Kızıl Bayrak’ta yayınlanan “Mevcut sendikal düzen ve 2022 1 Mayıs’ı” * başlıklı değerlendirmede, sendikaların başına çöreklenen sendikal bürokrasinin işçi hareketine karşı üstlendiği role vurgu yapılarak şöyle deniliyor:
“İşçi sınıfını sermaye adına denetim altında tutan ve onların ajanları gibi çalışan, sendikalarımızın üzerlerine çöken bürokratlar varlık alanı bulduğu sürece 1 Mayıslar’ın da amacına uygun şekilde geçmesi beklenemez. Sadece işçilerden gelen aidatlara bakan ve sendikaları babalarının çiftliği gibi gören bu bürokratlar, işçilerin ayağına takılan prangaları daha da kalınlaştırmak dışında bir işe yaramamaktadırlar.”
İşçi sendikalarının başına çöreklenen, hükümetler ve kapitalist tekellerle kaynaşarak ayrıcalıklı bir kasta dönüşen sendika bürokrasisi, işçi sınıfının ekonomik mücadelesini bile yürütme kapasitesini yitirmiştir. Onlar, tabandan yükselen tepkileri ve mücadele dinamiklerini sermayenin çıkarlarına göre biçimlendirerek, sermaye için kabul edilebilir bir formasyona sokmaktan başka bir işlev görmüyorlar.
Şirketlerin denetim kurullarında elde ettikleri üyeliklerle tekellerle bütünleşen sendikal bürokratik kast, ayrıcalıklı yaşam koşullarını yitirmemek için sermaye devletlerinin yayılmacı militarist politikalarının da destek veriyorlar.
Alman Sendikalar Konfederasyonu’nun (DGB) Berlin’de 8-12 Mayıs tarihlerinde yapılan kongresi, sendika bürokratlarının sermaye hükümetleriyle ne denli kaynaştıklarına, devletin militarist saldırgan politikalarına nasıl hızla uygun pozisyon aldıklarına tanıklık etti. Kongrede DGB başkanlığına doğrudan hükümet kurumlarından gelen birinin getirilmesi, bu kaynaşmanın daha ileri boyutlara taşınacağını gösteriyor. DGB’nin sağcı muhafazakâr kanadını temsil eden IG Bergbau, Chemie, Energie (IG BCE) başkanı Michael Vassiliadis’in suç ortağı olan Yasmin Fahimi, Federal Çalışma Bakanlığı’nda devlet sekreterliği görevi ve parlamento üyeliğinden DGB başkanlığına getirildi.
Federal Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’ın açılış konuşmasıyla başlayan kongrede, Başbakan Olaf Scholz’dan Federal Çalışma Bakanına kadar SPD’li politikacılar yaptıkları konuşmalarda sendika bürokratlarına övgüler dizdiler.
Kongre açılış gününün Hitler faşizmine karşı kazanılan zafer günü 8 Mayıs’a denk getirilmesi bir rastlantı mıydı bilinemez ama 8 Mayıs günü kongrenin açılış konuşmasını yapan SPD’li Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın Alman emperyalizminin saldırganlık ve silahlanma politikasını “güvenlik’” argümanıyla bolca propaganda ettiğini biliyoruz. Steinmeier’ın bu propagandası militarist politikaları desteklemekte gönüllü olan sendikal kastı cesaretlendirdi. Hükümetin “NATO ve AB çerçevesinde savunma kabiliyetine önemli katkı” yapmak zorunda olduğuna dair kararı lehinde konuşan sendika bürokratları, militarizme tam bir destek sundular.
İşçilerin sorunları yerine savaş konuşuldu
Steinmeier konuşmasına, 8 Mayıs’ın, Hitler’i yenen Batı ve Doğu’daki eski müttefiklere bir “şükran günü” olduğunu belirten demagojik söylemlerle başladı. 8 Mayıs’ın, Nazi yönetiminin dehşetini anlatan bir “anma günü”, bir “umut günü” olduğunu belirttikten sonra, “Avrupa’da bir daha asla savaş olmasın!” çağrısı olduğunu vurguladı. Nihayet sözlerini bugüne getirerek, “Bu 8 Mayıs bir savaş günü”dür, “ortak bir Avrupa evi hayali” bir kabusa dönüştü, dedi. Ukrayna savaşının başlatılmasında emperyalist Batı bloku ve NATO’nun savaş kışkırtıcısı rolünün üzerinden atlayarak, bu savaşın bir “çağ kırılması” olduğunun altını çizdi.
Alman emperyalizminin silahlanma ve saldırganlık politikalarına “haklılık” kazandırmak için konuşmasında en az altı kez tekrarladığı “çağ kırılması” nitelemesi, kongrenin gidişatına yön verdi. Alman emperyalizminin silahlanma ve saldırganlık politikalarına destek kararlarının alındığı bir kongre gerçekleşti. Sendikal bürokrasi hemen her sorunu bu militarist bakış açısıyla ele aldı. Ölçüyü kaçıran uşak takımı, “sosyal Avrupa” ve “adil küreselleşme” başlıklarını bile bu bakış açısıyla tartıştı.
Steinmeier “çağ kırılması” vurgusuyla, Almanya’nın teslim olarak İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle başlayan, Almanya’nın askeri kısıtlamaya zorlandığı dönemin sona erdiğini, dolayısıyla yeni bir silahlanma ve saldırganlık evresine girdiklerini ilan ediyordu.
Putin’i Ukrayna’yı “silip atmak”la suçlayan Steinmeier, Hitler faşizminin suçlarını “hafifletmek” için, onu bir savaş suçlusu olarak Hitler’in yanına yerleştirdi. Putin saldırganlık savaşıyla “İkinci Dünya Savaşı ve soğuk savaş sonrasında inşa ettiğimiz Avrupa barış düzeninin temelini” yıktı dedi. Histerik savaş çığlıklarını “haklı” göstermek için, emperyalist Batının son otuz yılda Yugoslavya’dan Afganistan’a, Libya’dan Irak, Suriye ve Yemen’e uzanan geniş bir coğrafyada milyonlarca insanın canına mal olan işgal ve yağma savaşlarına rağmen, “Avrupa barış düzeni”nin hüküm sürdüğü riyakarlığına sığındı.
Ona göre, emperyalist Batı blokunun yürüttüğü savaşlar yağma savaşları değil ama Ukrayna savaşı “liberal demokrasi fikrine ve onun dayandığı değerlere; özgürlük, eşitlik, insan hakları ve insan onuruna” yönelik bir saldırıdır. Buna karşı federal hükümetin cevabının “açık ve net” olduğunu, Ukrayna’yı silah, para ve Rus saldırısını püskürtmek için ihtiyaç duyduğu her türlü yardımla desteklediklerini söyleyen Steinmeier sözlerini şöyle sürdürdü: “Dayanışma, AB tarihinde asla uygulamadığımız sert yaptırımlarla Rusya’ya ekonomik baskı uygulamak anlamına gelir. Dayanışma aynı zamanda yükleri taşımamız gerektiği anlamına gelir ve bu uzun bir süre için...” Ardından, işçilerden savaş politikalarının mali yükleri için fedakârlık, bürokratik sendikal kasttan da savaş politikasını destekleyerek işçi sınıfının ilgili “fedakarlıklara” karşı her türlü direnişini bastırmasını talep etti. Konuşmasını “size çok güveniyorum” diyerek tamamladı. Steinmeier’ın konuşması kelimenin gerçek anlamıyla işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı açık bir savaş ilanıydı.
DGB’nin 22. Olağan Kongresi, sol basında olduğu kadar burjuva basında da sendikal hareketin sorunlarından çok Steinmeier, Scholz vb.’lerinin yaptıkları konuşmalar ve “fedakârlık”, “Avrupa güvenliği” gibi vurgularla haberleştirildi. Zira, eski ve yeni başkanların kongre konuşmalarının ağırlıklı bölümünü, işçi sınıfının ekonomik ve sosyal sorunları, işsizlik, yüksek enflasyon, taşeronlaştırma, yeniden yapılanmanın getirdiği yükler gibi kapsamlı sorunlar, bu sorunların çözümü için nasıl bir mücadele hattı izleneceğinden çok savaş ve silahlanmanın desteklenmesi oluşturdu. Son üç yıldır reel olarak ücret artışı bir yana, işyerlerinin korunması sahtekarlığıyla verilen tavizlerle kapatılan TİS’ler gerçeği orta yerde dururken ve yeni bir TİS süreci başlamışken, bu sorunlar işçi sendikasının olağan kongresinde gündem yapılarak tartışılmadı.
Bu gerçeklere rağmen, kongrede DGB başkanlığına getirilen SPD’li siyasetçi Yasmin Fahimi, yaklaşık 400 delegeye yaptığı teşekkür konuşmasında, kongre DGB’nin bir “sosyal pusula”sı olduğunu kanıtladı deme yüzsüzlüğünü sergiledi. Görülmektedir ki, onların “sosyal pusula”sı kapitalist tekellerle işbirliğini, kölelik ve silah tekellerinin çıkarları uğruna işçilerin kanlarının dökülmesini içeriyor.
Kararların “yoğun tartışmalar”dan sonra alındığını söyleyen Fahimi, DGB yönetim kurulunun, diğer şeylerin yanı sıra, “Avrupa’da barış ve güvenlik için çerçeve koşulları”nın yeniden değerlendirilmesini tartışarak, Alman ordusu için planlanan özel fonun (100 milyar euroluk fon) reddedilmesini önleyecek bir ifade üzerinde anlaştığını açıkladı. Mızrağı çuvala sığdırmak için de, özel fonunki gibi “soyut meblağlara odaklanmanın” (100 milyar euronun nesi soyutsa) “mantıklı olmadığını”, “eleştirel olarak değerlendirildiğini” ve DGB kongresinin, federal hükümetin “NATO ve AB çerçevesinde savunma kabiliyetine önemli katkı” yapmasından yana olduğunu açıkladı.
Sendikal mücadeleyi emek simsarlığına çeviren bu hainler, hükümetin geçmişteki politikasına uygun olarak DGB’nin eski kararlarında yer alan “kriz bölgelerine silah satışı önlenmelidir” ifadesinin silinmesi, değişen politikalara paralel olarak bu eski kararın “kriz bölgelerine” silah satışı ve sevkiyatını onaylayan kararla değiştirilmesini önerme kararı almışlardır.
Sınıf hareketini ilmek ilmek örüp, sermayeye karşı mücadeleyi sendikal bürokratik kasta karşı mücadeleyle birleştirenler bu saltanatı parçalayacaklardır.
Devlet ve kapitalist tekellerle sendikal kastın bütünleşmesinin sonucu olarak sendikaların ücret artışı mücadelesini bile veremez hale gelmesi, giderek daha fazla sayıda işçinin sendikalardan umudunu keserek üyeliklerini sonlandırmasıyla sonuçlanıyor. DGB’nin 2000’lerin başında 7.7 milyon olan üye sayısında bugün 2 milyonun üzerinde bir azalma olmuştur.
Yazının başında yer verdiğimiz “Mevcut sendikal düzen ve 2022 1 Mayıs’ı” değerlendirmesinin devamında da vurgulandığı gibi, bu saltanatı parçalamada, sermayeye karşı mücadeleyi sendikal bürokratik kasta karşı mücadeleyle birleştirerek vermek zorunda olan öncü işçilerin, komünistlerin ve sınıfın sorunlarına duyarlı devrimcilerin, “tabandan yükselecek sınıf hareketini ilmek ilmek örmede” kat edecekleri yol belirleyici olacaktır.
*/ana-sayfa/kizil-bayrak-yazilari/sinif/mevcut-sendikal-duzen-ve-2022-1-mayisi