaşamı derinden etkiledi. Eğitim alanı da bu salgının sosyal sonuçlarından en fazla etkilenen alanlardan biri oldu. Türkiye’de 11 Mart’ta resmi olarak kamuoyuna duyurulan ilk Covid-19 vakasının ardından 16 Mart’ta okul öncesinden yükseköğretime dek tüm eğitim kurumlarında yüz yüze eğitime ara verildi. Bu tarihten itibaren de zaten yapboz tahtasını andıran eğitim sistemi hepten kaosa sürüklendi. Halihazırda niteliksiz ve eşitsiz olan eğitime erişim neredeyse tamamen ortadan kalktı. İlk olarak dersler EBA TV üzerinden verilmeye başlandı. Ancak buradan yansıyanlar da eğitim müfredatında yaşanan gericileşme ve çürümenin boyutlarını gözler önüne serdi. Ders içerikleri biz öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzakken ders aralarında yayınlanan tasavvuf dinletileri, Adnan Menderes’in idam sahnesi canlandırması ve bunun gibi birçok milliyetçi-gerici propaganda öğrencilerin zihinlerine yedirilmek istendi. Ayrıca görsel sanatlar, müzik, beden eğitimi gibi dersler ya hiç verilmedi ya da yeter düzeyde işlenmedi ve özel eğitim öğrencileri için hiçbir içerik geliştirilmedi.
İlerleyen süreçte canlı dersler ile eğitim süreci devam ettirilmeye çalışıldı. Ancak çevrimiçi dersler sınıfsal eşitsizliklerin kendini en fazla gösterdiği alan oldu. Altyapı yetersizlikleri, yeterli teknik imkana erişimdeki eşitsizlikler, emekçi evlerinde derse adaptasyonu sağlayacak fiziksel ortamın ve koşulların sağlanamaması gibi faktörler emekçi çocuklarının eğitime erişmesini engelledi. Elektrik Mühendisleri Odası’nın 2020 sonunda yaptığı bir araştırmaya göre öğrencilerin yalnızca yüzde 48,5’inin evinde sabit interneti var. Yine TÜİK’in 2020 verilerine göre evinde masaüstü bilgisayar bulunan öğrencilerin oranı yüzde 16,7, dizüstü bilgisayar bulunan öğrencilerin oranı yüzde 36,4, tablet bulunan öğrencilerin oranı yüzde 22,4’te kaldı. PİSA 2018 araştırmasına göre de Türkiye’de 15 yaş grubundaki öğrencilerin yüzde 12,8’inin evinde çalışabilmek için sessiz bir ortam yok.
Tablo buyken Türk Eğitim Derneği, öğrencilerin yüzde 60’ının EBA’ya giriş dahi yapmadığını açıkladı. 18 milyon öğrencinin olduğu Türkiye’de Mart-Haziran arasında EBA’ya aktif olarak giren öğrenci sayısı 7,5 milyon dahi olmadı. Donma, çökme, sistemden atma gibi sorunlar sıkça yaşanırken, 22 Eylül’de EBA tamamen çöktü. Saatlerce öğretmenler de öğrenciler de sisteme giriş yapamamışken Ziya Selçuk da bunu talep yoğunluğuna bağlayarak olumlu bir gelişme olarak sayma pervasızlığını gösterdi. Bizzat Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıklamasına göre 18 milyon öğrenciye karşılık EBA’nın kapasitesi sadece 1 milyon. Ziya Selçuk Dünya Bankası’ndan alınan 160 milyon dolar ile bu sayıyı 2023’e kadar 5 milyona çıkarma hedefini “müjdeliyor”.
Eğitim politikalarınız sınıfta kaldı!
Milyonlarca öğrenci eğitime erişemezken MEB sınavları yapmakta büyük bir ısrar gösterdi. İlk olarak pandeminin ilk aylarına denk gelen üniversiteye giriş sınavlarında gördük bu dayatmayı. Zaten önceliğe aldıkları şeyin sermayenin çıkarları olduğunu üniversiteye giriş sınavı sürecinde de gösterdiler. Yüz yüze eğitimler yapılmazken, uzaktan eğitim büyük çoğunluğumuza uzak kalırken, ciddiye alınır hiçbir pandemi önlemi alınmaksızın sınavları yapacaklarını duyurdular. Üstelik sınav tarihini de turizm sektörünün ihtiyacına göre belirleyerek! Şimdi de aylar boyu yüz yüze eğitime geçmek için hiçbir hazırlık yapmayan, uzaktan eğitimi nitelikli ve ulaşılabilir kılmak için hiçbir çaba harcamayan, emekçi çocuklarının eğitim materyali ve teknik eksikliklerini gidermek için adım atmayan MEB, sınavları yüz yüze yapmak için defalarca tarih verdi. Eğitim anlayışlarının elemeci, bireyci, rekabetçi özünün somut göstergesi olan sınav sistemlerinin devamlılığı için bu gerekliydi elbette. Bu noktada bizlerin sağlığı onlar için ikinci plandaydı, ekonomik ve sosyal eşitsizlikler nedeniyle derslere katılamayan milyonlarca öğrencinin varlığı MEB tarafından da kabul edilirken, sınavlardaki ısrarın sebebi ise Ziya Selçuk’un yakın geçmişte sarf ettiği şu sözlerde aranabilir: “Herkes üniversiteli olmak zorunda değil, sen ağa ben ağa bu inekleri kim sağa?”
Eğitim ve sağlık alanındaki ilerici emek-meslek örgütleri ile bizlerin tepkisi sonucu yüz yüze sınavlar konusunda geri adım atsalar da bizleri notlandırma isteklerinden vazgeçmiş değiller. Son olarak yapılan açıklamaya göre liselerde II. Dönem yapılacak sınavlar ile notlar belirlenecek.
Uzaktan eğitimin sorunlarından eğitim emekçileri de nasibini aldı
Bu süreçte eğitim emekçilerinin de çalışma saatleri esnekleşti, artan iş yüküne ev içi emek yoğunluğunun artması eşlik etti. Pandeminin derinleştirdiği kaygı ve strese karşı ne öğrenci ve velilere ne de eğitimcilere psiko-sosyal destek ve rehberlik hizmetleri sağlandı. Ayrıca öğretmenlerimize uzaktan eğitime dair yeterli bir eğitim verilmedi. Eğitimciler, ders materyallerinden internet vb. ihtiyaçlara kadar kendileri karşılamak zorunda kaldı. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın yaptığı araştırmaya göre eğitimcilerin yüzde 93,8’i uzaktan eğitimin nitelikli bir şekilde yapılmadığını düşünüyor. Öğretmenlerin yüzde 45’i uzaktan eğitimdeki en temel sorunu altyapı eksikliği olarak görüyor, altyapı eksikliğini yüzde 30 ile derslerin içeriği takip ediyor.
2020’de haklarımız için sesimizi yükselttik, 2021 ise kavga yılımız olacak!
Pandemi koşullarında yaşadığımız hak gasplarına karşı sesimizi yükseltmenin bir yolunu bulduk elbette. Sosyal medya özellikle kullandığımız bir alan oldu. Sınav dayatmalarına, uzaktan eğitimin sorunlarına, AKP’nin üzerimizde kurmaya çalıştığı tahakküme karşı adeta “gündemden düşmedik!”
Pandemi sınıfsal farkların iyice keskinleştiği ve açığa çıktığı bir süreç oldu. Salgının ilk günlerinde bir kurtarma paketi açıklayan Erdoğan, kapitalistlere milyarlarca TL’lik destek açıklarken bizlerin ailelerinin payına ise daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk düştü. Sermayedarlar kârlarından zarar etmesin diye anne-babalarımız virüs tehdidine rağmen çalıştırılırken meslek liseleri de fabrikalara dönüştürülerek meslek liseliler bedava işçiler haline getirildi. Sermaye devleti yapmadığı hazırlıkları meslek liseliler üzerinden çözmeye çalıştı. Meslek liseleri hiçbir iş güvenliği alınmadan maske, dezenfektan, ateş ölçer gibi ihtiyaçların seri üretimine geçti. Nitekim Mersin’de bir lisede dezenfektan üretimi sırasında yaşanan patlama sonucu bir öğretmenimiz yaşamını yitirdi.
Diğer taraftan, özel eğitim kurumları yüz yüze eğitime geçerken, telafi dersleri yapılırken devlet okulu öğrencileri ise eğitim hakkından mahrum bırakıldı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un sahibi olduğu özel okul zinciri sayfalar dolusu tedbirleriyle göz doldururken devlet okullarında çoğu zaman dezenfektan dahi yoktu.
Önümüzdeki yıl da çelişkilerin keskinleştiği, buna karşı öfkemizin arttığı bir yıl olacak. Emeğimizi oyuncak edenlere, bizleri geleceksizliğin dipsiz çukuruna itenlere karşı özgürlüğümüz ve geleceğimiz için Devrimci Liseliler Birliği safında buluşalım, lise meclislerimizi kurarak omuz omuza mücadeleyi büyütelim!
(Liselilerin Sesi dergisinin Ocak 2021 tarihli özel sayısından alınmıştır)