BRICS’in 22-24 Haziran Zirvesi 6 yeni üyenin, Mısır, Arjantin, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve BAE’nin saflarına katılmasıyla sonuçlandı. Bilindiği gibi BRICS kısaltması 2001’de ABD yatırım bankası Goldman Sachs’tan ekonomist Jim O’Neill tarafından ekonomik potansiyelleri göz önüne alınarak yaratıldı. Küresel finansal krizin ertesinde kısaltmaya adlarını veren Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin fiilen toplandılar. Hemen 1 yıl sonra da Güney Afrika’yı Afrika kıtasını temsilen davet ettiler. Ancak daha 2003’te Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan Dünya Ticaret Örgütü’nün fikri mülkiyet hakları gerekçesiyle AIDS’e karşı geliştirilen jenerik ilaçları men etmesi gündemiyle toplanmışlardı. Hindistan bu ilaçların başlıca üreticisi idi. Çin ve Rusya ise Soğuk Savaş’ın bitişi sonrası yeni ittifaklara zaten açıktılar. Diğer bir ifadeyle yeni bir örgütsel şemsiyenin objektif koşulları oluşmuştu. Böylelikle BRICS inisiyatifi ortaya çıkmış oldu.
Her ne kadar BRICS’i oluşturan ülkeler politik, ekonomik, ideolojik ciddi farklılıklar gösterse de, bu kadar yıl bir arada durmayı başardılar. Örneğin, Hindistan’da açık görüşlü, çelebi görünümlü Manmohan Singh’in yerine 2014’te Hindu milliyetçisi Narendra Modi’nin seçilmesi dahi ülkenin bu birlikteliğe sıcak bakmasına engel olmadı. BRICS üyeleri için mutlaka bir ortak payda aranacaksa; birincisi, her bir ülkenin dünyanın geleceğinde daha fazla rol sahibi olması gerektiğine, kendilerini parlak yıllar beklediğine inançlarıdır. İkincisi de, başta ABD, G-7 ülkelerinin dünya düzeninde fazlaca söz sahibi olmalarından, küresel güney üzerinde egemenlik kurmalarından duyulan rahatsızlıktır.
BRICS’in yapısı
BRICS’te tüm kararlar uzlaşma yoluyla oybirliği ile alınıyor. ABD hegemonyasında şekillenen IMF ve Dünya Bankası(DB) gibi uluslararası finansal kuruluşların yönetim anlayışlarına tepki, güney ülkelerinin bu zeminlerde karar alma süreçlerinde etkisiz kalması BRICS’i kendi kurumsal yapılarını oluşturmaya yöneltti.
BRICS’in elinde Yeni Kalkınma Bankası (NDB) ve Durumsal Rezerv Düzenlemesi (CRA) gibi iki mekanizma var. NDB kalkınma projeleri finansmanında belli bir ilerleme gösterdiyse de, toplam fon tahsisi 32.8 milyar dolar gibi sınırlı bir düzeyde kaldı. Proje finansmanında DB’ye benzer piyasacı bir yöntem izlemesi ve fonlamanın ağırlıklı dolar cinsinden yapılması eleştirilere neden oldu. CRA ise, IMF'nin fonksiyonuna benzer bir biçimde, uluslararası döviz rezervleri zayıflayan ve kısa süreli ödemeler dengesi krizi yaşayan ülkelere likidite sağlamak amacıyla kurulmuştu. Ne var ki bu mekanizma bir türlü harekete geçirilemedi.
Ekonomik ağırlığı
The Economist dergisinin hesaplamalarına göre, 2001’den günümüze dünya üretiminde ABD; Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Kanada’dan oluşan G-7 ülkelerinin payı %65’ten %43’e düşerken, BRICS üyelerinin payı %8’den %26’ya sıçradı. Yani aradan geçen sürede aradaki fark epey kapandı. Gelgelelim, bu sonuca Çin ve Hindistan’ın hızlı büyüme atağı sayesinde ulaşıldı. Yoksa Brezilya, Rusya ve Güney Afrika söz konusu dönemde başarılı bir ekonomik performans sergileyemedi.
Satın alma gücü paritesi temelinde, yani 1 doların o ülkede satın alabildiği mal ve hizmetler ölçütüyle baktığımız takdirde BRICS’in payının %31.7’ye yükselerek %30.7’lik bir ağırlığa sahip G-7 ülkelerini geride bıraktığı görülüyor. Ülkelerin refah düzeyini karşılaştırırken satın alma gücü paritesi, küresel ekonomideki rekabet güçleri kıyaslanırken ise piyasa fiyatları ile üretimlerinin baz alınması yaklaşımı yaygın kabul görüyor.
Zaman içinde üye ülkeler arasında ticari ilişkilerin oldukça derinleşmesi dikkat çekiyor. Tricontinental: Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün rakamlarına göre, BRICS ülkeleri arasında ikili ticaret hızla artıyor. Brezilya-Çin dış ticareti 2022’de 150 milyar dolara ulaşırken, Rusya’nın Hindistan’a ihracatı Nisan-Aralık 2022 arasında 32.8 milyar dolara sıçradı. Çin-Rusya dış ticareti ise 2021’deki 147 milyar dolar düzeyinden 2022’de 190 milyar dolara kadar çıktı.
Genişleme arayışları
Peki bu dönemde BRICS’in canlanmasını, birçok ülkenin oluşuma katılmak için sıraya girmesini nasıl açıklayabiliriz? Rusya’nın Ukrayna işgali sonucu ABD’nin Moskova’ya yönelik uyguladığı ekonomik ambargo, ülkenin yurtdışındaki rezervlerine ve tüm finansal varlıklarına el konulması “küresel güney” diyebileceğimiz Atlantik İttifakı dışında kalan tüm ülkeleri dünya düzenini sorgulamaya davet etti. Özellikle Belçika merkezli Swift ödeme sisteminin tamamen ABD egemenliğinde bulunması, doların dünya rezerv para niteliğini koruması, NATO’nun genişleyerek bu askeri ittifakın dışındaki tüm devletler için bir tehdit unsuru şeklinde algılanması yeni işbirliği arayışlarını hızlandırdı. Ayrıca bir BRICS parası oluşturma veya ortak bir para birimi üzerinden Swift sistemini by-pass edecek bir dijital ödeme sistemi kurma gibi fikirler alıcı bulmaya başladı. Ancak bu hamleler Johannesburg Zirvesi’nin gündemine alınmadı. BRICS’in kendi çelişkileri; örneğin Çin ve Hindistan arasındaki tarihsel rekabet, iki komşunun geçen yıl sınır çatışmalarına dahi girmesi; Brezilya’da çok kutuplu dünya özlemi taşıyan Lula’nın Rusya-Çin ekseninde bir oluşumdan tedirginlik duyması gibi nedenler çatıyı genişletme arayışlarını hızlandırdı.
Dünya Bankası eski Baş Ekonomisti Branko Milanoviç, blogundaki “BRICS ve bugünkü bağlantısızlık” başlıklı yazısında oluşumun son genişlemesini doğrudan NATO’nun genişlemesiyle bağlantılandırıyor. NATO’nun hiyerarşik, monolitik ve askeri bir ittifak olduğunu, buna karşın BRICS’in bu özelliklerin hiçbirini taşımadığını söylüyor. BRICS heterojen, birbiriyle politik uyuşmazlık içinde ülkelerden oluşsa da, onları NATO’nun derinleştirmeye çalıştığı yeni Soğuk Savaş’a taraf olmak istememe iradesinin birleştirdiğini öne sürüyor.
Tarihsel bir paralellik kurmak gerekirse, 50’ler sonunda, 60’lar başında yükselen bağlantısızlar hareketinin benzer bir nitelik taşıdığını, Batı ile Doğu arasında sürdürülen Soğuk Savaş’ta taraf seçmek istememe motivasyonunun farklı rejimlere sahip ülkeleri bir araya getirdiğini hatırlatıyor. Hareketin Soğuk Savaş’ın bitmesiyle sönümlenmesinin tezinin doğruladığını vurguluyor.
Milanoviç’e göre söz konusu ülkeler ortak fikirleri, değerleri, çıkarları paylaşmasalar da, küresel ticaret, vekalet ve gerçek savaşlara katılmayı reddetmeleri onları yaklaştırıyor. Peki o zaman küresel hegemonya mücadelesinin iki temel aktöründen Çin’in burada nasıl yer aldığı sorulabilir. Çünkü Çin, ABD tarafından çatışma minderine neredeyse zorla çekilen; teknolojik atılımlarıyla, kapitalist küreselleşme ortamında artan rekabet gücüyle, dünya ekonomisinde giderek daha fazla hissedilen ağırlığıyla doğal yollardan dünya liderliğine yol aldığını düşünen bir ülkeydi.
Financial Times’da Alec Russell ise, BRICS’de konuşlanmak isteyen ülkeleri “ortadaki güçler”, yani Washington-Pekin kutuplaşmasında doğrudan taraf olmak istemeyen devletler olarak adlandırıyor. Artık ittifakların bir fiks menü üzerinden belirlediği bir dönemden, ülkelerin manevra kabiliyetlerini arttığı alakart dünya düzenine geçildiğini öne sürüyor. Referans verdiği siyaset bilimci İvan Krastev’e göre “ortadaki güçler”, listesine Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail hatta Almanya gibi ülkelerin yanı sıra küresel güneyden Endonezya ve Hindistan gibi küresel güneyin yükselen dev güçlerini katmak da olanaklı.
Neden bu altı ülke?
Aslında BRICS’in 6 yeni üyesinin her birinin ayrı bir gerekçesi bulunabilir. Petrol devi Suudi Arabistan ve Körfez bölgesinin ticaret merkezi BAE, geleneksel müttefikleri ABD’den kopmadan daha bağımsız bir çizgiye oturma ve dünyada meşruiyet arama gayreti içindeler. BRICS’in kurucu üyeleri, Türkiye’nin 50.7 milyar dolar yatırım beklediği BAE’nin 1.3 trilyon dolarlık ve Suudi Arabistan’ın 780 milyar dolarlık ülke yatırım fonlarının özellikle NDB’nin sermayesini güçlendirmek için seferber edilmesinden umutlular.
Arjantin’in doğal kaynak potansiyeli çok geniş, karbonsuz ekonomi için kritik önemde lityum rezervleri güçlü ve IMF’nin elinden en çok çekmiş ülke olarak sembolik bir öneme sahip. Mısır en fazla Amerikan yardımı alan ülkelerden biri, özellikle Ukrayna işgali sırasında yaşanan gıda krizinde ekonomisi çok dara düştü. Onun varlığının eski Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın bağlantısızlar hareketinin simge isimlerinden biri olması nedeniyle tüm dünyaya mesaj vermesi düşünülüyor olabilir. Afrika’nın en büyük ikinci nüfusuna sahip ülkesi Etiyopya da özellikle Tigray sorunundaki tutumları nedeniyle ABD-AB ekseniyle arasına mesafe koymaya çalışıyor. İran’a ise din temelli bir rejime sahip olmasına karşın, 1979 devriminden beri ABD’nin baş hasım kabul ettiği, sabık başkan Bush’un şer güçlerden saydığı bir devlet olması kaynaklı kapıların açıldığı söylenebilir.
BRICS’e nasıl bakmalı?
Özetle, BRICS bünyesinde dini rejim ile yönetilen, baskıcı üyeleri barındıran bir oluşum. Anti-emperyalist mücadelenin temsilcisi, ezilen halkların sözcüsü bir yapı olması zaten düşünülemez. Zaten böyle bir iddiası ve söylemi de yok. Öte yandan ABD önderliğindeki Batı emperyalizminin egemenliğini aşındıran, sorgulatan, alternatif arayışları hızlandıran bir nitelik taşıması nedeniyle bütünüyle mahkum edilmesi de doğru değil. Adımlarının izlenmesinde yarar var. Bana sorarsanız, şahsen Brezilya Devlet Başkanı Lula’nın yerinde olsaydım Suudi Prensi Salman’la, BAE lideri el-Nahyan’la, Hindistan Başbakanı Modi ile aynı masaya oturmaktan haz etmezdim o ayrı…
BirGün / 29.08.23