Salgına karşı “reçete” direniş!

Umutlarımızın sermaye düzeninin sınırları içine hapsedilmesine, düzen partilerinin oy deposu olarak devşirmeye çalıştıkları öfkemizin heba edilmesine izin vermeyelim. Haklarımızı ve geleceğimizi savunmak, daha derin bir sefaletin içine sürüklenmeyi durdurmak için fabrikalardan, kampüslerden, sokaklardan, meydanlardan gür sesimizi yükseltmemiz gerekiyor. Hayatın her alanında direnişi örgütlemek tek kurtuluş yolumuzdur.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Mayıs 2021
  • 23:03

Kapitalist dünya düzeninin insan soyunun başına açtığı belalar, pandemi sürecinde daha beter bir hal aldı. Sistemin genel olarak salgını önleme konusunda içine düştüğü acizlik ve aşı konusunda yaşanan sorunlar kapitalizmin doğa ve insan düşmanı bir sistem olduğunu bir kez daha kanıtladı. Türkiye’de sermaye sınıfını temsil eden AKP-MHP-mafya iktidarının salgın karşısında aldığı pozisyona bakıldığında ise, dünyadaki emsallerinden çok daha aciz bir rejimle karşı karşıya olduğunu gösterdi.

Kriz içinde debelenen bir ekonomi, devasa boyutlara varan işsizlik, çeteleşen bir rejim, yolsuzluk/rüşvet abidesi olmuş yöneticiler, halktan çalınan paralarla yaptırılan saraylarda sürülen sefahat, pandemiyi değil, algı operasyonunu yöneten bir zihniyet... Böyle bir atmosferde pandemiyi karşılayan iktidar, bir süre inkarcı davrandı. Ancak Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) pandemi için mali yardım sunacağını açıkladığı günün akşamında Türkiye pandemi ilan etti. O zamana kadar milyonların kuru ekmeğine katık edilen milliyetçilik zehri ile salgının “Türklere bulaşamayacağı” yönlü zırvalar halka yutturulmaya çalışıyordu.

Göründüğü kadarıyla T. Erdoğan diktası, pandemiyi bir türlü oturtamadıkları “yeni” rejimi tahkim etmenin bir imkanı olarak gördü. Sonuçta AKP şefinin bizzat söylediği gibi, “Her kriz bir fırsattı” sermaye düzeni için. Nitekim 14 ayı aşkın salgın döneminde rejim bu motto ile hareket etti. İlk önce başarı hikayeleri uyduruldu. Bu hikayelerde hem kokuşmuş rejimin hem özel ve şehir hastanelerinin propagandası yapıldı. Her gün ekranlara çıkan ancak artık pek çıkamayan ve kendisi de özel hastane patronu olan Sağlık Bakanı, utanmadan her akşam topluma yalan söyledi. Toplumun büyük bir kesimi rejimin rezaletlerini sineye çekti. Burjuva muhalefet ise çizilen tozpembe tablonun sisinde kayboldu. Fakat yalanların ortalığa saçılması uzun sürmedi.

Haziran’da başlatılan açılma, turizmden döviz gelsin diye yapıldı. O günden bu yana ise salgın kendi haline bırakıldı. Ayasofya’nın açılışı ve AKP kongrelerinde ise, Covid-19’un özel bir şekilde ülkenin dört bir yanında daha hızlı yayılması sağlandı. Sermaye iktidarının bu pervasızlığı binlerce insanın hayatına mal oldu. Resmi sayılara göre bile vaka/hasta sayılarının on binlere ulaşması ve her gün yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi, salgının iktidar eliyle nasıl bir felakete dönüştürüldüğünü gösteriyor.

AKP borazanı ve iktidarın yalan üretme ajansı olan AA ile saraydan beslenen yandaş medya dünyada yayınlanan sayıları, araştırmaları toparlayıp deforme ederek, Türkiye’de salgının hafif atlatıldığı yalanını tekrarladılar. Oysa Türkiye dünyada en yüksek vaka sayılarına sahip 5. ülke durumuna getirildi. Durum bu iken tüm AKP güruhu hep bir ağızdan büyük yalanlar söyledi/söylemeye devam ediyor.

Son durum ise artık mızrağın çuvala sığmadığını gözler seriyor. 16 milyon işçinin çalışmaya devam ettiği “tam kapanma” dönemi de fiyaskoya dönüştü. Turizm şirketi patronu olan Turizm Bakanı’nın ettiği sözler ve turist çekmek için hazırlanan kampanyalar, fiyaskonun uluslararası alandaki alçaltıcı yansıması oldu.

Hep kötü örnek olarak gösterilen ABD ve AB devletleri büyük oranda salgını kontrol altına alarak yaygın aşılama ile pandemiyi aşma çabalarını yoğunlaştırırken, AKP-MHP-mafya rejimi ise halen aşı hikayeleri anlatıp algı operasyonunu sürdürüyor; dikkatleri başka yönlere çekerek salgını ve ülke ekonomisinin derinleşen krizini unutturmaya çalışıyor.

Milyonlarca insan işini kaybediyor, her ay onlarca insan intihara sürükleniyor, temel tüketim maddelerine fahiş zamlar yapılıyor. Türk Lirası’nın değer kaybetmesiyle ücretler eriyor, asgari ücret açlık sınırının altına düşüyor. Dün devletin aparatı olan çeteler bugün sistemin kendisi haline gelmiş, mafya-devlet-sermaye içiçe geçip bütünleşmiş bulunuyor. Muhalefet güçleri ise toplumun artan öfkesini erken bir seçime odaklamaya çalışarak AKP-MHP-mafya koalisyonunu sıkıştırmaya çabalıyor.

AKP iktidarının özellikle son 8 yılı daha yoğun olmak üzere 19 yıllık icraatları, yedeğine aldığı gerici, ırkçı, paramiliter güçlerle birlikte hiçbir hukuk veya yasayı tanımadığını gösteriyor. Kurumsallaşan bu karanlık rejimin “erken” ya da olağan bir seçimle kolayından gitmesini ummak safdilliliktir. Bu aynı zamanda toplum adına muhalefet yaptığını iddia eden burjuva güçlerin çapsızlığının da göstergesidir. Milyonlar açlıkla, yoksullukla, şiddet ve baskı ile sınanırken sokaktan uzak muhalefet anlayışının topluma bir faydası olmadığı ortadadır.

Madde 25/2, kod-29 ile işten atma ve ücretsiz izin sopasına karşı haklarını savunan ve direnen işçiler, baskı ve zorbalıkla karşı karşıya bulunan Kürt halkı, özerk-demokratik üniversite talebiyle “kayyım rektörlere” karşı direnen gençlik, İstanbul Sözleşmesi’ni ve haklarını savunan kadınlar, doğanın katliamına karşı ağaçların başında nöbet tutan köylüler izlenmesi gereken yolu gösteriyor. Türkiye’nin bu koşullarında bir hak kırıntısını savunmak bile fabrikalarda, sokaklarda, kampüslerde, derelerde/ormanlarda direnmekten geçiyor. Ekonomik-siyasal kriz ve salgın tehdidi karşısında yaşam hakkımız başta olmak üzere tüm haklarımızı ancak birlik olup direnerek savunabiliriz.

Umutlarımızın sermaye düzeninin sınırları içine hapsedilmesine, düzen partilerinin oy deposu olarak devşirmeye çalıştıkları öfkemizin heba edilmesine izin vermeyelim. Haklarımızı ve geleceğimizi savunmak, daha derin bir sefaletin içine sürüklenmeyi durdurmak için fabrikalardan, kampüslerden, sokaklardan, meydanlardan gür sesimizi yükseltmemiz gerekiyor. Hayatın her alanında direnişi örgütlemek tek kurtuluş yolumuzdur.