İsrail-İran çatışması

Hegemonya savaşında Çin’e odaklanmak isteyen ABD’nin bölgede bir savaşa batmak istememesi, şimdiye kadar İsrail’in heveslerini kursağında bıraktı. Ancak siyonist rejim var olduğu ve batılı emperyalistler tarafından desteklendiği sürece savaşın karanlık gölgesi bölge üzerinde dolaşmaya devam edecektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Nisan 2024
  • 15:00

Emperyalist güç ilişkilerinde yaşanan değişimin yansımaları, son yıllarda Ortadoğu’da da görülmeye başladı. Ukrayna savaşı bağlamında yaşananlar ise bunun somut bir şekilde dışa vurmasını sağladı. Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e saldırması ve izleyen süreç ise buna yeni boyutlar kazandırdı. Emperyalist hegemonya mücadelesinin kanlı sahnesi olan Ortadoğu’da da güç dengeleri sarsılıyor, yeni dengelerin oluşma süreci devam ediyor. Bölgenin, emperyalist nüfuz mücadelesinin yanı sıra etnik, mezhepsel, ulusal çelişki ve çatışmaların sahnesi olması ise olası bir bölgesel savaşta emperyalist/siyonist güçlere istismar alanları açıyor.

Uluslararası hukuk ve kuralları ayaklar altına alan İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’daki İran Konsolosluğu’na düzenlediği saldırı hem tehlikeyi arttırdı hem bölgesel savaşın kimler tarafından kışkırtıldığını net bir şekilde gösterdi. Aralarında iki generalin de bulunduğu yedisi İran Devrim Muhafızları mensubu olmak üzere 13 kişi İsrail’in F35 savaş uçaklarıyla yaptığı bombardımanla katledildi. Bu vahşi katliam, 1979’dan beri birbirine düşman olan İsrail ile İran arasındaki gerginliği daha da tırmandırdı. İran, İsrail’in cezalandırılacağını, “düşmanın hiçbir saldırısının cevapsız kalmayacağını” duyurdu. İran’ın saldırıya yanıt vermesinin meşru hakkı olduğunu ifade eden dini lider Ali Hamaney’in kıdemli danışmanlarından Yahya Rahim Safavi, “Siyonist rejimin elçilikleri artık güvende değil. Dün itibarıyla korkudan dolayı 27 büyükelçiliğini kapattı” dedi. Yansıyan haberlere göre de dünya genelindeki 28 İsrail büyükelçiliği, “İran’ın misilleme yapabileceği korkusu” nedeniyle Cuma günü kapalı kaldı.

Basında çıkan haberlerde İsrail ile ABD’nin alarma geçtiği ve saldırıya hazır oldukları öne sürüldü. CNN’in bildirdiğine göre, üst düzey ABD hükümet yetkilileri misilleme amaçlı bir saldırının kaçınılmaz olduğuna inanıyorlar. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da kabine toplantısında ülkenin İran’dan gelecek bir saldırıya hazır olduğunu iddia etti. Oysa hem ırkçı-siyonist rejim hem toplumun önemli bir kesimi diken üstündedir. İsraillilerin marketlere hücum ettiği, bankalardaki paralarını çektiği bir kısmının ise geldikleri ülkelere geri gittiği siyonist medya tarafından da dile getiriliyor. 

İran yönetimi ise karşılık verme kararının alındığını, bunun uygun zaman ve araçlarla yapılacağını birden fazla kez dile getirdi. Kimi çevreler İran’ın “stratejik sabır” taktiğini izleyeceğini zira ABD ile İsrail’le savaşmak istemediğini iddia ediyor. İran’ın bölgesel bir savaş istemediği açık. Karşılık verirken de bunu gözetmek durumunda kalacaktır. Ancak bu karşılık verme konusunda bir tereddüt olduğu anlamına gelmiyor. Joe Biden yönetiminin “saldırıyla bir alakamız yok” diye açıklama yapması, İran’ı kısmen de olsa rahatlatıyor. Zira Amerika’da seçimler yaklaşırken Biden yönetimi de bölgesel bir savaşın içine girmek istemiyor. İsrail rejimine hakim olan soykırımcı çetenin bu yöndeki ısrarlı taleplerine karşılık verilmemesi de buna işaret ediyor. Nitekim büyükelçilik katliamı, İran’ın İsrail’e saldırmasını, siyonistleri korumak için ABD’nin İran’a saldırmasını sağlamak hesabıyla girişilmiş bir provokasyondur.

Bu arada saldırının sineye çekilmesi, “kırmızı çizgileri” aşılmış İran’ı siyonistler nezdinde zayıf göstereceği ve yeni saldırılara davetiye çıkaracağı dikkate alındığında, Tahran’ın sert bir karşılık vermesi kaçınılmaz görünüyor. Elbette bunu yaparken, Netanyahu ve savaş çetesine yeni bir provokasyona fırsat vermeyecek bir yol bulması da gerekiyor. Bu denklemde verilecek karşılığın hangi biçim ve boyutlar içinde olacağı ise ilerleyen süreçte görülecektir.

***

Ortadoğu’nun kalbine saplanmış ABD emperyalizmin kanlı bir hançeri olan İsrail’in Suriye’deki İran büyükelçiliğine saldırısı tehlikeli bir provokasyondur. Saldırıda İran Devrim Muhafızları’nın üst düzey iki komutanı öldürülse de İsrail’in bombaladığı yer, İran toprağı kabul edilen diplomatik bir alandır. Bölgede saldırganlık dozunu sistematik bir şekilde artıran siyonist rejimin bu saldırısı, İran’a savaş ilanı niteliğindedir. Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün iki üst düzey komutanının öldürülmesiyle İsrail, İran’ı misilleme yapmaya zorluyor. Suriye ve Lübnan ise aylardır İsrail’in saldırısı altında. İsrail hedeflerini kademeli olarak genişletiyor. Yüksek rütbeli komutanların yanı sıra Lübnan’ın içlerine sızarak saldırılar düzenliyor. Ocak ayının başında Beyrut’ta Hamas’ın siyasi liderlerinden Salih el-Aruri’nin öldürülmesi, Bekaa Vadisi gibi iç kesimlerden 100 kilometre kadar içerilere saldırması, ilk akla gelen bazı örnekleridir.

Batılı emperyalistlerin sınırsız desteğine yaslanan İsrail yakıp yıkmakla, soykırım suçu işlemeyi sürdürmekle savaşın ve uluslararası hukukun kırmızı çizgilerini pervasızca çiğnemektedir. Bunlara ek olarak İran’ı doğrudan çatışmaya girmeye zorlayan hamleler de yapıyor. Bunu başarması durumunda ABD’yi de savaşın içine çekebileceğini var sayıyor. Filistin direnişi karşısında utanç verici bir hezimete uğrayan siyonist aygıt, ABD desteğinde savaşı bölge ülkelerine taşıyarak içine düştüğü açmazda çıkabileceğini var sayıyor. ABD’nin bölgesel savaşa halen onay vermemesi Tel Aviv’deki histeriyi daha da derinleştiriyor.

 Tahran’daki liderlik ise çıkarları gereği savaşın genişlemesini istemediğini birçok vesileyle dile getirdi. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’da siyonistlerle savaşlarının Gazze’ye destek sınırlarında olduğunu pek çok kez dile getirdi. Gazze’de soykırımın durdurulması ve işgalci İsrail ordusunun çekilmesi durumunda çatışmalara son vereceklerini ifade ediyor. Elbette İsrail’in saldırması durumunda buna aynı şiddette karşılık verme hakkını saklı tutuyor. HAMAS ile diğer Filistin direniş örgütleri de taleplerinin kabul edilmesi koşuluyla ateşkese hazır olduklarını açıklamışlardı.

“Direniş ekseni” cephesinin kalıcı bir ateşkes talep etmesi, İran’ın “stratejik sabır” politikası izlemesi, İsrail’in küstahça saldırılara devam etmesine engel olmuyor, tersine daha da azgınlaştırıyor. Bu ise vahşi soykırımcı kimliğini dünyaya göstermesine rağmen, hiçbir siyasi hedefine ulaşamayan siyonist rejimin açmazlarını derinleştiriyor.

İsrail’in İran’la çatışmayı provokatif saldırılarla tırmandırmasının iç politikayla ilgili çeşitli nedenleri de var. İsrail tarihinin en dinci en faşist hükümetinin başında bulunan Netanyahu kriminal bir tip. Hükümeti düşerse hapsi boylayabilir. Erken seçim talep eden sesler yükselirken, Netanyahu’nun istifası talebiyle kitlesel gösteriler düzenleniyor. Veriler, bu azgın siyonistin kurtuluşunu savaşı genişletmekte gördüğüne işaret ediyor.

Gazze’de hedeflerine ulaşamayan, Refah’a saldırı için ABD’den onay alamayan ve artık efendisini de rahatsız eden Netanyahu hükümeti, İran’ı savaşa zorlayacak provokasyonlara girişerek, kendisini kurtaracağını varsaydığı çılgınlıklara yöneliyor. 7 Ekim öncesine kadar bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzeltme yönünde adımlar atan İsrail, Arap devletleri ile AKP-MHP rejiminin Filistin halkına ihanet etmeleri sayesinde bölgede güçlü bir konum kazanmış görünüyordu. Oysa Aksa Tufanı hareketiyle yediği darbe, sonrasında ise “direniş ekseni” tarafından farklı cephelerin açılması durumu tersine çevirdi. Artık siyonist savaş çetesinin tutunmaya çalıştığı tek dal ABD emperyalizmi ile birlikte bölge halklarına karşı bir savaş açmaktır. ABD desteklese bile siyonist çetenin böyle bir savaştan zaferle çıkabileceği varsayımı ise çok şüphelidir.

***

İran’ın Orta Doğu siyasetinde artan nüfuzu ve “yayılmacı hırsı”, geliştirdiği nükleer program, Filistin direnişine çok yönlü destek vermesi ve işgal edilmiş Filistin toprakları üzerine kurulan siyonist rejimi meşru kabul etmemesi, İsrail ile İran arasında savaş olasılığını artıran faktörlerdir. İran her zaman Orta Doğu’da önemli bir güç olageldi. Son yıllarda bölge genelinde gücünü artırıyor ve hakimiyetini yaymayı hedefliyor. Diplomasi ve ekonomik yaptırımlara rağmen ayakta duran İran, ABD ile yaptığı anlaşma Trump tarafından çöpe atılınca, nükleer programından taviz vermeyi reddetti. İran’ın nükleer silah geliştirmesinin ise bölgedeki gücünü savunmak, güçlendirmek ve İsrail’in nükleer silah tekelini kırmak gibi stratejik sonuçları olur. ABD-İsrail cephesinin tehditlerine rağmen nükleer programından taviz vermeyen İran yönetimi, nükleeri silah için değil barışçıl amaçlarla geliştirip kullandığını iddia ediyor.   

Siyonist rejim yayılmacılık ve toprak ilhakına dayandığı için İran’ı kendi varlık nedeni önünde görüyor. Zira İran’ın inşasında belirgin bir rol oynadığı “direniş ekseni”, ırkçı-siyonizmin bu yayılmacılığına set çekecek güce ulaşmakla kalmadı, 7 Ekim’den sonra İsrail’in içinde yüzbinlerce kişiyi yerini terk etmek zorunda bırakan bir direnişe de imza attı. Bu ise, dünyadaki Yahudilere “size huzurlu, müreffeh bir vatan kurduk, buraya gelin” söylemiyle anlatılan siyonist hikayenin çöküşü anlamına gelmiyor. Nitekim 7 Ekim’den sonra tersine göç de belirgin bir şekilde arttı. Bu açmazdan çıkma telaşında olan siyonist çete askeri güç kullanımı başta olmak üzere her türlü saldırganlığı tırmandırıyor. Bu provokatif girişimler, savaşın farklı boyutlar kazanma olasılığını güçlendiriyor. Hegemonya savaşında Çin’e odaklanmak isteyen ABD’nin bölgede bir savaşa batmak istememesi, şimdiye kadar İsrail’in heveslerini kursağında bıraktı. Ancak siyonist rejim var olduğu ve batılı emperyalistler tarafından desteklendiği sürece savaşın karanlık gölgesi bölge üzerinde dolaşmaya devam edecektir.