“Irkçılığın olmadığı bir kapitalizm yoktur!”

Irkçılığı yenmenin ve halkların kardeşliğini sağlamanın tek yolu, sömürüyü, yoksulluğu ve işsizliği tarihe gömen yeni bir toplum, sınıfsız ve sömürüsüz bir yaratmaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 21 Mart 2020
  • 17:30

21 Mart 1960 yılında, Güney Afrika'nın Sharpeville kentinde, Apartheid rejiminin ırkçı paso yasalarına karşı, yirmi bin kişi barışçıl bir protesto gösterisi için toplanmıştı. Polisin protestoya saldırısı Sharpeville Katliamı olarak tarihe geçmişti. Katliamda hayatını kaybedenlerin sayısı altmış dokuzdu ve aralarında çocuklar da vardı. Altı sene sonra Birleşmiş Milletler genel kurulunda alınan “Tüm ırkçı ayrımcılıkların ortadan kaldırılması” kararı, 21 Mart’ı “Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü” ilan etmişti.

Paso yasalarının geçmişi, 18. ve 19. yüzyılda Hollandalıların ve İngilizlerin kölelik zamanında resmileştirdiği kurallara kadar uzanıyordu. Apartheid rejimine göre nüfus 4 “ırktan” oluşmaktaydı. 1991 yılına kadar insanları Beyazlar, Zenciler, Renkliler ve Asyalılar diye sınıflandırıyordu. Değişik “ırkları” birbirinden ayırmak için de toplumsal yaşamın her alanı denetim altına alınmıştı. İş yeri, tren ve otobüs istasyonları, okullar, postane, alışveriş yerleri ve hastaneler ırka bağlıydı veya ona göre belirleniyordu. Bundan başka, insanların toplumsal ve kişisel özgürlükleri kısıtlanıyordu, zira karma evliliğine karşı bile önlemler alınmıştı. Serbest dolaşım hakkı da yoktu ve “ırk”lara sadece belli yerlerde oturma izini vardı. Siyahiler, 1936’da nüfusun yüzde %70’ini oluşturmalarına rağmen, ülkenin sadece yüzde %13’lük alanında barınma hakları vardı. Bütün bunları sağlamak ve denetlemek için, bir kişinin tüm önemli bilgilerini içeren kimlik kartları ve “referans kitapları” çıkarılmıştı. Herhangi bir kontrolde kimliğini anında gösteremeyenler otuz güne kadar tutuklanabiliyordu.

Ailelerinin geçimini sağlamak için sık sık Paso yasalarına uymamak zorunda kalan siyahiler, para ve hapis cezasına çarptırılıyordu. Bununla beraber Anti-Apartheid protestoları da güç kazanıyordu. 1952 ile 1953’de Paso yasalarına karşı yapılan Defiance Campaign (Meydan Okuma Kampanyası) ve 1956’da başkent Pretoria’daki büyük kadın direnişlerinden 1960’da bir polis karakolu önünde yapılan kimlik yakma eylemine kadar. Sonuncusu ise 21 Mart Sharpeville Katliamıyla sonuçlanmıştı. Nihayet yirmi altı sene sonra Paso yasaları maliyetinden ve artık yararsız olduğundan dolayı devlet tarafından kaldırıldı. O güne kadar yasalara uymadıkları için toplam 17 milyon insan tutuklanmıştı.

1979’da Birleşmiş Milletler, 21 Mart Uluslararası Irk Ayrımı İle Mücadele Günü’nü eylem haftasına dönüştürmeye çağırdı. O zamandan bu yana her sene bu vesileyle dünya çapında ırkçılığa karşı faaliyetler gerçekleştiriliyor. 2020’de ise Korona virüsünün yayılmasına binaen eylem haftası iptal edilmiştir.

Irkçılık büyüyor, mücadele devam ediyor

Günümüz dünyasında ırkçılığa karşı sesler yükselmiş olsa da, sorun yerli yerinde duruyor ve günbegün daha tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Almanya’da geçen ay Hanau kentinde yaşanan katliam, Yunan sınırında hayvan muamelesi gören mülteciler, ABD’de polis tarafından şiddet gören ve öldürülen koyu tenliler bunun göstergesidir. Apartheid resmi olarak bitmiş olsa da, Güney Afrika’da sosyal bakımdan en çok dezavantajlı olanlar hala siyahilerdir. Avrupa’da sağcı partilerin yükselişi, dünyada Trump, Bolsonaro, Erdoğan veya Netanyahu gibi insanlık düşmanlarının iktidarda olması, burjuva siyasetin istikametinin daima faşizm olduğunu gösteriyor. Sistemin çelişkileri arttıkça ve krizi derinleştikçe de, kapitalistler işçilerin ve emekçilerin bölünmesi için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar.

Tıpkı Malcolm X’in dediği gibi, “Irkçılığın olmadığı bir kapitalizm yoktur!” Bundan dolayı ırkçılığı yenmenin ve halkların kardeşliğini sağlamanın tek yolu, sömürüyü, yoksulluğu ve işsizliği tarihe gömen yeni bir toplum, sınıfsız bir dünya yaratmaktır.