ABD'nin sürekli gerilim ve kışkırtmalarına konu olan Tayvan sorunu ve ticaret savaşları ile Ukrayna Savaşı üzerinde Çin’e karşı saldırgan tutumu... Nükleer başlıklı ICBM’lerin depolandığı ABD’nin Montana eyaleti üzerinde uçan Çin “casus” balonu krizi... Ardından ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Pekin’e yapacağı ziyaretin iptali... Bu gelişmelerin sonrasında Münih Güvenlik Konferansı’nda karşılıklı sert tonlarla yaşanan kavga... Son olarak, Tayvan’a satışına onay verilen 200 uçaksavar Gelişmiş Orta Menzilli Havadan Havaya Füze (AMRAAM) ve karadaki radar istasyonlarını vurabilen 100 AGM-88B HARM füzesi... Toplam 619 milyon dolara mal olacak satış, “Tayvan’ın hava savunma kapasitesini, bölgesel güvenliği ve ABD ile ortak operasyon kabiliyetini artıracak” provokasyonu ve Çin Dışişleri Bakanlığı’nın buna sert tepkisi...
Bunlar, son haftalarda-aylarda iki büyük dünya gücü arasındaki gerilim başlıklarını oluşturuyor. ABD’nin kışkırtıcı/küstah tutumu ve neredeyse süreklilik kazanmış bulunan tehdidleri, Amerika ve Çin arasındaki gerilimi tehlikeli düzeye taşıyor. Özellikle de Güney ve Doğu Çin Denizleri ve Tayvan, Çin-ABD çatışmasının temel alanlarını oluşturuyor. Çin’in bir parçası kabul edilen Tayvan, ABD için de büyük önem arz ediyor. “Tayvan’ı kendi tarafında tutan veya Tayvan’ı kontrol eden herkes aynı zamanda Doğu Asya’daki güvenlik düzenine, bölgesel düzene de hakimdir.” Yanı sıra dünya çapındaki tüm çiplerin yüzde 60’ı Tayvan’da üretiliyor. Bunların yüzde 92’si özellikle yüksek teknolojiler için önemli olan “gelişmiş çipler”dir. Rus gazı ve petrolünün aksine dünyada gerçek bir alternatifi olmadığı söyleniyor. Ve bu nedenle de ciplerden “21. yüzyılın petrolü” olarak sözediliyor.
Biden yönetimi, Ukrayna’da Rusya’ya karşı NATO savaşını tırmandırmaya devam ederken, Çin’e karşı da savaşa hazırlanıyor. Zira dünya sistemine eskisi gibi hükmedemeyen ve hegomanyası çözülen ABD’nin karşısına yeni güç odakları çıkıyor, yeni güç dengeleri oluşuyor. Bu, hakimiyet alanı istemek demektir. Çin ve Rusya, hegemonyası sarsılan ABD’nin karşısında ön planda bulunan iki önemli küresel rakip olarak duruyor. Rakiplerden birinin, yani Rusya’nın devre dışı bırakılması mümkün olsa sıra Çin’e gelecektir. Zira ABD bir güç düşüşü yaşarken Çin’in durdurulamaz görünen siyasi, ekonomik ve askeri yükselişi, ABD’nin halen de uluslararası sistemdeki güçlü konumuna yönelik bir tehdit olarak görülüyor ve dizginlenmesi gerekiyor.
Dünya çatışması tehlikesini barındıran gerilim
Beyaz Saray 2022 yılında Joe Biden yönetiminin dış politikasına yön vermesini amaçlayan “Ulusal Güvenlik Stratejisi” raporu yayınladı. Rapor, Rusya ve Çin’in farklı zorluklar ortaya koyduğunu vurguluyor. Rapora göre Rusya, “Ukrayna’ya karşı acımasız saldırı savaşının gösterdiği gibi, özgür ve açık uluslararası sisteme yakın bir tehdit oluşturuyor ve mevcut uluslararası düzenin temel kurallarını ihlal ediyor.” Rapor, Rusya’dan farklı olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nin “uluslararası düzeni dönüştürmeye çalışan tek rakip olduğunu ve bu amaca ulaşmak için ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce giderek daha fazla sahip olduğunu” belirtiyor. Özetle Çin’i “yükselen bir meydan okuma”, yani ABD’nin küresel hegemonyasına yönelik en büyük tehdit olarak görüyor. Dolayısıyla Çin, yenilmesi gereken baş rakip olarak tanımlanıyor.
ABD-Çin rekabeti, son yıllarda uluslararası ilişkileri, stratejik tartışmaları ve aynı zamanda siyasi, askeri ve ekonomik dinamikleri şekillendiren bir rol oynuyor. Dolayısıyla bu iki güç arasındaki rekabet ve çatışmanın önemi ve sonuçları küreseldir ve bir dünya çatışmasına dönüşme tehlikesini barındırmaktadır. Çin, ABD’nin potansiyel bir süper güç statüsünü tehdit edebilecek tek aktör. ABD hükümetinin resmi strateji belgelerinde Çin, 2017’den beri “uzun vadeli stratejik rakip” olarak listeleniyor. NATO, Aralık 2019 tarihli Londra Bildirgesi’nde ilk kez Çin’in ağırlığından ve uluslararası siyasetinden kaynaklanan zorluklarından söz etti. Dolayısıyla “ABD, Çin’e karşı bir karalama kampanyası yürütmek için elindeki tüm araçları kullanmak”la kalmıyor, yanı sıra saldırganlığını ve küstahlığa varan tehditlerini provokasyonlar eşliğinde süreklileştiriyor. Bunu da daha çok Tayvan üzerinde yapıyor.
Tayvan üzerinde kışkırtılan savaş
ABD, Tayvan krizini Çin’e karşı bir savaşın başlangıcı olarak görüyor. Tek Çin politikasını kasten baltalıyor. Bunu yaparak Çin’i Tayvan’a karşı kışkırtıyor. CIA başkanı William Burns üst düzey ABD askeri yetkililerinin “Çin’nin Tayvan’a saldıracağı” tahminlerine katıldı ve Çin’in Tayvan’ı işgal ettiği iddiasının zamanını bile belirledi. Burns, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in Çin kuvvetlerinin 2027’ye kadar Tayvan’ı işgal etmeye hazır olmasını istediğini bildiğini iddia etti. Söz konusu tarih, Mart 2021’de ABD Hint-Pasifik Komutanı Amiral Philip Davidson tarafından zaten belirtilmişti. Amiral Michael Gilday, Ekim ayında 2022 veya 2023’te bir işgalin mümkün olduğunu bile düşünmüştü. Hava Hareketliliği Komutanı General Michael Minihan ise “İçgüdülerim bana 2025’te savaşacağımızı söylüyor” demişti. Dolayısıyla Tayvan üzerindeki savaş kışkırtmaları ve tehdidi her zamankinden daha fazla büyüyor. ABD’nin silahlandırdığı Tayvan’a karşı bir savaşın Çin rejimini zayıflatacağını ve istikrarsızlaştıracağını umuyor.
ABD, yıllardır Tayvan’ı silahlandırıyor. ABD ordusu, Tayvanlı askerleri “işgalci bir güce” karşı asimetrik savaşta eğitiyor -tıpkı 24 Şubat 2022’den önce Ukrayna güçlerini eğittikleri gibi- ABD askeri yetkilileri 2014’ten beri Ukrayna ve komşu ülkelerde yaptıkları her şeyi Doğu ve Güneydoğu Asya’da yaptıklarını doğruladılar. ABD, özellikle Tayvan’a en yakın ülkeler olan Japonya ve Filipinler’deki askeri varlığını hızlı bir şekilde genişletiyor. Filipinler yakın zamanda ABD’ye dört yeni askeri üsse erişim izni verdi. Anlaşma, Pentagon’a takımadalarda 30 yıldan uzun süredir görülmemiş bir askeri varlık imkanı sağlıyor. Tayvan üzerinde bir savaş çıkması durumunda Filipinler, Guam, Japonya ve Güney Kore’deki hava kuvvetleri, donanması ve asker üslerinin yanı sıra ABD kuvvetleri için büyük stratejik öneme sahip olacaktır. On binlerce ABD askeri orada konuşlanmış durumda. Avustralya ve Yeni Zelanda ile de güvenlik ortaklıkları var. ABD, savaş hazırlıkları çerçevesinde Hint-Pasifik’te kendi silahlı kuvvetlerini pekiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgedeki askeri ittifaklarını ve stratejik ortaklıklarını da güçlendiriyor.
Çin’in ABD kuşatmasına karşı güçlenen insiyatifi
ABD’nin saldırganlığına ve savaşa dayalı politikalarına karşı Çin’in karşı tedbirleri, tonu giderek sertleşse de şimdilik çatışmadan kaçındığı için izlediği ihtiyatlı politika ve kendi cephesinde atılması gereken zorunlu adımlar, savaşa hazırlık niteliğindedir. Dolayısıyla Çin, ABD’ye giderek daha açık biçimlerde “meydan okumaktan” geri durmamaktadır. Söylemlerini sertleştirmekte ve kararlılık sergilemektedir. Çin, ABD’nin bir yandan Çin’i çevreleme politikası izlerken diğer yandan diyalog arayışında olmasının anlamsızlığına işaret etmekte, “ABD işbirliğinden söz ederken arkadan bıçaklamamalı” demektedir.
Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, sıfır toplamlı oyun mantığına dayalı bir rekabetin yalnızca sürtüşmeyle ve “kafa kafaya çarpışmayla” sonuçlanacağını vurgulayarak, “Bu tavır makul rekabete değil, akıl dışı baskıcılığa yol açıyor. Farklılıkları yönetmek yerine çatışmayı artırıyor. Geçmişte Çin’e karşı başarılı olmadı, gelecekte de olmayacak” değerlendirmesini yaptı. Çin’in egemenliğini, güvenliğini ve kalkınma çıkarlarını kararlılıkla savunmayı sürdüreceğinin altını çizen Vang, “ABD, Çin’in meşru kaygılarına kulak vermeli, çevreleme siyasetini ve kalkınmasını baskılamayı, salam dilimleme taktikleriyle kırmızı çizgilerini sınamayı bırakmalı” dedi.
Savaş hazırlığı çerçevesinde Çin, askeri harcamaları da artırıyor, orduyu modernize ediyor. Yapılan son Halk Kongresi toplantısında dünyada artan gerilim karşısında askeri harcamalarını yüzde 7,2 oranında artırmak istediğini duyurdu. Halk Kongresi’nin yıllık toplantısının açılışında, Başbakan Li Keqiang, artan küresel belirsizlikler konusunda uyarıda bulunarak, “Çin’i bastırmaya ve kontrol altına almaya yönelik dış girişimler artıyor” dedi. Silahlı kuvvetleri “savaşa hazırlıklarını artırması ve askeri yeteneklerini geliştirmesi” için modernize etmeye çağırdı. Askeri harcamalardaki artışı “karmaşık güvenlik sorunları” ve Çin’in “büyük bir güç olarak sorumluluğu” ile haklı çıkardı. Özetle Çin, kendi tarzında Uzak Doğu’da kendisini çevrelemeye yönelik ABD kuşatmasına karşı belirgin bir inisiyatif ve başarı sergileyebilmektedir. Bu da ABD’yi daha da küstahlaştırıp saldırganlaştırmaktadır.
21. yüzyılı Asya-Pasifik yüzyılı ilan eden ABD emperyalizmi, küresel düzeyde etkin bir güç haline gelen Çin’e karşı bir savaşa hazırlanmaktadır. Küresel düzeyde etkin bir güç haline gelen Çin ise, geleceğin de hegemonik gücü olarak kendini konumlandırmak istemektedir. Dolayısıyla bu iki süper güç arasındaki çatışma sistematik olarak tırmanmaktadır. Zaten ABD ve Çin, dünyanın bu iki dev küresel gücü, kendi aralarındaki bir savaşı kaçınılmaz gördüklerini çeşitli vesilelerle ilan etmişlerdi. Emperyalist dünyadaki hegemonya bunalımı, kızışan rekabet, sertleşen nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma yarışı ve tırmanan militarizm, saldırganlık ve savaşlar günümüz dünyasının en yalın gerçekleri olarak çeşitli biçimler içinde yaşanmaktadır. Dünyanın girmiş bulunduğu yeni paylaşım mücadelesinde emperyalist güçler arasındaki gerilim ve çatışmalar sertleşmekte ve dünya savaşı tehlikesi büyümektedir.