Almanya’da farklı birçok işkolunda, Nisan ayında başlayıp bu yılın sonuna kadar devam edecek olan ve milyonlarca emekçiyi kapsayan toplu iş sözleşmeleri süreçleri devam etmektedir. On yıllardır, sermaye devleti, kapitalist tekeller ve sendika bürokrasisinin kirli ittifakı ile sürdürülen saldırılarla birçok kazanımlarını kaybeden işçi ve emekçiler şimdi de Ukrayna’daki emperyalist savaşın yarattığı ağır ekonomik koşullar nedeniyle hızla sefalete sürüklenmektedir. Emekçiler için daha fazla yoksulluk anlamına gelen bu gelişmeler, kapitalist tekeller için işçi ve emekçilere yönelik saldırıların gerekçesine dönüştürülürken, sermaye devleti için ise militarizme ve silahlanmaya yönelik devasa bütçelerin kabul edilerek yasallaşmasına vesile yapılmıştır.
Özellikle son beş yıldır, Almanya’da emekçilerin ekonomik ve birçok sosyal hakları kriz ve pandemi gerekçe gösterilerek yok edilmiştir. Bunların başında, işsizlik, ücret artışlarındaki sıfır sözleşmeler, mesailerin ödenmemesi, kısa süreli çalışma nedeniyle gelir kayıpları, esnek çalışma dayatmaları, yıllık izinlerin kısaltılması, işyerlerinin kapatılacağı tehditleriyle dayatılan ve ücretlerin büyük oranda düşürüldüğü yeni sözleşmelerin imzalatılması gibi daha birçok saldırılar gelmektedir. Bütün bunların üzerine Ukrayna’daki emperyalist savaşın bir sonucu olarak, son elli yılın en üst düzeyini gören enflasyon ve fahiş boyutlara ulaşan fiyat artışları eklenince emekçileri saran sefalet çok daha ağır boyutlarda derinleştirmiştir.
Yıllardır çok kapsamlı saldırılar ile yaşamı cehenneme çevrilen işçi ve emekçiler cephesinde öfke birikmekte, biriken bu öfke bugünün ve geleceğin toplumsal patlamalarının zeminini oluşturmaktadır. Almanya’daki emek cephesinde ortaya çıkan bütün gelişmeler, işçi sınıfının kendisini kuşatan bu çok yönlü saldırılara karşı sessiz kalmayacağını ve mücadele alanlarına çıkacağını göstermektedir. Keza, son üç aydır Almanya’da farklı iş kollarında çalışan ve sendika bürokratlarının ihanetine, tekellerin burjuva mahkemelerine açtıkları grevlerin yasaklanması yönündeki davalara rağmen, yüz binlerin katılımı ile gerçekleşen işçi ve emekçi eylemleri bunu fazlası ile ispatlamaktadır.
İşçi ve emekçiler saldırılara karşı direniyor
Nisan ayı başında, bin farklı işkolunda örgütlü ve iki milyona yakın üyesi ile ver.di Sendikası’nın TİS süreçleri başlamıştır. Asıl olarak hizmet sektöründe faaliyet sürdüren sendika, başta sağlık çalışanları, sosyal hizmetler, havaalanları, ana okulu öğretmenleri, liman işçileri, matbaalar, toplu taşıma çalışanları, bankalar, perakende satış mağazaları çalışanları gibi geniş bir yelpazede faaliyet yürütmektedir. Sendikanın ana gövdesini sağlık ve sosyal hizmetler alanında çalışanlar ile havaalanı, matbaa, liman işçileri oluşturmaktadır. Özellikle bu alanlarda çalışanlar, yıllardır kendilerine dayatılan sıfır sözleşmelerin sonucunda oluşan ücret kayıpları, ağır çalışma koşulları ve sosyal saldırılardan en çok etkilenen kesimler olmuştur.
Bu anlamıyla sendikanın mayıs ayı başında en az yüzde 9 ücret artışları talebiyle yaptığı uyarı grevi ve eylem çağrısına en anlamlı yanıt yukarıda belirtilen işkollarında çalışan emekçilerden gelmiştir. Almanya’nın NRW gibi işsizlik ve yoksulluğun en yoğun olduğu eyaletlerde yüzbinlerce çalışan coşkulu eylem ve direnişlerle tepkilerini ortaya koymuşlardır. İşsizliğin yüzde otuzlara dayandığı NRW’nin Gelsenkirchen ve Wuppertal şehirlerinde, hizmet sektöründe çalışan on binlerce emekçinin katılımı ile coşkulu eylemler gerçekleştirilmiştir. ver.di Sendikası’nın verilerine göre Almanya çapında yapılan eylemlere 500 binin üzerinde emekçinin katıldığı bildirilmektedir.
ver.di Sendikası’nın örgütlü olduğu en önemli işkollarından bir diğeri ise hastaneler ve sağlık çalışanlarıdır. Bu işkollarındaki son yirmi yıldır, özelleştirmeler ve buna bağlı olarak işten çıkarmalar sonucu sağlık hizmeti veren personel sayısı neredeyse üçte bir oranında azaltılmıştır. Özellikle pandemi koşulları altında kölece çalışmaya zorlanan ve son üç yıldır da toplu iş sözleşmelerinde ya sıfır ücret artışı ya da bir kereye mahsus ödemeler ile yüzbinlerce çalışan sefalet ücretlerine mahkûm edilmişlerdir. Bütün bunlar sağlık çalışanları içinde önemli bir tepkinin birikmesine neden olmuştur. Bu nedenlerden dolayı TİS sürecinde en önemli tepkiler buralarda ortaya çıkmıştır. Öyle ki NRW eyaletindeki altı üniversite hastanesinde sendika tarafından yapılan oylamada yüzde 98,31 oranındaki evet oyu ile grev kararı alınarak direnişe başlanmıştır. Almanya’da çok ender rastlanan bu direniş dokuzuncu haftasını geride bırakmıştır. Bu altı hastanede toplam olarak 34 bin personel açığı bulunmaktadır. Ve bundan dolayı, her bir çalışana büyük bir kısmı ödenmeyen uzun mesailer dayatılarak iki kişinin yapması gereken işler yaptırılmaktadır. Sendikal bürokrasiyi ortak iradeleri ile dize getiren sağlık emekçilerinin direnişi, bu kez sermaye devleti tarafından “toplumun ortak çıkarlarına zarar veriyor” gerekçesi ile burjuva mahkemeleri devreye sokularak yasaklanmak istenmektedir.
Kapitalist tekellerin saldırılarına bir diğer önemli bir direniş mevziisi ise 23 Haziran tarihinde Almanya’nın altı liman kentinde (Emden, Bremerhaven, Bremen, Brake, Wilhelmshaven ve Hamburg) 8 bin liman işçisi tarafından başlatılan grevlerdir. Liman işçileri insanca yaşamaya yetecek ücret artışları, personel eksikliğinden dolayı zorla dayatılan mesailerin son bulması ve yeni işçilerin alınması talepleriyle direnişlerini sürdürüyorlar. Liman işçilerinin bu haklı direnişi Alman tekelci sermayesini can damarından vurmaktadır. Özellikle yedek parça tedarik zinciri halkalarında önemli bir yeri olan limanlardaki grevler, kapitalist tekellerin üretim sürecini ciddi anlamda sekteye uğratmaktadır. Liman işçilerinin üretimden gelen güçlerini kullanarak sürdürmekte oldukları bu direniş sermaye sınıfı tarafından özel bir hedef haline getirilmiştir.
Özellikle, satılık burjuva medyası kullanılarak işçilerin haklı talep ve direnişleri yalan haberlerle itibarsızlaştırılmaya, direnişlere karşı toplumsal tepki yaratılma çalışılmaktadır. Diğer bir taraftan ise Alman sermaye sınıfının örgütü olan BDA Başkanı Rainer Dulger tarafından liman işçilerinin grevlerini bastırabilmek için “olağanüstü hal” ilan edilmesi çağrısı yapılmaktadır. Dulger tarafından Der Spiegel dergisine verilen demeçte, “şirketlerin acilen malzemeye ihtiyaç duyduğu bir zamanda limanlardaki grevlerin işverenleri çok rahatsız ettiğini, savaş yasaları gereğince, olağanüstü hal ilan edilerek grevlerin bir an önce bitirilmesini” talep etmektedir.
Hizmet sektöründeki yüz binlerce çalışanın başlattığı grev-direniş dalgası, 4 milyon çalışanı ile Almanya’nın en önemli sanayisi olan metal-elektronik iş kollarındaki grev ve direnişlere devam etmektedir. Haziran ayının başında sektörde örgütlü olan İG Metal Sendikası’nın çağrısı ile direnişe başlayan metal işçilerinin TİS sürecindeki talepleri bir yıllığına olmak kaydıyla en az yüzde 8,2 ücret artışıdır. Tümüyle işçilerin ortak iradesi üzerinden ortaya çıkan bu talep sendika bürokratları tarafından TİS masalarında kirli oyunlar oynanarak satılmaktadır. 15 Haziran tarihinde Aşağı Saksonya, Bremen, Hessen ve Doğu Almanya’dan oluşan eyaletler için imzalanmış bulunan toplu sözleşme bunun ilk adımıdır. İG Metall NRW temsilcisi Knut Giesler tarafından, imzalanan bu satış sözleşmesine göre, bu eyaletlerde çalışan 76.500 metal işçisinin ücretlerinde 18 ay için yüzde 6,5 oranında artarken, bir sefere mahsus olmak üzere çalışanlara 500, meslek öğrencilerine 200 Euro ödeme yapılacaktır.
Almanya’da farklı işkollarında çalışan 10 milyona yakın işçi ve emekçiyi kapsayacak olan TİS süreçleri bu yılın sonuna kadar devam edecektir. İşçi ve emekçilerin aylardır ortaya koydukları direnişlere rağmen sendika bürokratları sınıfın ortaya koyduğu ortak iradeyi hiçe sayarak ihanetlerini sürdürmektedirler. Bu durumun bir başka örnek ise, 580 bin çalışanı kapsayan kimya ve ilaç sektöründe toplu iş sözleşmesi bir kereye mahsus olarak ödenecek olan 1400 Euro ücret artışı şartlarında kabul edilmiştir. Gelişmelerin gösterdiği gibi kapitalist tekeller ve sermaye devletinin hizmetindeki sendika bürokratları TİS süreçleri boyunca işçi ve emekçilere ihanet etmeye devam edecekler.
Sendika bürokratlarının yanı sıra kapitalist tekellerin hizmetindeki sermaye devleti her türlü olanağı kullanarak işçi direnişlerini bastırmaya, onları sefalet ücretlerine mahkum edebilmek için yoğun bir çaba sarf etmektedir. Bu amaçla başta kendi burjuva yasalarını bile çiğneyerek mahkemeler yoluyla grev ve direnişleri yasaklatmaya çalışmaktadır. Burjuva partileri ise grev ve direnişlere karşı düşmanca bir tutum almaktadırlar. 20 Haziran'da Köln Belediye Meclisi toplantısında Köln Üniversitesi hastanesinde sürmekte olan greve ilişkin yapılan oylamada SPD, CDU, FDP ve Yeşiller Partisi grevin bitirilmesi için ortak karar aldılar. Özellikle Yeşiller belediye meclis üyesi ve bir veteriner olan Dr. Ralf Unna'nın toplantıda sarf ettiği sözleri utanç vericiydi. Unna’nın şu sözleri direnişten duyulan korkuyu dile getirmektedir: “Sağlık çalışanlarının grev başarısı, Köln şehrindeki diğer hastaneler üzerinde bir domino etkisi yaratacaktır, işte o zaman her şey kontrolden çıkabilir.”
Kapitalist tekeller, sermaye devleti ve bütün varlığını bu sömürü düzenine borçlu olan sendika bürokratları, işçi sınıfına karşı açılmış olan bu savaşta, sınıf çıkarları gereği tam bir uyum içerisinde çalışmaktadırlar. Çünkü emperyalist saldırgan bir güç olan Alman sermaye devleti, dünyanın yeniden paylaşılması kavgasında pastadan daha büyük paylar alabilmek için militarizme ve silahlanmaya devasa bütçeler ayırıyor. Yüz milyarlara mal olan bu bütçe ise işçi ve emekçilerden kesilmek isteniyor. Bugün işçi sınıfına yönelik bütün saldırıların gerisinde bu tutum belirleyici bir rol oynamaktadır. İşçi sınıfının sırtına yüklenmek istenen bu borç yükü, bugün yaşadığımız sefaletin kaynağı olurken, aynı zamanda sonraki kuşakların da geleceğini ipotek altına almaktadır.
Sınıf hareketi ve onu kuşatan sorunlar
Köklü tarihi bir geçmişe sahip olan Alman işçi sınıfı hareketi, bugün sendika bürokrasisi, sol liberaller ve burjuva partilerinin ağır bir kuşatması altındadır. Sendikalar, SPD gibi bütün bir tarihi ihanetlerle anılan bir partinin arka bahçesine dönüştürülmüştür. Bundan dolayıdır ki işçi sınıfının kazanımlarına yönelik bütün saldırılar SPD ve onun ortağı olan Yeşiller Partisi’nin iktidarları döneminde gerçekleştirilmektedir. Alman tekelci sermayesi dünyanın en güçlü sermaye sınıflarından birisidir. Bu gücüne dayanarak beslediği ve her anlamıyla donattığı sendika bürokratları işçi sınıfının mücadele sahnesine bir sınıf kimliği ile çıkması ve bu mücadeleler içinde politik bir kimlik kazanmasının önündeki en büyük engellerden birisidir.
Bu nedenlerden dolayıdır ki sermayenin saldırıları karşısında, sendika bürokratları işçi sınıfının politik ve sosyal istemlerini hiçbir zaman gündeme getirmezler. Oysa Almanya’daki işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı en önemli mücadele araçlarından birisi olan grev hakkı kullanılamaz durumdadır. Almanya’da genel grev yasaktır. İşkolları arasında dayanışma grevleri yasaktır. Politik grevler yasaktır ve yapılması durumunda devlete karşı suç işlemekten dolayı davalar açılabilir. Sendikaların izni olmadan yapılan bütün grevler yasadışı ilen edilir ve anında mahkemeler tarafından yasaklanır.
İşçi sınıfı kendisini boğan, kötürümleştiren bu gerici kuşatmayı ve yasaları parçalamadan mücadele sahnesine bir sınıf kimliği ile çıkamaz. Bu durum işçi sınıfına yönelik devrimci propaganda ve ajitasyon çalışmasının önemini ortaya koymaktadır. Ne yazık ki İkinci Enternasyonal’in oportünizmini aşamamış olan Alman solu ne böyle marksist bir programa ne de onun üzerinden şekillenen devrimci bir pratiğe sahip değildir. Kendisine yol gösterecek, ona önderlik edecek devrimci bir partinin yokluğu, Alman işçi sınıfını gerici kuşatmalar karşısında savunmasız bırakan en önemli nedenlerin başında gelmektedir. Sınıfa yönelik çalışmalarda, ufku ekonomizmin sınırlarını aşamayan bir çalışma, bırakın işçi sınıfını devrimcileştirmeyi, ona, en küçük kazanımlar uğruna bile mücadele yeteneğini kazandıramaz.
İşçi sınıfı direnişlerle, grevlerle ama asıl olarak da politik genel grevler yoluyla bir sınıf kimliği kazanır. Tarihsel deneyimlerle doğrulanmış olan bu olgu, işçi sınıfına yönelik çalışmanın ana hatlarını ortaya koymaktadır. Bugün Almanya’da devrimcilik iddiası taşıyan partilerin sınıfa yönelik çalışmalarında temel eksiklik budur. Küçük hesap ve korkularla sınıf çalışmasında ekonomizmi, reformizmi program edinenler, işçi sınıfını, hiçbir zaman devrimci bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkartamazlar.