Amerika’nın devralınan kanlı tarihi: Irkçılık

Ağır buhran koşullarında her yerde olduğu gibi Amerika’da da tekelci burjuvazi krize bir yanıt olarak faşizmi hazırlamaktadır. İnsanlık her yerde, kapitalizmin en vahşi ve en tiksindirici yüzü olan faşizmle giderek daha açık biçimde karşı karşıya gelmektedir.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 24 Ağustos 2017
  • 08:43

ABD’nin Virginia eyaletinin Charlottesville kentinde, Amerikan iç savaşına katılan ve savaş döneminde kölelik sistemini savunanların sembol isimlerinden olan Güneyli General Robert E. Lee’nin heykelinin kaldırılmasını vesile eden ırkçı ve Neo-Nazi gruplar harekete geçmiş, “Sağ birleşsin” sloganıyla akşam saatlerinde meşaleli yürüyüş düzenlemişlerdi.

Virginia Üniversitesi kampüsünde gerçekleştirilen ilk ırkçı gösteri, ırkçı karşıtı bir başka gösteriyle yanıtlanmış ve büyük gerilimler yaşanmıştı. Neo-Nazi ve Ku Klux Klan gruplarının da aralarında bulunduğu bir başka ırkçı gösteri, sol ve antifaşist gruplar tarafından engellenmek istendi. Yürüyüşe silahla katılan nazilerle anti-faşist göstericiler arasında yaşanan şiddet sonucu Virginia Valisi, OHAL ilan etti. Ancak bu durum, gelişmelerin önünü alamadı.

20 yaşındaki bir Nazi eylemci, otomobiliyle antifaşist gruplara saldırdı ve 32 yaşında anti-faşist bir kadın göstericiyi katletti, 19 kişiyi de yaraladı.

Gelişmelerin ardında “tarafların uyguladığı şiddeti kınadığını” belirten Donald Trump, “Yaşanan bu çok taraflı şiddet, nefret ve bağnazlık olaylarını en sert dille kınıyoruz, çok kötü. Bu sorun ülkemizde uzun zamandan beri yaşanıyor. Sadece Donald Trump ya da Barack Obama dönemine ait değil. Bu ülkenin yaralarını sarmalıyız. Bu yaraların tarihi çok eski zamanlara dayanıyor” diyerek ırkçıların ve Nazilerin adını anmamış, beyazların üstünlüğünü savunan ırkçı-faşist eylemi adeta pasif bir şekilde de olsa savunarak kendi partisi Cumhuriyetçiler’den önemli isimlerin de bulunduğu bir kesimden büyük bir tepki toplamıştı. Gelen tepkiler üzerine ırkçı ve neo-Nazileri ikiyüzlüce de olsa kınamak zorunda kalmıştı.

Irkçı, faşist gösteriler, New York başta olmak üzere Los Angeles, Denver, Seattle, San Francisco, Chicago ve Boston gibi birçok büyük kentte protesto edildi.

Protestocular, Virginia‘daki saldırıların sorumlusu olarak gördükleri neo-Naziler ve Ku Klux Klan (KKK) gibi ırkçı grupların yanı sıra ABD Başkanı Trump’ı da hedefe çakarak “KKK’ya hayır!”, “Faşist Amerika‘ya hayır!”, “Trump‘a hayır!” şiarını yükselttiler.

Beyaz Saray’da başlayan ırkçı kudurganlık

Seçim kampanyasında ırkçı söylemleriyle kamuoyunun dikkatini çeken Trump, seçim propagandasını da ırkçı, faşist, kadın düşmanı ve seksist bir eksene oturtmuştu. Trump’ın seçim kampanyasında yabancı, göçmen ve islam düşmanlığı söylemleri, kadın ve LGBT düşmanlığı, siyahlara karşı nefreti ve yanı sıra ırkçı Klux Klan örgütü tarafından desteklenip beyaz ırkçılığı savunan faşist bir tabana da sahip bulunması vb. onun, ABD kamuoyunun büyük bir bölümü tarafından “küstah ve ensesi kalın bir faşist“olarak tanımlanmasına yetmişti. Başkan seçilmesinin ardından da bu tanımlamaya uygun icraatların temsilcisi olmaya devam etti.

Dolayısıyla Trump, eşdeyişle Beyaz Saray dışarıda saldırganlığın ve savaşın, içerde ırkçı söylem ve kudurganlığın tırmanmasında önemli rol oynamıştır. Beyaz Saray, Trump’ın kendisi ve baş danışmanı olduğu gibi en yakın dostu Steve Bannun’un yanı sıra ırkçı görevlilerle doludur ve bunlar, gerici ve ırkçı toplumsal güçlerin harekete geçmesinde teşvik edici bir politika izlemektedir. Dolaysıyla Charlottesville’deki Nazi kudurganlığında bu durumun önemli rolü olduğu kuşkusuzdur. 

Amerikada’ki ırkçı, gerici ve neo-Nazi güruhun, “ensesi kalın faşist milyarderler”in mali desteklerinin yanı sıra Beyaz Saray dahil olmak üzere devlet desteğine sahip olduklarına da kuşku yoktur. Söz konusu güruh, aynı zamanda polis ve ordu aygıtının önemli kesimlerinin de aktif sempatisine sahiptirler. Son iki yıl içinde bini aşkın siyahın polis tarafından katledilmesi bunun ibretlik örneğidir.

Charlottesville kentindeki Nazi kudurganlığını polisin uzaktan izlemesi, ırkçı-faşist güruhun “Heil Trump” sloganı eşliğinde anti-faşist güçlere saldırması bu gerçeği doğrulayan diğer gelişmelerdir. Saldırıların başlamasıyla bir karşıt gösterici olan Brian McLaren adlı papazın “polis oldukça uzakta durdu” tanıklığıyla ifade ettiği olgu tesadüf değildir. Ku Klux Klan’ın Eski Lideri David Duke de attığı bir tweette “Charlottesville konusunda ve BLM/Antifa’da solcu teröristleri kınadığın için, dürüstlüğün ve cesaretin için teşekkürler, Başkan Trump” demesi de tesadüf değildir.

Beyazların üstünlüğüne inanan ırkçı ve neo-Nazi sürülerin sokağa çıkmasında Beyaz Saray’ın izlediği çizgiden cesaret aldıkları kuşkusuzdur. Zira faşist gruplardan birinin sözcülüğünü yapan David Duke, eylemlerinin bir “dönüm noktası” olduğunu belirtip “ülkemizi geri almaya kararlıyız” demesi, devamında “Donald Trump’ın vaatlerini yerine getiriyoruz. Ona inandığımız için Donald Trump’a oy verdik, çünkü ülkesini geri alacağını söyledi” diyerek Trump’ın Amerika vizyonunu yerine getirmek istediklerini dile getirmesi yeterince açıklayıcıdır.

ABD’deki ırkçılığın tarihsel ve toplumsal temeli

Son yıllarda ABD’de yükselişe geçen ırkçı-faşist hareket ve artarak sistematik bir hal alan, özellikle de siyahları hedefleyen polis cinayetleri, dünya  imparatorluğunu aynı zamanda yerli halkın kemikleri üzerine inşa eden Amerika‘daki ırkçılığı bir kez daha kamuoyunun gündemine oturttu. Dünyaya “özgürlük” ve “demokrasi” pazarlayan bu ülkenin gerçek yüzüne de ışık tuttu.

Amerika’daki ırkçılık Amerika’nın keşfine kadar uzanır ve ırkçı katliamlarla başlar. 1492’den 1886 yılına kadar geçen süre içinde 70 milyon Kızılderili’nin katledildiği biliniyor. Kızılderililer sonraki tarihsel süreçlerde de ilkel bir tür olarak tanımlanmaya devam edilerek aşağılandı. İngilizce konuşan insanların tüm insan ırklarının en ilerisi olduğu savunuldu. Demiryolu, tramvay ve otobüslerde yasal olarak ırkçılığa gidildi, siyahlara insan gibi davranılmadı. Irkçı-kafatasçı uygulamalar otelleri, tiyatroları, kütüphaneleri, sinemaları, parkları, kiliseleri, özetle toplumsal yaşamın tüm alanlarını kapsıyordu. Tüm bunlar Amerika’nın yakın tarihine kadar neredeyse yasal zemine oturtulmuş durumdaydı.

Tarihsel arka planından bağımsız olarak bugünkü ırkçılığın siyasal ve toplumsal zemininin neler olduğu ve nasıl yaşandığı pratik olarak yeterince açıktır ve sayısız olay üzerinden görülmektedir. Irkçı ve neo-faşist hareketteki gelişmeler, Amerika’daki burjuva demokrasisinin büyük toplumsal eşitsizliklerin ağırlığı altında nasıl da çürüyüp kokuştuğunu gösterdiği gibi, kriz dönemlerinde ırkçı-faşist çetelerin tekelci sermaye tarafından kullanılan ve kışkırtılan bir araç olduğu da kanıtlanmıştır.

Siyasal ve toplumsal bir olgu olarak ırkçılık ve faşizm, kriz içindeki kapitalizmin dolaysız bir ürünüdür. Günümüzdeki nesnel temeli ve güncel nedenleri kapitalizmin aşılamayan krizi ve onun yol açtığı çok yönlü toplumsal ve sosyal yıkımdır, derinleşen ve çeşitlenen sorunlar yumağıdır. Bugün ırkçıların ve neo-Nazi hareketin güç kazanmasının nedeni kapitalizmin buhranıdır. Ağır buhran koşullarında her yerde olduğu gibi Amerika’da da tekelci burjuvazi krize bir yanıt olarak faşizmi hazırlamaktadır. İnsanlık her yerde, kapitalizmin en vahşi ve en tiksindirici yüzü olan faşizmle giderek daha açık biçimde karşı karşıya gelmektedir.

Önceki süreçlerle birlikte son olarak Charlottesville’deki ırkçı gösteriler Amerika’da da ırkçılığın giderek derinleştiğini gösteriyor. Trump’ın başkanlığı sonrasında göçmenleri, yabancıları, kadınları, LGBT’leri ve Müslümanları hedef alan ırkçı söylemleri ve sürdürdüğü kimlik siyaseti, dış politikada şiddete dayalı savaşçı politikası Amerika’nın iç siyasal yaşamında ırkçılığı körüklemektedir.