Münih Güvenlik Konferansı’nın ardından

Münih Konferansı dünya halkları kaderlerini kendi ellerine almazlarsa dünyamızın çok daha büyük bir felakete doğru sürüklendiğini de bir kez daha gösterdi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 22 Şubat 2020
  • 08:11

Ya kuşku ve belirsizlik içinde felaket ya da devrim!

56. Münih Güvenlik Konferansı bu yıl 14-16 Şubat tarihlerinde, her yıl olduğu gibi ultra lüks Bayerischer Hof otelinde yapıldı. 1963 yılından NATO ve bağlantılı ülkelerin katılımıyla SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve ilerici güçlere karşı yapılan konferansa, 1999 yılından sonra başta Çin ve Rusya olmak üzere daha birçok devlet temsilcisi de katılmaya başladı. Konferanslar asıl olarak büyük emperyalist devletler ve ittifaklar arasında süren çatışma ve anlaşmazlık sorunlarını, karşılıklı güç gösterisi eşliğinde pazar paylaşım meselelerini “yumuşak” yollarla çözmenin mekanları olurken, bölgesel figüranlar da paylarına düşeni kapmak için konferanslarda boy gösterdiler.

Kuşku ve güvensizlik gölgesinde “Güvenlik Konferansı”

Emperyalist-kapitalist dünyada adet olduğu üzere, yapılan işler, işin gerçek mahiyetini açıklayan adlandırmalar altında yapılmazlar. Egemenler, gerçek amaçlarını gizlemek için cazibesi yüksek sıfatları kullanmayı özellikle tercih ederler. İşgal ve yağmalamaya “özgürleştirme”, savaşa “barış harekatı” gibi aldatıcı sıfatlar takarak gerçek amaçlarını gizlemeye çalışırlar. Dünyayı aralarında paylaşarak yağmalamak için yaptıkları konferanslara da “güvenlik konferansı” demeleri onların bu riyakarlıklarının tezahüründen başka şey değildir. NATO’cu güçlerin başını çektiği konferansın katılımcılar listesinin yanı sıra finansörlerinin Rheinmetall, Airbus, Lockheed Martin gibi tank, savaş uçağı ve silah üreten kapitalist tekeller ile Alman ordusu olması gerçeği dikkate alınırsa, konferansın güvenlikten çok silahlanmayı kışkırttığı gerçeği daha iyi anlaşılır. İki buçuk gün süren konferans için bir çırpıda 600 bin euro ödemekte tereddüt etmeyen silah tekellerinin bonkörlüğünün arkasında silah lobiciliği ve savaş kışkırtıcılığı gibi kanla büyüme amaçları vardır.

Mızrak çuvala sığmıyor

Konferansın konu başlıkları kadar konferans için hazırlanan rapora hakim ruh halini de emperyalist tekeller ve devletler arasında derinleşerek süren güvensizlik ve kuşkuculuk belirlemiştir. Ev sahibi sıfatıyla açılış konuşması yapan Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’ın, “Klasik güvenlik ikilemine geri dönüyoruz. Bunun sonucu, daha fazla kuşku, daha fazla silahlanma, daha az güvenlik olacaktır” sözleri, emperyalist güçler arasındaki ilişkilerin özelliğini dışa vuruyordu. Transatlantik iş birliğini olumlayarak ABD ile ilişkilerin korunmasının önemine vurgu yapan Steinmeier, ABD Başkanı Donald Trump’ın “Her ülke nerede yer alacağına kendisi karar vermeli ve kendi çıkarlarını diğer ülkelerin üzerinde görmeli” sloganı ile hareket etmesini eleştirip, “Sanki herkes kendini düşündüğü zaman her şey düşünülmüş oluyor” diyor ve “yıkıcı dinamikler” vurgusuyla, derinleşerek yaygınlaşan rekabet savaşlarına dikkat çekiyordu.

Kuşku ve güvensizlik durumu NATO güçleriyle Çin-Rusya arasındaki ilişkilerde olduğu kadar, NATO güçleri arasında ve hatta AB’nin kendi iç ilişkilerinde de hakimdir. Bu aynı durum ABD ve NATO’ya karşı koyabilmek için yakınlaşma ihtiyacı duyan Rusya-Çin arasındaki ilişkiler için de geçerlidir. “ABD bir NATO müttefikini korumak için gerektiğinde silah gücüne başvurur mu? Avrupa Birliği ülkeleri savunma alanında daha yakın iş birliğine gitmeli mi?” gibi sorular konferans kulislerinde ve burjuva medyada bolca gündemde tutuldu. İlgili ülkelerin devlet veya hükümet başkanlarının yanı sıra dışişleri ve savaş bakanlarının yaptıkları konuşmalarda da bu sorular ve kuşkular ortaya atıldı.

ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde yükselen Çin’e karşı giriştiği hegemonya savaşında NATO güçleri olarak ikircikli şekilde yer alan Avrupa’nın emperyalist devletleri, çıkarları gereği buna ABD kadar çok hevesli değiller. Her bir emperyalist devlet kendi öncelikleri uğruna savaşmayı yeğliyor. Korunacak “ortak değerler”in olmaması ve ortak düşmanların yokluğu rekabet ve çatışma halini besleyip büyüterek yaygınlaştırıyor.

Konferans öncesi hazırlanan raporda, “Dünya gittikçe daha az Batılı hale geliyor” yakınmasını, “Batı başka ülkelerdeki şiddetli çatışmalara karışma konusunda tereddüt ettiğinde bu çatışmalar da ortadan kalkmıyor. Bilakis zaman zaman daha da sertleşiyor” tespiti izliyor. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması ve NATO’nun kolektif savunma prensibinin şüpheli hale gelmesini sorgulayan rapor, Avrupa’nın savunma becerilerini bir araya getirmesinin önem kazandığından söz ediyor ve “NATO ile Avrupa Birliği kendi kendisiyle boğuşuyor” saptamasıyla, emperyalist güçler arasındaki çelişkili ve çatışmalı durumu çarpıcı olarak özetliyor.

NATO patronundan, AB’li müttefiklerine “aydınlık gelecek” hedefi

Konferansta Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ABD’ye güvensizliklerini belirten açıklama ve konuşmalarını, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo cevapladı. “Batı kazanıyor ve birlikte kazanıyoruz” diyen Pompeo, 81 ülkenin destek verdiği bir koalisyonla IŞİD’e karşı savaştıklarını vurgulayarak, “Bu uluslararası toplumu reddeden bir Amerika mı?” sorusunu sordu. “Transatlantik iş birliğinin öldüğü yönündeki söylemin fena halde abartıldığını söylemekten mutluluk duyuyorum” diyen Pompeo, “özgür Batı”yı aydınlık bir geleceğin beklediğini belirtti. Avrupalı müttefiklerini transatlantik bağlara olan inancı korumaya ve “özgür Batı’nın aydınlık geleceği” için Rusya, Çin ve İran tehdidi karşısında birlikte durmaya çağırdı.

Savaş aygıtı NATO’nun patronu Pompeo’nun aba altından sopa göstererek yaptığı konuşma müttefiklerini yatıştırmaya yetmedi. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, transatlantik ilişkiler konusunda Almanya’nın endişelerini paylaştığını, ABD’nin Avrupa ile ilişkilerini gözden geçirdiği bir dönem yaşadığını belirterek, bu durumun kıtanın kendi kaderini eline alması gerektiği yönündeki inancını güçlendirdiğini söyledi. “Bizi yenileyecek ve stratejik bir siyasi güce dönüştürecek Avrupa stratejisine ihtiyacımız var” diyen Macron, Steinmeier’in konuşmasını beğendiğinin altını çizdi. “ABD’nin küçük ortağı olamayız” vurgusuyla devam eden Macron, NATO ve Avrupa’nın kendi bölgesindeki sorunlar karşısında Washington’dan bağımsız olarak hareket etmesini desteklediğini ifade etti. Hiçbir ülkenin Rusya ile karşı karşıya gelmek istemediğini de dile getiren Macron, ABD’den farklı olan pozisyonlarının altını yeniden çizdi.

Konferans, kapitalist-emperyalist sistemin derinleşerek süren çok yönlü krizinin de etkisiyle kızışan rekabet savaşlarına Münih’in otel odalarında çözüm bulmanın nafile bir çaba olduğunu, dahası çelişkileri artırmaktan öteye bir işlevinin olmadığını açığa çıkardı. AB içinde Almanya ve Fransa’nın başını çektiği “uluslararası politikalarda daha çok sorumluluk yüklenme” yaklaşımı giderek daha fazla öne çıkıyor. Almanya’nın eski savaş bakanı, Avrupa Komisyonu’nun yeni başkanı Ursula von der Leyen’in, Avrupa dünyada iddia sahibi olabilmek için askeri yetkinliğini güçlendirerek, “gücün dilini de kullanmayı öğrenmek zorunda” sözlerinde ifadesini bulan militarist politikalar, AB içerisinde daha çok taraftar bulmaya başladı.

AB kurallarının militarist amaçlara uydurulması

Militarist çevreler tarafından uzun bir zamandır dile getirilen, propagandası yapılan “AB’nin karar alma süreçlerinin AB’nin büyük emperyalist devletlerinin ihtiyaç ve çıkarlarına göre yeniden düzenlenmesi” çalışmaları, bu konferanstan sonra daha da hız kazanacak gibi gözüküyor. Konferansın düzenleyicisi olarak öne çıkan ve eski bir diplomat olan Wolfgang Ischinger’e göre de AB nihayetinde küresel politika açısından büyük bir güç olacaksa, AB’nin dış politika kararlarında aranan oybirliği ilkesine son vermesi gerekiyor. Konferans öncesinde Ischinger, “Her dış politika kararında 27 üyenin oy birliği arandığı ve veto etme ilkesi kaldığı sürece açıkça söylüyorum; her şeyin tadı-tuzu kaçar. Başarılı olmak için dış politika kararlarında daha hızlı, daha açık ve daha cesur olunmalı” diyerek, militarist çevrelerin görüşlerine tercüman olmuştu. Konferans sırasında ve sonrasında paralel yorumlar Alman basınında da daha çok görünür olmaya başladı:

“Avrupa, uzun vadede ABD’den bağımsızlaşmaktan kaçamayacak. Avrupa için Amerika elbette siyasi ve fikri olarak Rusya veya Çin’den daha yakın olacak, ama bağımsızlık uzun vadede kaçınılmaz olacak. Buna da ancak Avrupa Birliği’nin kendi içindeki bölünmeyi aşması halinde erişilebilecek. İşte bu şu sıralar Avrupa’nın gerçek sorunu.” (Rhein-Neckar-Zeitung, 17 Şubat 2020)

Münih “Güvenlik” Konferansı, arkasında kapitalist dünya için çok daha büyük kuşku, belirsizlik ve güvensizlikler bırakarak tamamlandı. Kapitalist dünyada devletler arası ilişkilere hakim olan gerilimleri aşmak bir yana, yığınla sorun ve güvensizliği daha da derinleştirerek, silahlanma yarışına ivme kazandırdı. Ve her şeyden önemlisi, Münih Konferansı dünya halkları kaderlerini kendi ellerine almazlarsa dünyamızın çok daha büyük bir felakete doğru sürüklendiğini de bir kez daha gösterdi.