Ukrayna savaşının başlamasından sonra Münih Güvenlik Konferansı’nın ilki 17-19 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirildi. Güvenlik konferansına 40 devlet veya hükümet başkanı, 90’dan fazla bakan ve çok sayıda uluslararası kuruluşun başkanı katıldı. Konferansın sözcüsü Christoph Heusgen, “Kremlin’deki bu savaş suçlularına Münih Güvenlik Konferansı ile propaganda yapmaları için bir sahne sunmamız bizim için çok kötü” olur gerekçesiyle Rusya’nın konferansa davet edilmediğini açıkladı. Heusgen, “Ayrıca temel insan haklarını bu kadar temelden ihlal eden bir rejime forum sunmak istemiyoruz” gerekçesine sığınarak İranlı yetkililerin bundan dolayı konferansta yer almadığını iddia etti. Oysa bu savaş kışkırtıcısı sahtekar, Neonazilerle işbirliği yapan Zelenski’ye alkış tutarken, “temel insan haklarını” unutmuş görünüyordu.
Savaş kışkırtıcılarının ve insan hakları düşmanlarının bir araya geldiği konferansın ana konusu ise Ukrayna’daki savaş, bu savaşa daha çok benzin dökmek ve bunun dünya üzerindeki etkileri oldu.
ABD ile Çin arasındaki ilişkiler, bu yılki Münih Güvenlik Konferansı’na da yansıdığı gibi, tüm zamanların en düşük seviyesine inmiş görünüyor. İkili görüşmelerden sonra bile Münih’te gerilim yumuşamadı. İki ülke arasındaki gerilim, dünyanın gitgide daha hızlı yeni bir bloklaşmaya doğru ilerlediğini ve emperyalist güçler arasındaki hegemonya mücadelesinin derinleştiğinin yeni bir göstergesi oldu. Ukrayna savaşı ise bunun yeni düzeydeki sahnesi olarak konferansın merkezinde yer aldı.
Ukrayna savaşından dolayı insanlığın nükleer bir tehditle karşı karşıya kaldığı gerçeğinden hareketle Çin liderliği, savaşı sona erdirmek için bir barış planı sunacak. Ukrayna savaşının yıldönümünde, 24 Şubat’ta bu planın açıklanacağı söyleniyor. Ancak batılı emperyalistler Çin’in müzakere girişiminin uygulanabilir olup olmadığını sorguluyor. Zira Çin, Rusya’ya karşı saldırgan bir politika izlemediği gibi ABD’nin de baş düşmanı görüldüğü için “Çin barış planı” boşa düşürülmek isteniyor. Bu ise savaş kundakçılarının savaşı uzatma taktiğinden vazgeçmediklerini gösteriyor.
Güvenlik Konferansı’nın ikinci gününe Avrupa’da büyüyen savaş tehlikesi, emperyalist güç mücadeleleri, Batılı emperyalistler ile Çin ve Rusya arasındaki emperyalist rekabet damgasını vurdu. Bu, somut ifadesini Çin-ABD arasındaki gerilimde gösterdi. Çok kalabalık bir delegasyona liderlik eden ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Rusya’yı insanlığa karşı suç işlemekle itham etti ve sorumlulardan hesap sorulacağını öne sürdü. Harris, Rusya’nın kazanmaması gerektiğini çünkü aksi halde dünyadaki diğer otoriter devletlerin cesaretlenebileceğini iddia etti. Pekin’i, Rusya’yı Ukrayna’ya karşı savaşında silahla desteklememesi konusunda uyardı ve aksi bir tutumun “sadece saldırganlığın ödüllendirilmesi” anlamına geleceğini savundu. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise, Pekin’in Moskova’ya “maddi destek” vermesi veya Batı yaptırımlarını aşmasına yardım etmesi halinde bunun “sonuçlarına katlanmak” durumunda kalacağını söyleyerek tehdit etti. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Rishi Sunak gibi Batılı emperyalist liderler ise Ukrayna’ya askeri destek sunmaya devam edeceklerine dair güvenceler verdi.
Çin temsilcisi Wang Yi, Ukrayna’da barış müzakereleri için çaba yürütülmesi gerektiğine işaret etti ve adı açıklanmayan bazı devletleri barışçıl bir çözümle ilgilenmemekle suçladı. Rusya’yı kınamadı. Eski bir dışişleri bakanı olan ve şimdi de Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış İlişkiler Komisyonu’na liderlik yapan ve ülkenin en üst düzey diplomatı olan Wang Yi, konferansta ABD’ye karşı sert açıklamalarda bulundu. Dolayısıyla konferans, iki süper güç olan ABD ile Çin arasında açık bir “kavgaya” sahne oldu.
Çin ve ABD arasında sert tartışmalar
Çin balonunun ABD kıyılarında düşürülmesinden bu yana ilk kez iki ülkenin üst düzey siyasetçileri Münih’te bir araya geldi. Hem Blinken hem Wang görüşmeden önce ve sonra karşılıklı olarak sert sözler sarf etti. Wang Yi ile Blinken, konferansın oturum aralarında görüştüler. İkilinin görüşmesinden sonra açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ned Price, Blinken’in toplantıda “Çin gözetleme balonunun ABD hava sahasına girmesi, ABD egemenliği ile uluslararası hukukun kabul edilemez ihlali” konusuna değindiğini söyledi. Sözcüye göre Blinken, böyle bir olayın tekrarlanmaması gerektiğini belirtmiş, ancak ABD’nin Çin ile bir çatışma peşinde olmadığını ve yeni bir “Soğuk Savaş” istemediğinin de altını çizmiş. Sadece Rusya’ya karşı değil, Çin’e karşı da kışkırtıcı-militarist bir politika izleyen ABD temsilcisi, sözüm ona kalıcı bir diplomatik diyalogun önemine de işaret etti.
İki hafta önce Çin gözetleme balonu ABD’nin doğu kıyısı açıklarında düşürülmüştü. ABD hükümeti bir casus balonundan bahsederken, Çin liderliği bir sivil araştırma balonunu olduğunu açıklamıştı. Olay, taraflar arasında zaten var olan gerginliği daha da arttırmış görünüyor. Wang, Blinken ile görüşmeden önce konferans sırasında balonun düşürülmesini sert bir şekilde eleştirmişti. Yansıyan haberlere göre Wang, konferanstaki konuşmasının ardından soru-cevap bölümünde “Bunun saçma ve histerik olduğunu söyleyebilirim. Bu, güç kullanımının %100 kötüye kullanılmasıdır. Uluslararası kuralların ihlalidir” açıklamasında bulundu. Çin balonunun düşürülmesini histerik olarak nitelendiren Wang, “Dünyada böyle birçok balon var. Bütün bu balonları düşürmek mümkün değil. Bu da Amerikan’ın gücünü göstermez-tam tersine” dedi. ABD’yi ülkesine karşı karalama kampanyası yürütmekle ve saldırgan davranışlarda bulunmakla suçlayan Wang, ABD hükümetinin Çin üzerinde baskı kurmak istediğini ve diğer ülkeleri de aynısını yapmaya çağırdığını belirtti.
Wang, Tayvan konusunda da sert konuştu. “Tayvan hiçbir zaman ayrı bir ülke olmadı ve olmayacak. Tayvan sorununun statükosu bu” dedi ve Tayvan’ın, Çin topraklarının bir parçası olduğunu yineledi. Tayvan’da bağımsızlık isteyenleri barış ve istikrarı baltalamakla suçlayan Wang, bu nedenle, “Tayvan’ın bağımsızlığına ve ayrılıkçılığına karşı çıkmalı ve tek Çin ilkesini desteklemeliyiz” dedi. “Egemenliği ve toprak bütünlüğünü korumanın önemini yineliyoruz. Aynı şeyin Çin için de geçerli olmasını umuyoruz” sözleriyle ise Batı’nın çifte standarda dayalı politikasına dikkat çekti. Tek Çin politikasının herhangi bir şekilde yok sayılması veya iki Çin yaratma çabasını, Çin’in toprak egemenliğinin “büyük bir ihlali” olarak nitelendiren Wang, buna ülkesinin karşılık vereceğini söyledi.
Wang, diğer şeylerin yanı sıra Washington’u yarı iletken sektöründe Çin’e karşı yaptırımlar uygulayarak korumacı bir politika izlemekle suçladı. Yaptırımları ise serbest ticaretin ciddi bir ihlali ve Dünya Ticaret Örgütü kurallarının çiğnenmesi olarak tanımladı.
Münih’ten yansıyan tabloya bakıldığında ABD’nin kışkırtıcı/küstah tutumunu devam ettireceği, Çin yönetiminin üslubunun ise o eski ‘yumuşak’ tonunu yer yer yitirmeye başladığı görülüyor.