Yetmişlerden bu yana süregelen bir bunalım içerisinde debelenen kapitalist sistemin sorunları gün geçtikçe içinden çıkılmaz hale geliyor. Ağırlaşan hegemonya bunalımı, keskinleşen uluslararası rekabet, gittikçe artan silahlanma ve militarizm, süreklileşen bölgesel savaşlar günümüz dünyasının başat gündemleridir.
Sistemin uluslararası ve bölgesel aktörleri, gittikçe çeşitlenen ve artan bu sorunlara, ardı ardına zirveler düzenleyerek sözüm ona çözüm arıyorlar. Bu zirvelerden biri de geçtiğimiz günlerde, Akdeniz’e kıyısı bulunan AB üyesi ülkeler tarafından gerçekleştirildi. 17 Eylül 2021’de Atina’da, “MED9” (Avrupa Birliği üyesi Güney Avrupa Ülkeleri) ismiyle yapılan zirveye Fransa, İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan, G. Kıbrıs, Hırvatistan, Slovenya ve Malta’dan oluşan dokuz ülke katıldı. Daha önceki yıllarda 7 ülkeyle yapılan bu yılki zirveye, Hırvatistan ve Slovenya da dahil oldu. Çeşitli konuların konuşulduğu zirvenin ardından bir deklarasyon yayınlandı.
Yunan devleti zirve için yoğun güvenlik önlemleri alırken, Atina’da 06.00-24.00 saatleri arasında eylem yasağı ilan edildi. Yasağa rağmen, Atina’da zirveye yönelik protesto eylemleri gerçekleştirildi.
Zirvelerin değişmez gündemi göç ve iklim krizi
Son yıllarda gittikçe artan, aciliyet kazanan ve bu haliyle dünya gündeminin üst sıralarına tırmanan göç, mülteciler ve iklim krizi “MED9” zirvesinin de ana gündemlerini oluşturdu.
Yakın zamanda Afganistan’da yaşanan gelişmelerin tetiklediği mülteci krizinin, başta Türkiye olmak üzere, Yunanistan, Kıbrıs ve İtalya’yı etkilediği belirtilerek, hızlanan göçün önlenmesine ilişkin tavsiyeler sıralandı. Bunun için Türkiye’nin yanı sıra, Afganistan’a komşu ülkelere de mali yardımda bulunulması gerektiği ifade edildi.
Katılımcı tüm ülkeler göçmen krizi konusunda Türkiye ile işbirliğinin devamından yana görüş belirtirken, Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçotakis, şimdiye kadar göçmenlere yönelik insanlık dışı politikaların mimarlarından biri değilmiş gibi, “sığınmacıların aletleştirilmesine izin verilmemesi gerektiğini” söyledi ve devamında da, “Yunanistan’ın Türkiye ile sınırlarında 2020 yılının başlarında yaşanan olayların tekrarlanmasına kesinlikle izin verilmeyeceğini” iddia ederek tam bir ikiyüzlülük sergiledi.
Daha geçtiğimiz ağustos ayında Yunanistan ile Türkiye arasında defalarca gidip gelen ve en sonunda Türkiye tarafında beşerli gruplar halinde denize atılan 45 göçmenden bazılarının akıbeti hala bilinmiyor. Zirvede insani pozlara bürünen Miçotakis ve ortakları bunlardan habersiz olamazlar. Dolayısıyla mülteci sorunuyla ilgili ifade ettikleri ve planladıklarının hiçbiri bu soruna insani sınırlarda bile bir çözüm bulmaya yönelik değil. Yaptıkları tek şey sınırları daha geçilmez kılmak, bazı ülkelere rüşvet vererek mültecileri oralarda insanlık dışı koşullarda tutmasını sağlamaktır. Yunanistan’ın bulduğu bir başka “çözüm” ise yeni kamplar inşa etmektir. Yunanistan yakın zamanda Samos adasında yeni bir mülteci kampı inşa etti.
“MED9” zirvesinin bir başka önemli gündemi ise küresel ısınmaya bağlı olarak gittikçe ağırlaşan iklim krizi idi. Geçtiğimiz yaz yoğun olarak yaşanan sıcak hava dalgaları, kuraklık, orman yangınları, aşırı yağışlar ve sel baskınlarının özellikle Akdeniz ülkelerini oldukça olumsuz etkilediği belirtildi. Bunun ekonomide ve ekosistemde ciddi sorunlara yol açtığı ifade edildi.
Düzensiz göç konusunda olduğu gibi, iklim krizi konusunda da konuşulanların çoğu lafta kalmaya mahkumdur. Çünkü bırakalım bu sorunların sebeplerine eğilip, onları adım adım ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler almak, bu sorunun kimi sonuçlarını hafifletmek konusunda bile hiçbir ciddi adım atılmıyor. Ki böyle bir şey sistemin doğasına aykırı olurdu zaten. Dünyadaki sıcaklığın 1,5 derece ile sınırlandırılması için verilen tarihler gittikçe ileri atılıyor. Önce 2030’a kadar deniyordu, şimdilerde gittikçe 2050 hedeflerinden bahsedilmeye başlandı. İklim krizi konusunda alınan tek somut karar, 2030 yılına kadar 3 milyar ağacın dikileceği yönünde verilen vaat oldu.
Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’ye uyarı
“MED9” zirvesinde Türkiye’yi ilgilendiren Kıbrıs ve Doğu Akdeniz gibi sorunlar da gündeme geldi. AB, Türkiye’ye, Güney Kıbrıs’ın deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ile ilgili diyalog çağrısına olumlu cevap vermesi istemini yineledi. Yine Kıbrıs sorunuyla ilgili, BM Güvenlik Konseyi’nin “iki toplumlu, iki bölgeli ve politik eşitliğe dayalı bir federasyon temelinde adil çözüm çağrısı” yinelenerek, “iki devletli çözüm önerilerinin kabul edilemez olduğu” vurgulandı.
Geçtiğimiz temmuz ayında Kuzey Kıbrıs’ı ziyaret eden Erdoğan, “40-50 senemizi onların söyledikleriyle geçirdik, netice alamadık. O devir kapandı. Azınlık felsefesini kabul etmiyoruz” diyerek, iki devletli çözümde ısrar ettiğini göstermişti. Bu türden bir “çözüm”, Türk sermaye devletinin Kuzey Kıbrıs’ı, kirli işlerini gördüğü bir arka bahçe olarak kullanmaya ve içte milliyetçi propagandanın malzemesi olarak kullanmaya devam etme niyetini dışa vuruyor. Bu haliyle BM’ninkinden çok daha geri bir çözümdür kuşkusuz.
Ayrıca geçen yıl Tük sermaye devletinin BM kararlarını da çiğneyerek tek yanlı olarak ziyarete açtığı kapalı “Maraş Bölgesi” ile ilgili, yasadışı eylemlerinden dolayı Türkiye kınandı ve bu tür eylemlerin iptali için çağrıda bulunuldu.
Türkiye’deki dinci-faşist rejimin son yıllarda depreşen Neo-Omanlıcılığının ürünü fetihçi, saldırgan dış politikası da zirvede geniş eleştirilerle birlikte ortak bir tutuma konu oldu. Özellikle Saray rejiminin D. Akdeniz ve Ege’deki tek yanlı maden arama faaliyetleri kast edilerek, tüm devletlerin uluslararası hukuk ile deniz hukukuna uyması salık verilerek, tek yanlı eylemler ile provokasyonlardan kaçınılması, aksi takdirde bazı yaptırımlara gidilebileceği tehdidinde bulunuldu. Aynı konuda Miçotakis, “Türkiye’den Yunanistan’a, Kıbrıs’a ve diğer bölge ülkelerine yönelik saldırgan tutumuna son vermesini bekliyoruz” dedi.
Türkiye’deki saray rejimi, zirvede kendisine yönelik alınan kararlara, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç üzerinden yaptığı yazılı açıklamayla tepki gösterdi. Bilgiç, “Sonuç bildirisinin D. Akdeniz, Kıbrıs ve düzensiz göç konusundaki bölümlerinin, önceki senelerde olduğu gibi, taraflı, vizyonsuz ve gerçeklerden kopuk” olduğunu savundu. Devamında, bildiriye imza atan AB ülkelerini, “Yunanistan ve G. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin körü körüne peşinden giderek izledikleri tek yanlı ve taraflı tutumlarını terk etmeye davet ettiklerini” ifade etti.
Anılan sorunlar konusunda iki tarafın da itham ve uyarılarına bakılırsa, bulunan çözümlerin geçici yatıştırmaların ötesine geçemediği, gelecekte benzer sorunların döne döne nüksedeceği anlaşılıyor.
Zirveler sisteme içkin sorunları çözemez
Emperyalist devletler arasında süren hegemonya yarışı, keskinleşen rekabet, sınırsız büyüme isteği, artan gelir uçurumu, korkunç boyutta gelişen silahlanma, artan göç dalgaları ve nihayetinde küresel ısınma ve iklim krizi... Bu sorunların tümü, kapitalist sistemin yapısından ve işleyişinden kaynaklanan sorunlardır. Barıştan bahsediyorlar fakat, silahlanmaya ayrılan bütçeleri kısmadıkları gibi sürekli arattırıyorlar. Gerilimin düşürülmesinden bahsediyorlar fakat, rekabette üste çıkmaya ve büyümeye endeksli ekonomiye devam ediyorlar. Sosyal adaletsizlikten devam vuruyorlar fakat, sosyal harcamaları gittikçe kısıyorlar. Göçü önlemekten bahsediyorlar fakat, ülkeleri işgal etmeye, bombalamaya ve iç karışıklık yaratmaya devam ediyorlar. Çevreyi korumaktan bahsediyorlar fakat, rant için daha çok orman yakıyorlar, artan enerji ihtiyacını daha fazla fosil yakıt tüketerek karşılamaya devam ediyorlar vb...
Dolayısıyla bu sorunları sürekli üreten ve büyüten sistemlerin başındaki şahısların ikide bir yaptıkları zirvelerin, paktların, bloklaşmaların, ittifakların veya anlaşmaların bu sorunlara cevap olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü bunların bu ağır sorunların sebeplerine inmeleri ve onları ortadan kaldırmaya çalışmaları, kendi varlık sebeplerini ortadan kaldırmaları demektir.
Bundan dolayıdır ki, sistem sözcülerinin yaptıkları hiçbir zirveden işçi-emekçilerin ve ezilen halkların hayrına bir karar çıkması beklenemez. Aksine, onların payına her zaman yeni saldırılar ve yeni kısıtlamalardan başka bir şey düşmeyecektir. Bütün sorunların birinci dereceden muhatabı ve mağduru olan dünya halkları ve işçi sınıfı örgütlü bir şekilde sürece katılmadıkça, onların lehine hiçbir ciddi değişimin yaşanması mümkün değildir.