Korona günlerinde militarizm ve “aynı gemideyiz” demagojisi

Burjuvazi gücünü sınıf bilincinden ve kendi sınıf örgütlerine sahip olmasından alıyor ve böylece her türlü lüksünü koruyabiliyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin gerçek bir güç olmalarının yolu da proleter sınıf bilincini kuşanıp, gerçek sınıf örgütlerinde birleşmelerinden geçiyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 23 Nisan 2020
  • 09:19

Koronavirüs salgını döneminde kapitalist dünyada sağlık hizmetlerini iyileştirmek yerine, temel hak ve özgürlükler kısıtlandı, askeri güçler ön plana çıkarıldı. Ülkelere göre kimi farklılıklar gösterse de temel kural olarak sağlık ekipmanlarından çok yasaklar konuşuldu. “Savaş gibi”, “savaştayız” vb. militarist argümanlar, olağanüstü hal yasalarının yürürlüğe konulmasının ve yasakları uygulamanın gerekçeleri yapıldı. Toplum sağlığı bahanesiyle insanların yan yana gelmeleri; protesto, yürüyüş, miting ve grev yapma hakları askıya alındı. İşten atarak aç bırakmak serbest hale getirildi.

İki kişinin yan yana gelmesini halk sağlığı için riskli görenler, ne garip ki günlük yaşam için hiç de zorunlu olmayan alanlarda toplu üretimin sürdürülmesinde bir sakınca görmediler. Silah fabrikalarındaki üretim bile durdurulmadı. İnsanları yaşatmakta çaresiz kalanlar çevre tahribatı yaratan ve ölüm kusan silah fabrikalarının çarklarını döndürmeyi sürdürdüler. 7 Nisan’da, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Güçlendirme Vakfı’nın Elmadağ’daki Roketsan Fabrikası’nda üç kişinin hafif yaralandığı patlama, bu açgözlülüğün alışıldık bir “kaza”sı olarak kayıtlara geçti. 

Almanya’nın Kassel ve Düseldorf merkezli Krauss-Maffei Wegmann (KMW) ve Rheinmetall gibi silah fabrikaları da üretimlerine ara vermeden, öldürücü silahlar üretmeyi sürdürdüler. Rheinmetall, korona haftalarında borsada değeri en çok yükselen ilk beş şirket içerisindeki yerini korudu. Korona günlerinde silah ticareti de hız kesmeden devam etti.

Bu kaos içerisinde savaş örgütü NATO’dan yardım talebinde bulunan İspanyol hükümeti, generallerinin de katıldığı bir basın toplantısı eşliğinde, vatanseverlik dolu gerici söylemlerle orduyu sokağa çıkardı. Keza İtalya’nın sokakları orduya terk edildi. Krizi en iyi yöneten ülke olarak lanse edilen Almanya, federal ordunun kent merkezlerine daha çok inmesi için çoktandır istediği yasal alt yapıyı hazırlamak için salgın ortamını bir fırsata çevirdi. CDU’lu federal parlamento üyesi Patrick Sensburg, Almanya’da silahlı kuvvetler alanındaki görev yelpazesini daha da genişletmek için Almanya Anayasası’nda değişiklik çağrısı yaptı.

Jungewelt’in yazdığına göre, “silahlı kuvvetlerden yardım almak için Alman belediyeleri toplam 140 talep” iletmiş. Mart ayı sonu itibarıyla bu taleplerin, 13’ü resmi olarak onaylamış. Faaliyetlerin koordinasyonu için, askeri bir şahsiyet olan Korgeneral Martin Schelleis yetkili kılınmış. Aynı zamanda askeri üs müfettişi olan Korgeneral Martin Schelleis, en son ABD’nin son 25 yıldaki en büyük ölçekli militarist manevrası olan “Defender Europe 20” tatbikatında görev yapmıştı.

Aynı günlerde, devletin resmi yayın organı olarak görülen Deutsche Welle, “NATO, tarihinde ilk kez virüse karşı savaşıyor” başlıklı haberinde, eski korgeneral Ben Hodges’i konuşturdu. Hodges, ABD ordusunun Avrupa’daki kara kuvvetlerinin komutanlığından emekli olduktan sonra, Avrupa Politika Analiz Merkezi (CEPA) adlı militarist kuruluşun stratejik araştırmalar bölüm başkanlığını yürütüyor. Söz konusu haberde Hodges, salgının etkilerine rağmen NATO’nun, savunma ve güvenlik alanında kendisinden beklenen görevleri sürdürdüğüne vurguluyor. General eskisinin, “İzleme, gözetleme, istihbarat toplama, radar, füze savunma sistemi, Karadeniz ve Baltık hava devriyesi ve donanma misyonları ile NATO asli görevlerini yerine getirmeye devam ediyor” sözlerini sayfalarına taşıyan Deutsche Welle, bir bakıma NATO’nun vazgeçilmezliğinin propagandasını yapıyor.

Dünyanın bir başka yerinde, Filipinler’de halka ekmek ve sağlık hizmetleri veremeyen Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, koronavirüs salgınına karşı alınan kuralları ihlal edenlerin silahla vurulacağını söylüyordu. Güney Afrika’da, sokağa çıkan ordu Johannesburg’da iki kişiyi öldürdü. AKP iktidarı için pandemi, baskıları artırıp grevleri ve protesto gösterilerini yasaklamanın vesilesi oldu. Salgını hapishanelerdeki katilleri, faşistleri, hırsızlık, tecavüz ve uyuşturucu suçlularını dışarıya salmanın fırsatına çevirdi. Despotik rejimin güçlendirilmesi “ulusal birlik” nakaratları altında takviye edildi.

Ya sömürü çarkları kırılacak ya da cefa çekilecek!

Almanya’da militarist yasalar çıkartılıp eylemler yasaklanırken sesini çıkartmayan ülkenin en büyük sendikası DGB, bir buçuk ay önceden 1 Mayıs eylemlerini iptal etiğini açıkladı. “Dayanışmanın adı sosyal mesafe bırakmaktır” diyen kapıkulu bürokratlar, Rheinmetall gibi silah fabrikalarında çarklar dönerken “sosyal mesafe”yi külliyen unuttular. Pandemi ortamında metal ve elektronik patronlarıyla el ele verip, kimi kazanılmış hakların terk edilmesini ve sıfır ücret artışı içeren TİS’leri alelacele imzalayarak, süreci bitirdiler. Türkiye’de de benzer oyunlar düzenleyen sendika bürokrasisi, silah fabrikalarında çarkların dönmesine ses çıkarmayan Hak-İş, Türk-İş, Kamu-Sen gibi sarı sendikalar kapitalistlerle birlikte utanmadan “aynı gemideyiz” diye çağrılar yaptılar.

Nedir ki bu geminin en konforlu bölümü hep kapitalistlere ve işçilerin başına kahya olarak atanan kapıkullarına düşüyor. İşçilerin payına ise hep tayfalık, gemiyi yürütme yükü ve cefası kalıyor. Denizcilik kuralıdır: Gemiye yük olan tayfalar, dalgalara bırakılırlar.

Burjuvazi gücünü sınıf bilincinden ve kendi sınıf örgütlerine sahip olmasından alıyor ve böylece her türlü lüksünü koruyabiliyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin gerçek bir güç olmalarının yolu da proleter sınıf bilincini kuşanıp, gerçek sınıf örgütlerinde birleşmelerinden geçiyor. Ancak böylesi bir güç sayesinde geminin kumandasını ele geçirebilir, açlık ve sefalet üreten bu çarkı ebediyen kırabilirler.