İran, 13 Nisan Cumartesi günü İsrail’e 300’den fazla insansız hava aracı ve füzeyle saldırdı. Bu, 1 Nisan’da İsrail’in Şam’daki İran konsolosluğuna düzenlediği saldırıya beklenen bir yanıttı. Füze saldırılarını görüşmek üzere ulusal güvenlik ekibiyle bir araya gelen ABD Başkanı Joe Biden, “İran ve vekillerinin oluşturduğu tehdide karşı, İsrail’in güvenliğine sarsılmaz bağlılığını” ilan etti. Biden yönetimi elbette Gazze’deki soykırım savaşına tam destek sunuyor ve finanse ediyor. Ancak bu kadarı, siyonist çetenin şefi Netanyahu’nun amaçları açısından yetersiz kalıyor. O, ABD ordusunun İsrail için bölgesel bir çatışmaya doğrudan müdahil olmasını istiyor. Siyonistler, ABD ile batılı emperyalistleri İsrail’in yanında yer almaya zorlayacak bir çatışma istiyor. Dolaysıyla İran’ı İsrail’e karşılık vermek zorunda bırakacak bir saldırı gerekiyordu. Şam’daki İran konsolosluğuna düzenlenen küstahça saldırı, bunun için tasarlanmış bir provokasyondu.
Herhangi bir diplomatik bina, ait olduğu ülkenin toprağı sayılır. İsrail’inki, İran topraklarına doğrudan bir saldırıydı. Ancak ABD ile bir savaşa sürüklenmek istemeyen İran rejimi, İsrail’in tasarladığı provokasyona meydan vermeyecek bir misillemede bulundu. İran, uluslararası ve iç kamuoyundaki itibarını korumak zorundaydı ve İsrail’e karşılık vermekten başka seçeneği yoktu. İsrail’e bir uyarı niteliği taşıyan saldırıda, İHA’ların ve füzelerin büyük bir çoğunluğunun ABD, İngiltere ve Fransa emperyalistleri tarafından düşürüldüğü iddia edildi. İsrail kaybının hafif olduğunu öne sürdü. Oysa görüntüler hedefine ulaşan çok sayıda füze olduğunu gösteriyor. İran Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) ise, “İşlediği çok sayıda suça yanıt olarak İsrail’in önemli askeri hedeflerini başarıyla vurup yok ettik” diye açıklama yaptı. Ayrıca, “İsrail bir hata daha yaparsa İran İslam Cumhuriyeti’nin tepkisi çok daha sert olur” diye de sert bir şekilde uyardı. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin, “saldırı kapsamlı değil, yalnızca sınırlı bir önlemdi. Daha güçlü bir operasyon gerçekleştirseydik, İsrail’den geriye hiçbir şey kalmayacaktı” açıklaması da misillemenin orantılı olduğunu anlatıyor. Ancak orantılı olması saldırının önemini ortadan kaldırmıyor. Bu, siyonist rejim tarihinde bir ilkti. Batılı emperyalistler koruyucu önlem almasalardı, İsrail’in saldırıyı önleme kapasitesinin %20 civarında kalacağı tahmin ediliyor.
ABD ile batılı emperyalistler başta olmak üzere birçok ülke, İsrail saldırganlığı karşısında İran’a ‘itidal’ için baskı yaptı. Oysa İran, kendi askeri personelleri ve nükleer programında yer alan onlarca bilim insanının öldürülmesi de dahil, İsrail’in birçok saldırısı karşısında uzun süredir “stratejik sabır” adına zaten büyük bir ‘itidal’ gösteriyordu. Ancak aynı emperyalistler, İsrail’in uluslararası anlaşmaları ayaklar altına alan konsolosluk saldırısına dair hiçbir kınamada bulunmadı. Ama İran’ın misillemesi karşısında, İsrail’in safında adeta ayağa kalktılar. İngiltere Başbakanı Rishi Sunak batı emperyalizmi adına, “İran rejiminin İsrail’e yönelik pervasız saldırısını mümkün olan en güçlü ifadelerle kınıyorum” dedi ve “İran, kendi arka bahçesine kaos tohumları ekmeye kararlı olduğunu bir kez daha kanıtladı” ifadeleriyle İğrenç bir ikiyüzlülük sergiledi. Bu tutum “uluslararası toplumun” mide bulandıran çifte standartlarını bir kez daha ortaya koydu. Batılı emperyalistler İran, Rusya ve Çin gibi ülkeleri “kurallara dayalı uluslararası düzeni yok etmeye çalışmakla” suçluyorlar. Bu düzenin kurallarını belirleyen ABD ve müttefikleri ise “barış ve demokrasi” çığırtkanlığı eşliğinde her ülkenin bu kurallara uymasını bekliyorlar. Kendileri ise kuralsızlığın baş mimarlarıdır.
İran, misillemesini, BM Meşru Savunma Şartı’nın 51. maddesine dayanarak gerçekleştirdiğini söyledi. “Konu kapanmış sayılabilir” diyen İran, “Ancak İsrail rejimi bir hata daha yaparsa İran’ın tepkisi çok daha sert olacaktır” uyarısında bulundu. “Bu, İran ile haydut İsrail rejimi arasındaki, ABD’nin dışında durması gereken bir çatışmadır” diye de ekledi. “İsrail’i savunmak için insansız hava araçlarını durdurarak müdahale ederseniz sizi meşru hedef olarak kabul edeceğiz” diyerek de bölge ülkelerine uyarıda bulundu.
İran misilleme yapmak zorundaydı ama durumun daha da tırmanmasını istemiyordu. “Konu kapanmış sayılabilir” derken bunu belirtiyor, topu ABD ile İsrail’in sahasına atıyordu. ABD ise, bir yandan bölgedeki vurucu gücü olan İsrail’e her tür desteği sunmak, ama öte yandan da tehlikeli bir şekilde kontrolden çıkabilecek bölgesel bir savaşa çıkarları gereği şimdilik girmek istemiyor. Dolaysıyla Netanyahu’yu dizginlemek durumunda. Zira ABD, İsrail’in yapacağı yeni bir saldırının, kendisinin ve diğer ülkelerin doğrudan içine çekilebileceği daha geniş bir bölgesel savaş riskini artıracağını biliyor.
İsrail’in sembolik saldırısı
İran’ın misillemesine, İsrail karşılık verdi. İsrail saldırısının gerçek boyutunun ne olduğu bilinmiyor. Yanı sıra İran, Irak ve Suriye’deki hedeflere yönelik saldırı hakkında yansıyanlara göre, bunun sınırlı bir operasyon olduğu iddia ediliyor. İran’ın yanıt vermek zorunda kalmaması da aynı zamanda buna yorumlanıyor. İsrail saldırıyla ilgili sessiz kalırken, İran olayı önemsiz gibi gösterdi. Biden yönetimi ise saldırı konusunda mesafeli davranırken El Cezire kanalına göre, G7 dışişleri bakanları “tüm tarafları” bölgedeki gerginliği önlenmeye çağırdı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de İran, İsrail ve müttefiklerine Orta Doğu’da gerilimin tırmanmasından kaçınmaları çağrısında bulundu. Aynı çağrı, Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya, Hollanda, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Türkiye gibi ülkelerden de geldi. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ise yaptığı açıklamada, “Ortadoğu’daki tehlikeli misilleme döngüsünü durdurmanın tam zamanı” olduğunu söyledi.
İsrail, riski çok fazla yükseltmeden sertlik göstermek istiyor ve son saldırının sembolik olduğu kabul ediliyor. İran’dan da bir karşı saldırı yanıtı gelmedi ve hatta olayı önemsiz gibi gösterdi. Üst düzey bir İranlı yetkili, isminin açıklanmaması kaydıyla Reuters’e, “Herhangi bir dış saldırı almadık ve tartışma saldırıdan çok sızmaya doğru gidiyor” açıklamasında bulundu. Yetkiliye göre İran tarafının bir misilleme planı yok. ABD’nin İsrail’i dizginlemesi üzerine her iki tarafın da çatışmanın topyekün bir boyuta tırmanmasını engellemek istedikleri anlaşılıyor. İsrail’in İran’a yönelik saldırısından önce ABD ve İngiltere, İsrail’e yönelik füze ve Drone saldırısına yanıt olarak Tahran’a yaptırımlar açıklamıştı. Yaptırımların, sembolik olduğu ve İsrail’i sakinleştirme amacı taşıdığı söyleniyor. İsrail-İran çatışmasının tetiklediği potansiyel bir bölgesel savaşa dahil olmak istemeyen ABD, İsrail’e kırmızı çizgi çizmeye çalışıyor. İran ise, bölgesel savaşı tetikleyecek adımlar atmamaya özen gösteriyor.
İsrail ve İran karşılıklı olarak sertliklerini korurken gerilimin tırmanmasından kaçınıyor gibi görünüyorlar. Ancak buna rağmen İsrail-Filistin çatışması kabarmaya devam ediyor. Zira İsrail, sürekli olarak gerilimi tırmandırmak istiyor. Böylece İsrail ile İran arasındaki sertleşme, bölgesel bir savaş tehlikesini büyütüyor. Dolaysıyla Ortadoğu’da savaşın alevleri yanmaya devam ediyor. Göründüğü kadarıyla İsrail, bunu bir orman yangınına dönüştürmek isteyen tek ülkedir. Gazze şeridinin neredeyse tamamını adeta moloz yığınına dönüştüren İsrail ne siyasi ne askeri hedeflerine ulaşabildi. Geriye kalan son hedef ise 1,5 milyon kişinin her türlü insani koşullardan yoksun olarak toplandığı güneydeki Refah kenti. Buraya dönük bir saldırıya ise efendisinden henüz izin çıkmadığı belirtiliyor. Zira sergilenen soykırım, uluslararası alanda büyük protestolara yol açmış, İsrail’i teşhir eden ve Lahey Adalet Divan’ında yargılanmasını sağlayan gelişmeler yaşanmıştı. Bu gelişmeler ABD’yi Netanyahu’ya saldırmaktan kaçınması için baskı yapmaya zorladı. Siyonist rejim, saldırganlık dışında bir politikası olmadığı için İran’la gerilimi tırmandırdı. Zira Gazze de yapılan soykırım sonucu, İsrail’e sunulan desteğin zayıfladığı ve siyonist rejimin giderek yalnızlaştığı bir aşamada, İran’a dönük provokasyonu körüklemek, Netanyahu için bir can simidi işlevi görebilirdi. Nitekim Gazze’de ki soykırım savaşı kısmen de olsa geri plana itilmiş bulunuyor. Buna karşın savaş çetesinin şefi Netanyahu’nun bir ‘can simidi’ne kavuştuğu söylenemez.
ABD, “her zaman İsrail’in yanında olacağız” diyor ama İsrail’in İran’a karşı kapsamlı bir saldırısında İran’la savaşa katılmayacağını söylüyor. Fakat bu iki iddianın sınırlarının ne olacağı belirsizliğini koruyor. Zira İsrail’in Gazze’deki soykırımı ve NATO desteğini arkasına alarak İran, Suriye ve Lübnan’a yönelik saldırıları, Amerika’nın kendini savaşın içinde bulmasına yol açabilir. Bu da Ortadoğu’yu bölgesel bir savaşın ateşine atmak demektir. Emperyalist hegemonya mücadelesinin kızıştığı, Filistin sorununun ve siyonist vahşetin devam ettiği koşullarda, İran-İsrail arasındaki misillemelerin kontrolden çıkması olasıdır.