Kapitalist-emperyalist barbarlığın hükümranlığı altında olan Ortadoğu’nun mazlum halkları büyük acılar ve yıkımlar yaşıyor. Emperyalistler arası nüfuz mücadeleleri, saldırganlık ve savaşların alanı olmaya devam eden bu bölgede, Kürdistan ve Filistin halkının yanı sıra Suriye, Irak, Libya ve Yemen, savaşın yıkım ve acıları içinde tüketildi-tüketiliyor. ABD emperyalizminin Ortadoğu’yu istediği şekilde yeniden dizayn etme stratejisi çökmüşken, bunun halklara faturası korkunç bir maddi ve manevi yıkım oldu. Bu yıkımın çok yönlü trajedisini on aydan bu yana bir soykırım olarak Filistin halkı yaşıyor. Ancak Filistin halkı, aynı zamanda kırılamayan iradesi ve soluklu direnişiyle siyonist celatların ve gerisindeki batılı emperyalist barbarlığın da gerçek yüzünü ve aczini belgeliyor.
Hegemonyasının gerilemesinin de bir sonucu olarak ABD’nin bölgedeki stratejisini hayata geçirme hedefi gerçekleşmezken, özellikle de Hamas’ın son saldırısıyla siyonizmin “yenilmezlik” efsanesi de büyük bir darbe almış oldu. Dolaysıyla emperyalisti/siyonist güçlerin Ortadoğu’ya arzuladıkları düzeni veremeyecekleri kesinleşmiş gibi görünüyor. Bu durum, dünya ve bölge politikası bakımından önemli sonuçlar yarattı. Emperyalizm ve siyonizm, içinde bulundukları bu zor durumdan çıkabilmek için yeni plan ve oyunlar eşliğinde saldırgan ve savaşçı politikalarını tırmandırıyor. Onuncu ayını tamamlamak üzere olan Filistin’de etnik temizlik ve siyonist cellatların savaşı bölgeye yayma histerisi bunun güncel boyutunu oluşturuyor.
Dünyanın en kanlı çatışmalar bölgesi olan Ortadoğu’da, sayısız faktörün birikimi olarak patlama dinamikleri büyüyor. Derinleşen emperyalist hegemonya krizi ve sertleşen nüfuz mücadeleleri, bunun temel nedenini oluşturuyor. Soykırımcı İsrail, Filistin’i yok etme, bunun önünde engel teşkil ettiğine inandığı ve kendi varlığına tehdit olarak kabul ettiği devlet ve devlet dışı güçlere boyun eğdirmek istiyor. ABD’siz bunu yapamayacağı için, ölüm ve yıkım savaşına ABD’yi de dahil etmeye çalışıyor. Kendi çıkarları gereği bölgesel bir savaşı ve bu savaşa dahil olmayı şimdilik istemeyen ABD, İsrail’e koşulsuz desteğini sürdürmekte ama siyonizmin bölgeyi topyekün ateşe atma saldırganlığını ise belli sınırlarda tutmak istiyor. Ama ABD emperyalizminin Ortadoğu halklarının bağrına saplı hançeri olan siyonist rejimin her yolla destekleneceği, Netanyahu’nun Washington ziyaretinde de somutlandı. Biden-Harris hükümeti, siyonist vahşete desteğin devam edeceği güvencesini verdi.
ABD ziyaretinde Netanyahu ile görüşen ve bu savaş suçlusuna, “Gazze Şeridi’nde acı çeken nüfusu korumak için daha fazlasını yapmaya çağırmak” gibi bir “demokratlık” sergileyen Harris, Gazze Şeridi’nde insanların çektiği acılara güya dikkat çekmişti. Gazze’deki soykırımı kastederek “Bu trajedilere göz yumamayız. Acı karşısında duyarsızlaşmamıza izin veremeyiz, ben de sessiz kalmayacağım” gibi riyakarca ifadeler kullanmıştı. “Demokrat” Harris, aynı görüşmede Siyonist devlete ve onun Gazze’de devam eden etnik temizliğine desteğini de yenilemişti. Bu desteğini İran’ı da kapsayacak şekilde genişleten Harris, “Başbakan Netanyahu ile açık ve yapıcı bir görüşme yaptım. Ona, İran’a ve Hamas ve Hizbullah gibi İran destekli milislere karşı da dahil olmak üzere, İsrail’in kendisini savunabilmesini her zaman sağlayacağıma dair güvence verdim” sözleriyle tutumunu özetlemişti.
Netanyahu’nun ABD dönüşünün hemen ardından İsrail rejimi, İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’ne düzenlenen füze saldırısını Lübnan’da ABD destekli bir savaşa dönüştürmenin fırsatına çevirmek istedi. İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’ne düzenlenen ve on iki çocuk ve gencin ölümüne yol açan roket saldırısında, ABD ve İsrail Hizbullah’ı suçladı. Hizbullah ise saldırıyı kesin bir dille reddetti. Saldırıyı kimin yaptığına ilişkin farklı iddialar var. Ama Arap basınındaki genel görüşe göre, saldırının faili İsrail’dir ve İsrail bu olayı Lübnan’a saldırmak için bir bahane olarak kullanmaktadır. Zira yapılan roket saldırısı, Gazze savaşı nedeniyle bir çıkmazda olan Netanyahu için can simidi niteliğindedir. Gazze’deki savaş, rehine krizi, Hamas’la yapılan müzakereler ve Filistinlilere yönelik devam eden soykırım saldırıları ise Netanyahu’nun hükümetini mümkün olduğu kadar ayakta tutma çabası olarak yorumlanıyor.
İsrail, Golan tepelerine düzenlenen saldırıda suçlanan Hizbullah’ın “yok edileceği ve Lübnan’ın sert bir şekilde vurulacağı bir topyekûn savaş” tehdidinde bulundu. İsrail Maliye Bakanı Bezalel saldırıdan sonraki saatlerde, “Bunun bedelini tüm Lübnan ödemeli” derken, ordu ve istihbarat liderleriyle bir toplantı düzenleyen Savunma Bakanı Yoav Galant da Hizbullah’ın “daha önce hiç ödemediği kadar ağır bir bedel ödeyeceğine” söz verdi. Gazze’de on binlercesi çocuk olmak üzere kimi kaynakların iddiasına göre 186 bin kadar Filistinlinin ölümünden sorumlu olan savaş suçlusu Netanyahu ise, Golan Tepeleri’ndeki “ölümcül saldırı” karşısında “şok” olduğunu söyleyecek bir yüzsüzlük sergiledi. Hizbullah’a karşı “topyekûn savaş” ilan eden İsrail, saldırıdan yalnızca birkaç saat sonra Hizbullah’ın hedeflerine saldırdı. İsrail ordusuna göre havadan ve karadan gerçekleşen saldırılarla Lübnan’ın yedi farklı bölgesinde yaklaşık on hedefin vurulduğu açıklandı. Vurulan hedefler arasında Hizbullah silah deposu, altyapısı, askeri tesisler ve bir roketatar olduğu iddia edildi.
Bu gelişmelerle İsrail ile Lübnan Hizbullah’ı arasında son derece tehlikeli bir gerginlik hızla artarken İsrail, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’yi, İran’ın başkenti Tahran’da ikamet ettiği konuta düzenlediği hava saldırısında öldürdü. Saldırıyı, “cezasız kalmayacak korkakça bir eylem” olarak niteleyen Hamas, İsrail’in bedel ödeyeceğini açıkladı. İran Devrim Muhafızları Ordusu, “İran ve direniş cephesi, bu suça karşılık verecektir” açıklaması yaparken, İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud ise İran’ın “... terörist işgalcileri korkakça eylemlerinden pişman edeceğini’’ söyledi. Dini lider Ali Hamaney de Hamas liderinin öldürülmesinin intikamını almanın Tahran’ın görevi olduğunu söyledi ve İsrail’i “sert bir ceza” ile tehdit etti. Suikastın, “İran’da gerçekleştiği için çok ciddi” olduğu, “çatışmaların daha da şiddetleneceği ve durumun kötüleşeceği, iyiye gitmeyeceği” yönünde değerlendirmeler yapıldı. Gelişmelerin toplamı, bölgede “vahim bir tırmanış” yaşandığını ve İsrail’in bölgeyi savaşın ateşi içine atma histerisi içinde olduğunu gösteriyor.
İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Nasser Kanani, Tahran’da gerçekleşen suikast öncesinde, “Lübnan’da herhangi bir yeni İsrail askeri maceranın bölgede istikrarsızlığın, güvensizliğin ve savaşın genişlemesi de dahil olmak üzere “öngörülemeyen sonuçlara yol açabileceği” konusunda uyarmıştı. İsrail ile Lübnan Hizbullah’ı arasında çatışmalar tırmanırken, ABD hükümeti gerilimi düşürmeye çalışıyordu. Ulusal Güvenlik Konseyi iletişim direktörü John Kirby, “Diplomatik çözüm için hâlâ zaman ve yer olduğuna inanıyoruz” diye açıklama yaptı. Biden yönetimi hafta sonu bölgedeki çeşitli aktörlerle yoğun temaslarda bulunmuştu. ABD haber portalı Axios, ABD’nin telkinlerinin de bir sonucu olarak İsrailli yetkililerin, İsrail güvenlik kabinesi ve ordusunun “Hizbullah’a karşı daha önce görülmemiş çok daha güçlü bir tepkiden” yana olduğunu ancak büyük bir savaştan yana olmadığını aktarmıştı. İsrail’in Lübnan’a askeri müdahale açıklaması ve saldırısının ardından İran’da yaşanan suikast, Ortadoğu’da gerilimi daha da arttırdı.
ABD’nin gerilimi düşürme çabalarının ve üst düzey İsrailli subayların ordunun Hizbullah’a karşı topyekûn bir savaşa dayanamayacağı yönündeki uyarılarına rağmen, İsrail siyonizmi, çatışmaların kontrolden çıkmasına her tür zemini hazırlıyor.
Emperyalizmin kendi hesap ve planları doğrultusunda Ortadoğu halklarına yönelttiği tüm saldırı ve katliamlarda en lanetli rol alanlardan birinin de Türkiye burjuvazisi ve devleti olduğu sır değil. Her zaman için emperyalizmin ve siyonizmin safında yer alan AKP iktidarı ve Erdoğan’da bunlardan biridir. Buna rağmen onun, Türkiye’nin Dağlık Karabağ ve Libya’da olduğu gibi “İsrail’e gireceği” tehdidinde bulunması ise evlere şenlik niteliğindedir.