Seçim sonrası Fransa:

Sermayenin diktatörlüğü ilan edildi!

Emmanuel Macron, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden bir biçimde, finans kapitalin temsilcisi Michel Barnier'i başbakan olarak atadı. Böylece seçimlerde yüzde 7,25 oy alan ve 577 milletvekili bulunan Ulusal Meclis’te sadece 46 sandalyesi olan birini hükümeti kurmakla görevlendirdi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 11 Eylül 2024
  • 19:00

Fransa’da 7 Temmuz’da yapılan Ulusal Meclis seçimlerinin üzerinden iki ay geçmesine rağmen hükümet kurulamıyordu. Cumhurbaşkanı Macron yaz olimpiyatlarını bahane ederek hükümetin kurulmasını adeta bloke etti.

Olimpiyatların ardından hükümetin kurulması ile ilgilenmesi beklenirken bir silah tüccarı edası ile Sırbistan’a gitti ve 3 milyar euro karşılığında 12 Rafela savaş uçağı sattı.

Macron, bu başarılı silah pazarlama hamlesinin verdiği cesaretle tüm teamülleri hiçe sayarak seçimlerde birinci çıkmış partiye hükümeti kurma görevi vermek yerine, dördüncü partinin başkanını 5 Eylül Perşembe günü ülkenin yeni başbakanı olarak atadı.

Emmanuel Macron, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden bir biçimde, finans kapitalin temsilcisi Michel Barnier'i başbakan olarak atadı. Böylece seçimlerde yüzde 7,25 oy alan ve 577 milletvekili bulunan Ulusal Meclis’te sadece 46 sandalyesi olan birini hükümeti kurmakla görevlendirdi.  

Barnier’i atamadan önce Macron’un Marine Le Pen ile telefonda görüşerek icazet aldığı ortaya çıktı. Aşırı sağcı Rassemblement National-RN (Ulusal Birlik) ve Marine Le Pen, bu atamadan son derece memnun.

Burjuva “demokrasisinin” ne menem bir demokrasi olduğu bu atama ile bir kez daha görüldü. Bu son olay, “halk iradesi” olarak sunulan ve göklere çıkarılan seçimlerin sonuçları sermayenin çıkarlarına uygun olmadığında nasıl ayaklar altına alınabileceğini gösterdi.

Barnier’in atanması, sermaye ve finans kapitalin çıkarları doğrultusunda ulusal ve uluslararası çaptaki gelişmelere ve beklentilere göre yapılan stratejik bir hamledir.

***

Seçimlerde açık ara galip gelen sol ittifak Nouveau Front Populaire-NFP (Yeni Halk Cephesi) emeklilik reformunun iptalini ve emekçi sınıflar için bir dizi yeni talebi savunmuştu.

Solun seçim “zaferi” kazanmasında rol oynayan -gerçekleştirebilmesinden bağımsız olarak- reform vaatleri, bir kez daha sermaye sınıfı ve onun kapitalist devlet aygıtı tarafından yok sayıldı.

Barnier, sadece bir teknokrat ya da eski bir AB Komiseri olarak değil, aynı zamanda kapitalist sınıfın sadık bir hizmetkârı olarak görevlendirildi.

Marine Le Pen ve aşırı sağın bu atamaya sessiz sevinci, Macron'un neoliberal politikalarının aşırı sağ ile nasıl örtüştüğünü gösteriyor. Aslında bu süreç, sermayenin farklı fraksiyonları arasındaki gerçek ittifakları göstermektedir.

Sermaye düzeninin çıkarları söz konusu olduğunda, emekçi sınıfların talepleri bir kenara itilerek, liberaller, sağ ve aşırı sağ partiler düzenin bekası için küstahça kendilerini topluma dayatıyorlar.   

Seçimler halk iradesi ise, Michel Barnier'in atanması, halkın iradesine yapılan pervasız bir darbedir. Zira seçim sonuçları göz ardı edilerek, finans kapitalin çıkarlarına hizmet eden bir başbakan getirilmiş ve sermaye sınıfının istekleri doğrultusunda bir hükümet oluşturulmuştur.

***

193 milletvekiliyle Meclis’te en güçlü grup olan NFP’nin başbakan adayının reddedilmesi ve 46 sandalyeli bir partinin şefinin atanması, “burjuva demokrasinin” bir illüzyondan ibaret olduğunu gözler önüne seriyor.

Aşırı sağ ile “liberal” Macron arasındaki bu iş birliği, sermaye sınıfının çıkarları söz konusu olduğu zaman teamüllerin nasıl hiçe sayılabileceğini göstermektedir.  

Marine Le Pen'in ve RN'nin Barnier’in atanmasını desteklemesi, aşırı sağın sermaye düzeniyle ne denli iç içe geçtiğini de gösteriyor. RN seçim kampanyasında emeklilik reformunun iptal edilmesini savunmasına rağmen, şimdi bundan söz etmekten bile imtina ediyor.

Bu durum, aşırı sağın sadece göçmen karşıtı ya da milliyetçi politikaları temsil etmediğini, bununla birlikte işçi sınıfına ve emekçilere karşı sermayenin yanında duran bir güç olduğunu da birkez daha kanıtladı.

***

Fransa gibi “demokratik” sayılan bir ülkede yaşanan bu gelişmeler, burjuva demokrasisinin, aslında sermayenin çıkarlarını koruyan bir diktatörlük olduğu saptamasının güncel kanıtlarından biri olmuştur.

“Halkın iradesi” sadece bir süs gibi kullanılıyor. Gerçekte ise, seçim sonuçları kapitalist sınıfın çıkarlarına ters düştüğünde, bu irade tam bir küstahlıkla hiçe sayılıyor ve sermayenin gereksinimlerine uygun politikaları esas alan figürler başa getiriliyor.  

Macron'un Barnier'i başbakan olarak ataması, halkın ve emekçi sınıfların değil, sermayenin taleplerine cevap vermektedir. Fransa’da yaşanan bu süreç, kapitalist devletin gerçek doğasını bir kez daha ortaya koymaktadır.

İster sağcı olsun ister "merkez" diye adlandırılan bir politik figür olsun, sermaye sınıfının çıkarlarını koruyan şefler halkın ve emekçi sınıfların çıkarlarına karşı hareket etmek zorundadır. Barnier'in atanması bu gerçeği çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiştir. Aşırı sağ ile neoliberal politikalar arasındaki “örtük ittifak”, sermaye düzeninin bekası için her türlü demokratik mekanizmanın çiğnenebileceğini bir kez daha göstermiştir.

***

Seçimlerde birinci olan ve 193 milletvekili çıkaran NFP’nin bileşenlerinden Jean-Luc Mélenchon'un da belirttiği gibi, “Bu süreç aslında seçimlerin sermaye sınıfı tarafından çalındığının bir göstergesidir”.

“Halkın iradesi”, sermaye düzenine ters düştüğü her durumda bertaraf ediliyor. Bu saldırıyı yapan Macron’un Barnier ile iş birliği, kapitalistlerin çıkarları uğruna Fransa’da yönetimin giderek otoriterleştiğini, aşırı sağ çizgiye doğru yol aldığını gösteriyor.

Sonuç olarak, sermayenin hegemonyası altındaki bir “demokrasi”, gerçek anlamda halkın ve emekçi sınıfların iradesini yansıtan bir yönetim biçimi olamaz.

Fransa’da yaşanan bu son gelişmeler, sermayenin egemen olduğu bir sistemde demokrasinin sadece bir araç olarak kullanıldığını, ancak halkın ve emekçi sınıfların çıkarları söz konusu olduğunda bu aracın derhal bir kenara atıldığını gözler önüne seriyor.

Barnier’in atanmasıyla her ne kadar hükümet krizinin aşıldığı iddia edilse de gerçekte kriz bir devlet krizine evrilerek devam edeceğe benziyor.

Seçimlerde aldıkları oy oranlarıyla başarı sağlamış bileşenlerin yanı sıra, işçi ve emekçiler de Macron yönetiminin bu küstah saldırısını kolayından sineye çekmeyecektir.