Transatlantik cephesinin savaş makinası NATO’nun şefleri Brüksel’de yoğun bir gündemle toplandılar ve açıklanan ortak bildiride, alınan başlıca kararlar şöyle sıralandı:
1) 21. yüzyılın yükselen süper gücü olarak Çin’in her halükarda ekonomik olarak geriletilmesi ve özellikle Avrupa ile büyüyen ticaret hacminin minimize edilmesi temel bir hedef olarak dile getirildi.
ABD’nin yeni Başkanı Biden yakın zamanda Kongre’de yaptığı konuşmada durumu şöyle ifade etmekteydi: “21. Yüzyılın kontrolü açısından, teknolojik üstünlük ve uluslararası ticaretin kurallarını belirlemek Çin’e bırakılamayacak derecede büyük bir öneme haizdir. ABD’nin bu durumu müttefikleriyle beraber her türlü aracı kullanarak bir çözüme kavuşturması artık bir zorunluluktur.” Bu konuşma metninin mürekkebi kurumadan ABD Senatosu da ekonomik ve askeri açıdan Çin ile yaşanan rekabette gerekli olan hazırlıkların yapılması için yetkilerin iktidarda olacağını karara bağladı. Çiçeği burnunda Başkan Joe Biden, ki kendisi Demokrat Parti’nin son otuz yıl içindeki iktidarları döneminde bütün kötülüklerin suç ortağıdır, 21. yüzyılın ABD öncülüğünde yeniden dizayn edilmesi için yaşından beklenen performansın ötesinde bir enerji ile mesai harcamaktadır. Bu mesainin Asya Pasifik’te bir sıcak savaşa dönüşmesinin ne kadar göze alınabileceğinden bağımsız olarak, ilişkilerin daha da sancılı bir döneme evrileceği artık kesinleşmiş bulunuyor.
NATO zirvesi öncesi Genel Sekreter Stoltenberg’in Washington ziyareti sırasında, NATO’nun yeni bir vizyonla, dönemin ruhuna ve ihtiyaçlarına uygun bir formatta şekillendirileceği müjdesi verilmişti. Nihayetinde 2030 vizyonu adı verilen konseptle global anlamda bir örgütlenmeye gidileceği ve askeri açıdan daha saldırgan bir tutum takınılacağı Brüksel’deki zirvede teyit edilmiş olundu. ABD Başkanı Joe Biden G7 zirvesinde yaptığı konuşmada (ki ABD beklentilerinin hemen tamamı ortak karar metnine yansıdı), Çin ile ilişkilerde Avrupalı ve Asyalı müttefiklerini tatlı sert bir tonla uyararak, sorunun ciddiyetini hatırlatma gereği duydu ve müttefikliğin sorumluluklarına atıfta bulundu. “Müttefiklerimizi korumak bizim kutsal sorumluluğumuzdur” cümlesi oldukça anlam yüklüydü ve ABD öncülüğünde yaşanacak yeni bir yüzyıl düzenlemesinde müttefikleri de yeni fırsatların beklediğini muştuluyordu.
G7 Zirvesi Çin’in süper güç olma yolundaki stratejik hamlelerinin nasıl etkisiz kılınacağı ve nasıl kuşatılacağı ile ilgili bir kararlılığa sahne olurken, NATO zirvesi ağırlıklı olarak Rusya’ya dönük saldırganlık ve askeri bir kuşatmayı yeni bir stratejik vizyon olarak tanımlıyor.
2) “Rusya’nın özellikle komşuları ile ilişkilerindeki agresif tutumu” mahkum ediliyor ve daha sert önlemlerin alınması ve bu konuda daha somut adımların atılması karar altına alınıyor. Ukrayna ile devam eden çatışmalarda Ukrayna’nın daha çok destekleneceği ve henüz şartların olgunlaşmamasından ötürü NATO üyeliğinin bir süre daha erteleneceği ifade ediliyor ama açık kapı politikasıyla Rusya’ya da mesaj veriliyor. Joe Biden, Ukrayna ve Gürcistan’a kapıları açan Genel Sekreteri güya durdurmuş görünüyor olsa da oynanan ortaoyunu daha bitmeden, Rusya Devlet Başkanı Putin Amerikan basınına “Bizi çocuk gibi kandırmaya çalışıyorlar” minvalinde bir röportaj verdi. NATO’ya bu ülkelerin olası üyeliklerini, Putin ulusa yaptığı sesleniş konuşmasında kırmızı çizgi olarak tanımlamış ve bir oldubittiyi kabul etmeyeceklerini ifade etmişti.
Rusya’ya dönük askeri kuşatmanın merkez üssüne dönüştürülen Baltık ülkeleri, Polonya ve son bir adım olarak Ukrayna’nın dahil edilmeye çalışılması ilişkileri kopma noktasına getirmiş bulunuyor. Bizzat NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in yaptığı açıklamadan da ilişkilerin ne derece gergin olduğu anlaşılıyor. “Soğuk savaş yıllarında var olan gerginlik ve çatışmalı durumun da ötesinde ilişkilerin Rusya ile son derece hassas bir süreçten geçtiği” belirtiliyor. Rusya’nın bu hamlelere karşı kuşkusuz bir karşılığı ve hazırlığı olacaktır ve bunun sahadaki izdüşümünün nasıl ve ne şekil olacağını da bekleyip göreceğiz.
Önceki ABD Başkanı Trump’ın ve Fransa Devlet Başkanı Macron’un, “anlamını yitirdiği”ni ya da “beyin ölümünün gerçekleştiği”ni iddia ettikleri NATO, yeni Başkan Biden’le küllerinden yeniden doğuyor ve vazgeçilemez olduğunu teyit ederek, Global-NATO konseptiyle çıtayı daha da ileri taşıyor. Bu adlandırma ve konumlandırma, NATO için çok da yeni değil ama pratik ayaklarının örgütlenmesi açısından yepyeni bir sürecin başlangıcına işaret ediyor. Özellikle Doğu Avrupa’daki genişleme planları ve Ukrayna ile Gürcistan’a yapılan çağrılar Rusya ile askeri bir kapışmanın çok da uzak bir ihtimal olmadığını gösteriyor.
3) Zirveden yansıyan en önemli gelişmelerden biri de Trump’la sarsılan ABD imajının Biden’la yeniden tesis edilmeye çalışılmış olmasıdır. Trump’lı ABD ile özellikle gümrük vergilerini artırma ve savunma harcamaları konusunda derin çelişkiler yaşayan Avrupa Birliği ülkelerinin (özellikle de Almanya ve Fransa’nın) zirvede her ne kadar “can ciğer kuzu sarması” pozları verseler de bir dizi konuda derin fikir ayrılıkları yaşadıkları, bütün özenli açıklamalara rağmen dikkatlerden kaçmadı.
Çin ile büyük bir ticaret hacmi olan Alman emperyalizmi, Çin’e yönelik hamlelerde temkinli olunması gerektiğini salık vermekten imtina etmemekle beraber, süreci nasıl götüreceği konusunda büyük bir açmazla da baş başa kalmıştır. AB ile Çin arasında gelişen ekonomik ve stratejik ilişkilerin tehlike arz ettiği açıkça deklere edilmiş ve Çin’in her açıdan kuşatılacağı yeni bir stratejik tutum benimsenmiştir. Zirvede daha ne olup bittiği tam anlaşılmadan Çin ilk hamlesini yaparak, Alman firmalarına dönük yaptırımların gelebileceğini açıklayarak adeta gözdağı verdi. Özellikle Alman sermayesi için Çin pazarı vazgeçilemez bir potansiyel taşımaktadır. Toplam ihracatının en fazla olduğu bir ülkeye aba altından sopa göstermenin hiç şüphesiz bazı sonuçları da olacaktır.
4) Bir başka önemli başlık olarak siber saldırılar ve uzayın savaş alanı olarak tanımlanmasıdır. Global-NATO stratejisi savaşların bilinen klasik kara, deniz ve hava dışında uzaya da taşınabileceğini resmen kabul etmiş oldu. Çin ve Rusya’nın askeri amaçlı olarak uydu faaliyetleri yürüttüğü ve bunların gerekli olması halinde vurulacağı da kararlaştırılmış bulunuyor. Oysaki uzaydaki toplam uyduların yüzde 65”i NATO üyesi ülkelere aittir. Yine kendi deyimleri ile “Uzayı kontrol eden karayı, denizi ve havayı kontrol eder.” Yalnız bu hakkı sadece kendilerine ait gördükleri için bir başkasının yapıyor olması onların “ulu değerler”iyle bağdaşmamaktadır ve elimine edilmelidir.
Gerici emperyalist-kapitalist düzenin bekçiliğini yapan ve tarihin gördüğü en büyük suç örgütü olan NATO zirvesinden yansıyan bu ana başlıklar bir kez daha göstermiştir ki emperyalistler arası derinleşen çelişkiler ve büyüyen çatışma alanları her an kontrolden çıkma potansiyeli taşımaktadır. Ellerindeki gelişmiş silah teknolojileri ve nükleer silahlarla bütün bir insanlığı ve gezegeni yok edebilecek olanaklara sahip bu mahşerin silahşorları büyük bir yıkımın ön hazırlıklarını yapmaktadırlar. Bu yıkımı durdurabilecek yegane güç ise her zaman olduğu gibi bugün de yine uluslararası bir devrimci sınıf hareketi ve mazlum halklar olacaktır.