Camp David ve BRICS zirvesi

Emperyalist güçler arasındaki rekabetin aldığı boyut ve kızışan hegemonya mücadelesinin sertleşmesi, çılgın bir silahlanma yarışı, olayların yeni savaşları tetikleme riskini arttırıyor. Bunun esas sorumlusu ise gerilimi tırmandıran ve savaşları kızıştıran ABD önderliğindeki batılı emperyalistlerdir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 26 Ağustos 2023
  • 19:00

Giderek sertleşen ABD-Çin rekabetinin sahnesi konumunda olan Asya-Pasifik, birçok çatışma potansiyeli barındırıyor. Bölgenin emperyalist hegemonya mücadelesinde jeopolitik ve jeoekonomik önemi giderek artıyor. Uluslararası ilişkilerde önemli sonuçlara yol açan bölgedeki gelişmeler siyasi, askeri ve ekonomik dinamiklerin yanı sıra stratejik gelişmeleri de şekillendiriyor.

Çin-Amerikan rekabetinin farklı boyutlar taşıdığı Asya-Pasifik’te uzun bir dönem sorgulanmayan ABD egemenlik düzeni, 2000’li yıllardan itibaren hem sorgulanmaya hem zayıflamaya başladı. Çin’in dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olma düzeyine yükselişinin yanı sıra siyasi, askeri ve teknolojik açıdan da ABD’nin tek rakibi haline gelmesi, bu sorgulamada önemli rol oynadı. Bundan dolayı ABD’nin Çin’i baş ‘düşman’ sayan stratejisi öne çıkarılmaya başlandı.

ABD’nin ulusal güvenlik strateji belgelerinde, ‘‘Rus saldırganlığı, çıkarlarımız ve değerlerimiz için doğrudan ve şiddetli bir tehdittir’’ değerlendirmesi yapılsa da Rusya’nın, ‘‘uzun vadede ABD’ye sistematik olarak meydan okuyabilecek’’ bir konumda olmadığı vurgulanmaktadır. ‘‘Uluslararası düzeni yeniden yapılandırmak isteyen’’ iki rakip güçten biri olan Çin ise, ABD’ye göre ‘‘dünya düzenini değiştirebilecek kapasiteye sahip tek ülkedir’’. Dolaysıyla Çin, ‘‘dünya düzenini tehdit eden sistematik bir rakip’’ ve ABD’nin “refahına, güvenliğine ve demokratik değerlerine” meydan okuyan bir düşman sayılıyor ve Asya’yı ‘‘istikrarsızlaştırıcı, uluslararası hukuku hiçe sayan, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmeyi reddeden’’ saldırgan bir güç olarak olarak nitelendiriyor. Bunun içindir ki çevrelenmesi ve küresel bir rakip olarak dizginlenmesi önem taşıyor.

Çin’nin yükselen bir rakip olarak güçlenmesini engellemenin yollarından birinin ABD’nin Asya-Pasifik’teki müttefiklerini güçlendirmekten geçtiği var sayılıyor. ABD müttefiklerinin güçlendirilmesi, yenilerinin oluşturulması giderek daha büyük bir ihtiyaç haline geliyor. Çünkü ABD’nin müttefikleri ile ortakları arasındaki işbirliğini genişletmesi, yeni ittifaklar ve ortaklıklar kurması, Çin’i kontrol altına alabilmek için önemli görülüyor. QUAD (Dörtlü Güvenlik Ortaklığı), AUKUS, Asya’nın mini NATO’su olarak da görülen ABD, Japonya, G. Kore üçlü ortaklığı vb. ittifak ve ortaklıklar, Çin’i çevreleme adımları olarak öne çıkıyor.

Camp David zirvesi, Çin’i kuşatma adımı  

ABD, Japonya ve Güney Kore devlet başkanlarının 18 Ağustos’ta Camp David’de üçlü zirve yapmaları bu adımlardan biridir. Zirve, ABD’nin Çin’e karşı saldırgan politikalarının tırmanmasını temsil ediyor ve ABD’nin Asya’daki bölgesel ittifaklarını sağlamlaştırmada ‘‘tarihi önemde’’ bir gelişme olarak görülüyor. ABD, Japonya ve Güney Kore ortak askeri tatbikatlar yoluyla iş birliğini derinleştirme, askeri istihbarat paylaşımını geliştirme ve liderler arasındaki iletişimi iyileştirme kararı aldılar. ABD, atılan bu adımın amacını bölgede ‘‘ortak bir güvenlik çerçevesi’’ oluşturmak olarak tanımladı. Üçlü ortak açıklama yaparak Pekin’i, Güney Çin Denizi’nde ‘‘yasadışı deniz bölgesi iddiaları’’ taşıdığı ve ‘‘Hint-Pasifik sularındaki statükoyu değiştirmeye yönelik tek taraflı girişimlerde’’ bulunduğu iddiasıyla suçladı.

‘‘Her şeyden önce, iddia edilen bölgelerin askerileştirilmesini, sahil güvenlik ve milis gemilerinin tehlikeli kullanımını ve gasp faaliyetlerini kesinlikle reddediyoruz’’ ifadeleri ile Çin’i hedef alıp, ‘‘Tayvan Boğazı‘nda barış ve istikrarın önemini yeniden teyit ettiklerini’’ duyurdular. Tayvan çevresindeki askeri tatbikatlarla, üst düzey diplomatların Tayvan’ı ziyaretleriyle ve büyük silah satışlarıyla (son olarak ABD‘nin, Tayvan‘a 345 milyon dolar değerinde silah sağlaması) gerçekleştirilen ABD provokasyonları yeni boyutlar kazanıyor.  

ABD ile müttefikleri Çin’e karşı ekonomik savaşı da tırmandırıyor. Ortak açıklamada, üç tarafın ‘‘başta yarı iletkenler ve piller olmak üzere tedarik zincirlerinin dayanıklılığı üzerinde artık üçlü olarak çalıştıkları’’nı ilan ettiler. ABD, bu yolla Çin’i ekonomik olarak zayıflatmayı amaçlarken, yarı iletkenler gibi yaşamsal düzeyde askeri öneme sahip temel mallara erişimi de sağlamak istiyor. Güney Kore ve Tayvan bu çiplerin önemli üreticileri arasında yer alıyor.

Çin, bölgede bir ‘‘mini NATO’’ oluşturulmasını reddeden bir açıklama yaparak ‘üçlü zirveye’ yanıt verdi. Zira ABD’nin iki müttefiki arasındaki işbirliğine verdiği önem, Avusturalya’dan Japonya ve Güney Kore’ye kadar uzanan bir askeri cephe inşa etme amacı taşıyor. ABD’nin her iki ülkede de askeri personel ve silah sistemleri bulundurması bunu gösteriyor. İddaya göre Pasifik bölgesinde konuşlandırılan 175 bine yakın ABD askerlerinin yaklaşık 61 bini Japonya‘da, 30 bine yakını ise Güney Kore‘de bulunuyor. ABD, her iki ülkeyi de Çin’e karşı tırmanan güç mücadelesinde kalkan olarak kullanmak istiyor.

Zirvede istihbarat paylaşımı konusunda da anlaşmaya varıldığı bildirildi. Füze savunma sistemlerinin bölgenin askerileşmesinde rol oynadığ, bunun ise nükleer savaş tehdidini büyük ölçüde artıracağı belirtiliyor. Özetle, bölgesel ittifak ve ortaklıklar geliştirmek, olanları güçlendirmek, bunlara yenilerini eklemek yoluyla ABD, Çin‘in bir dünya gücü olmasını, yeni bir hegemon güç olarak yükselişini durdurabilmek için Pasifik’te saldırgan adımlar atıyor.

BRICS Zirvesi, ‘‘Batının hakimiyetine meydan okuma’’

BRICS ülkeler grubunun (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) 15. Zirvesi 22-24 Ağustos 2023 tarihleri ​​arasında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti Johannesburg’ta gerçekleştirildi. ‘‘BRİCS ve Afrika: karşılıklı olarak hızlandırılmış büyüme, sürdürülebilir kalkınma ve kapsayıcı çok taraflılık için ortaklık‘‘ sloganı altında gerçekleştirilen zirve, Batı emperyalizminin egemenliğine karşı bir meydan okuma olarak görülüyor. Yansıyan bilgilere göre üç günlük BRICS zirvesinde, gelişmekte olan en önemli beş ülkenin devlet ve hükümet başkanları yeni bir dünya düzeni oluşturma politikasını tartıştılar. Toplantının başında Güney Afrika Başkanı Cyril Ramaphosa, BRICS ülkelerinin ‘‘küresel dinamikleri şekillendirdiğini ve dünya ekonomisinde ve uluslararası ilişkilerde önemli değişikliklere yol açtığını’’ söyledi.

BRICS‘in beş kurucu üyesi halihazırda dünya nüfusunun yüzde 42’sinden fazlasını temsil ediyor. Küresel ekonomideki üretim payları ise 2010-2021 yılları arasında yüzde 18‘den yüzde 26‘ya yükseldi. Arjantin ve Bolivya lityum, Suudi Arabistan ve Venezuela petrol vb. kaynak zengini ülkelerin katılımıyla bu oranlar daha da artacaktır. Resmi olarak üyelik başvurusunda bulunan 23 ülkenin yanı sıra yaklaşık 40 ülke de BRICS üyeliğine ilgi gösterdi. Üyelik başvurusunda bulunan ülkelerden altı ülke (Arjantin, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) ittifaka kabul edildi. Kimi iddalara göre genişleme, BRICS‘in gayri safi yurtiçi hasılasının, satın alma gücü paritesine göre küresel GSYİH’nın yüzde 36‘sına ve dünya nüfusunun yüzde 46’sına yükselmesini sağlayacak.

Zirvede, ülkelerin BRICS’in karşılıklı saygı ve anlayış ruhuna, egemen eşitlik, dayanışma, demokrasi, açıklık, kapsayıcılık, güçlendirilmiş işbirliği ve fikir birliğine bağlılığını yeniden teyit eden ‘Johannesburg deklarasyonu’ kabul edildi.

BRICS ülkelerinin üç farklı kıtadan altı yeni üyeyi kabul etmesi, tarihi bir dönüm noktası olarak değerlendirildi. BRICS şefleri, genişlemenin ‘‘daha eşitlikçi ve adil bir küresel yönetim için olumlu bir rol oynayacağı’’ iddasındalar. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, BRICS genişlemesinin tarihi olduğunu ve BRICS işbirliği için yeni bir başlangıç ​​noktası olduğunu söyledi. Genişlemenin, uluslararası toplumun beklentilerini karşıladığını ve gelişmekte olan ülkelerin ortak çıkarlarına hizmet ettiğini idda etti. Kimi uzmanlar, BRICS’in genişlemesinin yalnızca BRICS mekanizmasının ABD gibi bazı Batılı ülkelerin beklentilerini çok aşan güçlü eğilimini göstermekle kalmayıp, aynı zamanda Batı liderliğindeki hegemonyaya güçlü bir yanıt olduğunu belirtiyorlar. Çin büyükelçisi Chen Xiaodong, ‘‘Geleneksel küresel yönetim sistemi işlevsiz, yetersiz ve etkisiz hale geldi’’ derken, ABD liderliğindeki hegemonyanın artık kabul edilemez olduğunu vurgulamış oluyor.

***  

BRICS ülkeleri çok farklı oranlarda büyüyen ekonomilerdir. Ortak noktaları, Batı dünyasının, özellikle de ABD’nin çıkarlarına hizmet ettiğine inandıkları dünya düzenine itiraz etmektir. Çin’in BRICS üzerindeki hakimiyeti ise biliniyor. Çin’in ekonomisi Brezilya, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika ekonomilerinin toplamından daha önemli. Çin aynı zamanda bu dört ülke için de önemli bir ekonomik ve ticari ortaktır. Ayrıca, Çin’in siyasi ağırlığının da grubun bütünlüğü açısından önem taşıdığı kabul ediliyor. Yanı sıra, Çin’in ‘‘BRICS’’i ABD’ye karşı çok yönlü bir sahne olarak kullanmak ve kendisini dünya düzeninin merkezine taşımak istediği de iddalar arasında.

Bu arada ABD dolarına bağımlılığın azaltılması da BRICS zirvenin odak noktası oldu. Yapılan açıklamada, ‘‘BRICS ülkelerinin liderlerinin maliye bakanlıklarına ve merkez bankalarına ulusal para birimine dayalı ödeme araçları ve platformları başlatma olasılığını değerlendirme görevi verdiği’’ belirtiliyor. Suudi Arabistan ve İran gibi büyük petrol üreticilerinin BRICS’e katılması durumunda petrol ticaretinin kolaylıkla ‘‘dolarizasyondan arınma sürecine gireceğine’’ inanılıyor. Vladimir Putin Salı günü yaptığı bir konuşmada Batı yaptırımlarını eleştirerek ‘‘dolarsızlaştırmanın geri dönülemez bir süreç olduğunu ve bunun hız kazandığını’’ söyledi. Bu da Batı’nın endişelerini artıran bir başka konu başlığını oluşturuyor.

Hegemonyası çözülen ABD’nin saldırganlığa dayalı çıkış arayışı

Hegemonyası çözülmekte olan ABD emperyalizmi, konumunu korumak için çıkış ararken saldırgan-savaşçı politikaları tırmandırıyor. Çin gibi rakip güç ve kendisine rakip olabilecek potansiyeller taşıyan öteki emperyalist güçler halen hazır değilken, insiyatifi ele almak ve güç dengelerine müdahale etmek istiyor. Bu, emperyalist nüfuz alanları ve dünya eğemenliği uğruna mücadelenin keskinleşmesi demektir. Savaş tehlikesini büyüten bu politikanın etkileri kutuplararası gerilimlerin tırmandırılmasında ve Avrupa’nın göbegindeki Ukrayna savaşının sürekli uzatılmasında görülüyor.

Emperyalist güçler arasındaki rekabetin aldığı boyut ve kızışan hegemonya mücadelesinin sertleşmesi, çılgın bir silahlanma yarışı, olayların yeni savaşları tetikleme riskini arttırıyor. Bunun esas sorumlusu ise gerilimi tırmandıran ve savaşları kızıştıran ABD önderliğindeki batılı emperyalistlerdir. Büyüyen savaş tehlikesinin gerileyen hegemonik güç (ABD) ile gelişen rakip güç (Çin) arasında topyekun bir savaş boyutuna ulaşıp ulaşmayacağını ise önümüzdeki süreç gösterecektir.