Münih Güvenlik Konferansı

Her yıl şubat ayında Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı pandemi nedeniyle bu yıl sanal ortamda gerçekleştirildi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 21 Şubat 2021
  • 16:20

Her yıl şubat ayında Almanya’nın Münih kentinde düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı pandemi nedeniyle bu yıl sanal ortamda gerçekleştirildi. “Transatlantizm yıldızları”ndan oluşan bir ekibi bir araya getiren konferansta, Biden’ın yanı sıra, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson gibi isimler yer aldı. Konferansta bir araya gelen emperyalist devletlerin temsilcileri mümkün olduğunca aralarındaki çelişki ve çatışmalardan söz etmeme yolunu seçip, uzlaşmayı öne çıkarmak isteseler de temel sorunlar yerli yerinde duruyor.

1980’lerden beri üç kez ABD Başkan Yardımcısı olarak Münih’e gelen Biden, bu kez konferansa Başkan sıfatıyla katıldı. Güvenlik Konferansı’nda yaptığı açıklamada Biden, “Bugün, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak konuşuyorum ve dünyaya açık bir mesaj gönderiyorum. Amerika geri döndü” ifadelerini kullandı. Trump’la geçen yılların ardından Avrupalı ortaklarına yeniden güven vermek isteyen Biden, onlarla birlikte çalışacağına dair şüpheleri ortadan kaldırmak istediğini söyledi ve “ABD, yüzleştiğimiz sorunların çözümü için AB’deki ortakları ve kıtadaki diğer başkentlerle çok yakın çalışacaktır” diyerek, NATO ittifakına tamamen bağlı kalınacağını belirtti.

Biden, eski Başkan Trump’ın artık duymak istemediği transatlantik ilişkiyi hatırlattı ve 5. Maddeye atıfta bulunarak, “Birine saldırı, hepsine saldırıdır” dedi. Son yıllarda Avrupalı müttefiklerle ilişkilerin gerginleştiğini fark ettiğini belirten Biden, Trump’ın birçok planlarını durduracağını ve Trump dönemi dış politika yaklaşımından uzaklaşılacağını belirtti. Avrupa’ya “düşmanlık gösteren” ve bazı diktatör müttefiklerine, demokrasiye gösterdiğinden daha fazla ilgi-sempati gösteren Trump’ın, Avrupalı müttefiklerde yarattığı kuşku, Biden’ın açıklamalarıyla giderilmiş oldu biçiminde yorumlandı. Yanı sıra ikiyüzlü bir şekilde demokratik değerlere övgü düzen Biden, “Demokrasi, günümüzün temel sorunlarına verilecek ana cevaptır. Demokrasi kazara ortaya çıkmadı, onu savunmamız ve güçlendirmemiz lazım” şeklinde konuştu.

Biden Avrupa’nın sırtını okşadı

Gözlemciler, Biden’ın pek çok Avrupalının duymak istediği konuşmayı yaptığı konusunda birleşiyorlar. Omuzlarına vuran, eleştirmeyen, talep etmeyen bir Amerika... Bu şekilde kalıp kalmayacağından bağımsız olarak, şimdilik öncelikle Trump yıllarının yaralarını kapatmak niyetinde olduğunu gösteren ve bir dizi konuda Avrupalıları rahatlatan bir konuşma yaptı.

Biden, ABD ile Almanya veya ABD ile AB arasında var olan birçok “netameli” sorundan herhangi birini ele almaktan özenle kaçındı. Ne Amerikan öfkesine neden olan ve ABD yaptırımlarının kararlaştırıldığı Rus-Alman doğalgaz boru hattı “Kuzey Akım 2” ile ilgili ne de hala çok düşük olan Alman savunma harcamaları ile işgali konulara değindi. Tam tersine, Avrupa’daki NATO harcamalarından, “Avrupa’nın askeri kapasitesine yaptığı yatırımları memnuniyetle karşılıyorum” biçiminde, övgüyle söz etti. Biden, Washington’un en büyük sıkıntı olarak gördüğü AB’nin Çin ile müzakere ettiği yatırım anlaşmaları konusunda da konuşmadı.

Fakat gelecekte aynı kuralların Avrupalı ​​ve Amerikan şirketlerinde olduğu gibi Çinli şirketlere de uygulanması gerekeceğinden söz etti ve Avrupalıları Çin ile “uzun vadeli stratejik rekabete” çağırdı. Çin’le uzun soluklu bir mücadele içinde olduklarına işaret eden Biden, “Çin’le uzun vadeli stratejik bir rekabete beraber hazırlanmalıyız. ABD, Avrupa ve Asya’nın, Pasifik’teki ortak çıkar ve değerlerimizi güvence altına alma noktasındaki çabası, en önemli işlerimizden biri olacaktır. Çin’le rekabet çetin geçecek” diye konuşan Biden, ABD’nin bu rekabete hazır olduğunu dile getirdi.

 “Putin Avrupa’yı ve NATO ittifakını zayıflatmak istiyor”

Çin’in ardından Rusya’yı da eleştiren Biden, Moskova’nın NATO ittifakına Çin’e nazaran daha yakın bir tehdit oluşturduğunu ileri sürdü. “Putin Avrupa’yı, Avrupa projesini ve NATO ittifakını zayıflatmak istiyor. Transatlantik birliğine ve kararlılığımıza zarar vermek istiyor çünkü Kremlin için tek tek ülkeleri sindirmek daha kolay” şeklinde konuşan Biden, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün savunulmasının tam da bu sebeple çok önemli olduğunu dile getirdi. Rusya’nın Amerikan seçimlerine siber saldırılar yoluyla müdahale etmeye ve dünyaya “ABD’nin sistemi yozlaşmış” mesajı vermeye çalıştığını savunan Biden, buna izin vermeyeceklerini ve esas Rusya’nın demokratik kurumları tehdit ettiğini savundu.

Diplomasiyi ve diplomatik çözüm yollarını önemsediklerini ve bu sebeple rekabet halinde olmalarına rağmen Rusya ile Yeni START (Yeni Stratejik Silahların Azaltılması) anlaşmasının uzatılması konusunda uzlaştıklarını belirten Biden, aynı yaklaşımla Ortadoğu’daki sorunların çözümü konusunda da adımlar attıklarını belirtti.

Merkel, Çin’i “stratejik bir rakip” olarak tanımladı

Merkel, Joe Biden’ın göreve gelmesinden memnun olduğunu söyledi ve yeni ABD Başkanı tarafından alınan ilk önlemleri övdü. Biden’a Çin ve Rusya’nın karşı karşıya olduğu stratejik zorluklar konusunda yakın işbirliği teklif etti. Pek çok Avrupa ülkesi, özellikle de Almanya, kendilerini ABD’nin istediği gibi Çin’e karşı Amerikan tarafında açıkça konumlandırmak istemiyorlar.

Merkel, konuşmasında Çin konusunda AB ile ABD arasında ortak bir duruş bulmanın Rusya’dan daha zor olduğuna işaret etti. Çin’i rakip değil, “sistemik bir rakip” olarak nitelendirdi ve ülkenin “küresel sorunları” çözmesi gerektiğine işaret etti. Devlet başkanlarının hiçbirinin doğrudan değinmeyi tercih etmediği bir çelişki konusudur bu.

Biden gibi Merkel de konuşmasında “transatlantik ortaklıkta yeni bir sayfa” açtı. Hemen tüm çatışma konularını dışarıda bırakarak, Alman dış politikasının tüm çelişkilerinin etrafından dolaştığı bir konuşma yaptı. Rusya’yı eleştiren ancak tartışmalı “Kuzey Akım 2” boru hattı projesine sahip çıkan bir tutum sergiledi. Merkel, savunma harcamalarını gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde ikisine çıkarma hedefini de yineledi. Almanya’nın harcamalarının bu yıl yüzde 1,5 civarında olduğuna dikkat çekti ve “Tabii ki hala bu yüzde iki hedefine bağlıyız ve üzerinde çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Almanya’nın “başarılı misyona hizmet ederse, Afganistan’da daha uzun süre kalmaya hazır” olduğunu da dile getiren Merkel, geri çekilmenin yanlış güçlerin orada üstünlük kazanmasıyla sonuçlanmaması gerektiğini belirtti ve “Afganistan’daki demokratik ve barışsever güçlere bir şans vermelidir.” açıklamasında bulundu.

Macron’dan Fransa’nın savunma harcamalarına övgü

Merkel’in ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un konuşması geldi. Macron, Fransa’nın gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde ikisini savunmaya harcama hedefine yakında ulaşacağını söyledi ve Avrupa’yı askeri alanda daha bağımsız olmaya çağırdı. Avrupa’nın “kendi güvenliği için daha fazla sorumluluk alması gerektiğini” dile getiren Macron, Avrupalıların daha bağımsız hareket etmesinin NATO’nun da yararına olacağını söyledi. Daha fazla Avrupa egemenliği ve stratejik özerklik için kampanya yürüten Macron, Avrupa’nın gücünün NATO üyeliğiyle çatışmadığını yineledi. Avrupa savunmasını rekabetin değil, NATO’nun tamamlayıcısı olarak tanımladı.

Bunu kanıtlamak istercesine, NATO’nun harcama hedefine ulaşmak için Almanya üzerindeki baskıyı artırdı. Fransa’nın kısa süre içinde ekonomik çıktısının yüzde ikisini NATO savunma harcamasına ayırma hedefine ulaşacağını söyledi. Bunun transatlantik ekonomiyi dengelemek için önemli olduğunu söyledi. Macron, yanı sıra kendisini yıllardır meşgul eden ve Avrupa’da defalarca tartışmalara neden olan stratejik konuları gündeme getirdi. NATO’nun “beyin ölümü”nü ilan ettiği eski açıklamasını tekrarlamasa da o dönemde söylediği her şeyin hala geçerli olduğunu vurguladı.

Johnson: ABD yine “özgür dünyanın lideri”

Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Donald Trump ile daha sık karşılaştırılan Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson, Washington’daki iktidar değişimi konusundaki coşkusunu ve Amerika dalkavukluğunu “Amerika, özgür dünyanın lideri olarak kesinlikle geri döndü. Bu harika bir şey” sözleriyle dile getirdi. Daha fazla uluslararası işbirliği çağrısında bulunan Johnson, “Çevremizdeki değişikliklere yakalanma arzusuna direnelim ve bunun yerine yerleşik ittifakların ve coğrafyanın sınırlarının ötesine geçen açıklık ve yenilik için bir koalisyon oluşturalım” dedi. Bunun yapılması durumunda “demokratik ülkeler”in 2030 veya 2050’de bugün olduklarından “daha güçlü ve daha güvenli” olacaklarını söyledi.

Geleceğe olumlu bakılması çağrısında da bulunan Johnson, “karamsarlık çağı”nın sona ermesini istedi. “Yan yana, Amerika ve Avrupa, özgür ulusların doğuştan gelen erdemlerini yeniden onaylama ve kendi kaderimizi oluşturma yeteneğine sahiptir” dedi. Biden’ın Avrupa’ya “yeni bir ortaklık” teklifini coşkuyla karşıladı.

Von der Leyen ise, Çin ve Rusya ile ilişkilerde transatlantik işbirliğinin önemini vurguladı. “Kendine giderek daha fazla güvenen Çin, salgına rağmen 2020’de güçlü bir ekonomik büyüme gösterdi” dedi. Rusya’nın, yurtiçi ve yurtdışında uluslararası kuralları ihlal etmeye devam ettiğini söyledi. Artık meselenin Avrupa ve ABD’nin yeniden “omuz omuza” ilerlemesi olduğunu belirtti. AB Konseyi Başkanı Charles Michel de Çin ve Rusya’ya daha fazla baskı yapılmasını savundu.

“Tarihi bir fırsattan” söz eden NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise konuşmasında, “transatlantik ilişkilerde önemli bir noktadan” bahsetti. Son yıllarda NATO konusunda fikir ayrılıkları ve farklı görüşler ortaya çıktığına işaret ederek, “Ama artık daha güçlü bir ittifak kurmak için tarihi bir fırsata sahipsiniz” dedi. Stoltenberg, Çin’in yükselişini, siber saldırıları, iklim değişikliğini, “Rusya’nın istikrarsızlaştırıcı davranışı” ve küresel terörizmi en büyük zorluklar olarak adlandırdı. Çin’in yükselişinin bu ülkedeki güvenlik, refah ve mevcut yaşam tarzı açısından sonuçlar doğurabileceğine işaret etti.

Dünya olaylarının seyri emperyalistler arası bloklaşmaları, çelişki ve çatışmaları, egemenlik ve nüfus mücadelelerini giderek kızıştırıp derinleştiriyor. Bunu yumuşatmaya dönük çabaların ve ABD-AB’nin Çin ve Rusya karşısında ortak olarak konumlanmak hedefinin işe yarayıp yaramayacağı önümüzdeki yıllarda daha net anlaşılacaktır. Fakat hemen her şey emperyalistler arasındaki çelişkilerin sertleşeceğine işaret etmektedir.