Kapitalizmin “daha çok üretim-daha çok tüketim” kuralına dayalı işleyişi sadece emeği değil doğayı ve kaynaklarını da kural veya ölçü tanımadan hoyratça sömürüp yağmalayarak yıkıma sürüklüyor. Bu yıkım, gelinen aşamada insan soyu ile diğer canlıların geleceğini tehdit eden boyutlara varmış durumda. Doğanın milyonlarca yıl içinde oturmuş dengesi geri dönülemez biçimde bozulduğu gibi canlı yaşam da yok olma akıbetiyle karşı karşıya bulunuyor. Bu olgu artık emperyalist-kapitalist devletlerin şefleri tarafından da kabul ediliyor. Sorunun somut yansımaları olan küresel ısınma, artan aşırı hava olayları ve bunun felakete dönüşen sonuçları dünyanın farklı bölgelerinde sık sık görülmektedir. Yanı sıra biyo-çeşitlilikte fakirleşme, bitki ve hayvan türlerinin ortadan kalkması gibi dramatik sorunlar da derinleşiyor. Bunun dolaysız sorumluluğunu taşıyan emperyalist-kapitalist iktidarlar güya bu felaketleri önlemek amacıyla zirveler-toplantılar düzenliyorlar.
13. Petersberg İklim Diyaloğu da bu iddiayla toplandı. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un davetiyle bir araya gelen yaklaşık 40 ülkeden üst düzey temsilciler, 17-19 Temmuz tarihleri arasında iklim kriziyle başa çıkmak için “somut adımları” tartıştılar. Almanya’da gerçekleştirilen bu toplantı, Mısır’ın Şarm El Şeyh kentindeki COP27 Dünya İklim Konferansı’nın hazırlıklarının başlangıcı sayılıyor. Diyaloğun, Kasım ayında başarılı bir iklim konferansının yolunu açmada “önemli bir yapı taşı” olacağı iddia ediliyor. ABD, Çin ve Hindistan gibi en büyük CO2 yayıcıları da masada bulunuyor. Söylendiğine göre diyalog için bir araya gelen yaklaşık 40 ülkeden bakanlar ve temsilciler, iklim değişikliğine karşı mücadelede izlenecek yol üzerinde anlaşmaya varmak istiyor.
Bu iklim diyalogunun fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak ve küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak için daha yoksul ülkeleri sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş konusunda desteklemeyi de hedeflediği söyleniyor. Yanı sıra hem çok taraflı iklim müzakerelerinde hem de ülkeler arasındaki güven de güçlendirilmek isteniyormuş. Ama tüm zirvelerde dile getirilen amaç ve isteklerle gerçekler arasında uçurum var. Nitekim BM Genel Sekreteri António Guterres, Petersberg Diyalogu’ndaki video konuşmasında, iklim koruma hedeflerinde bir gevşeme olduğu konusunda uyarıda bulunarak, bu gerçeğe dikkat çekti. Guterres konuşmasında şunları söyledi:
“Sera gazı konsantrasyonları, yükselen deniz seviyeleri ve okyanusların ısınması yeni rekorlara ulaştı. İnsanlığın yarısı sel, kuraklık, aşırı fırtına ve orman yangınları nedeniyle risk altındadır. Yine de fosil yakıtlara olan açgözlülüğümüze devam ediyoruz.”
Toplantıda Kasım ayında Mısır’da yapılması planlanan COP27 Dünya İklim Konferansı’nın rotasının belirleneceği söylendi. Toplantı gündeminde, iklim değişikliğinden kaynaklanan hasar ve kayıpların üstesinden gelmek için birçok ülkenin uzun süreden beri gündemde olan finansal destek talepleri de yer alıyor. Her kuraklık, her fırtına, her sel felaketiyle birlikte uluslararası iklim diplomasisinde “kayıp ve hasar” tartışması büyüyor. Karayipler, Afrika, Güney Amerika veya Asya’daki ülkeler, giderek daha fazla sanayileşmiş ülkelere dikkat çekiyorlar. Zira bunlar, sera gazı salarak sorunun daha da derinleşmesine neden olan ülkelerdir.
***
Son dönemde savaş çığırtkanlığıyla öne çıkan Almanya Dışişleri Bakanı Baerbock, toplantıda iklim krizi için “bu arada bu dünyadaki tüm insanlar için en büyük güvenlik sorunudur” diye buyurdu. Kriz olarak tanımlanan ve canlılar için bir felaket olan soruna güya “çözüm bulmaya” çalışan bu “yeşil/militarist” bakan, Almanya’nın Rus gazına olan bağımlılığını azaltmak için kömürle çalışan elektrik santrallerini yeniden etkinleştirme konusunda zor kararlar alması gerektiğini söyledi. Güya iklim krizine çözüm bulmak için toplanmışlar ama kömüre dönüş yaparak sorunu daha derinleştireceklerini ilan ediyorlar.
Sergilediği kaba riyakarlığın farkında olmalı ki, “yeşil/militarist” bakan şu boş lafları da sözlerine ekliyor: “Ancak bu, 1,5 derece hedefimizden vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyor. Ayrıca yenilenebilir enerjiyi genişletme çabamızda yavaşladığımız anlamına da gelmiyor.”
***
Greenpeace iklim uzmanı Bastian Neuwirth verdiği bir demeçte, iklim kriziyle mücadelenin diğer krizlerin gerisinde kalmaması gerektiği konusunda uyardı ve “Petersberg İklim Diyalogu, Kasım ayındaki iklim müzakereleri için kilometre taşları belirleme beklentilerinin altında kalıyor” dedi. Ona göre, Almanya’daki Olaf Scholz hükümetinin belirli mali taahhütleri vardı. Bu, iklim kriziyle mücadele konusunda ciddi olduklarını göstermek ve özellikle etkilenen küresel Güney ülkelerine karşı sorumluluklarını yerine getirebilmekti. Federal hükümet, gelişmekte olan ülkelerdeki risklere ve hasarlara karşı koruyucu bir konsept sunarak güya sorumluluğunu yerine getirdi. Teklif, özellikle savunmasız ülkelerde erken uyarı sistemleri, ihtiyati planlar ve hasar olayları durumunda hızlı finansman sistemleri için düzenlemeleri amaçlıyor. Alman Federal Ekonomik İşler ve İklim Koruma Bakanlığı tarafından yaptırılan bir araştırma, insan kaynaklı iklim değişikliğinin Almanya’da 2000 yılından bu yana yılda ortalama 6,6 milyar Euro tutarında hasara yol açtığını gösteriyor.
Geçen Kasım ayında Glasgow‘da düzenlenen BM İklim Zirvesi COP26‘da devletler, küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırma ve en geç yıl sonuna kadar ulusal iklim hedeflerini kesinleştirme sözü vermişti. Fakat bunlar her zamanki gibi riyakâr laflar olarak kaldı. Emperyalist ülkelerin şefleri bu sürede iklim krizine çözüm bulmak için değil, Ukrayna savaşını kışkırtıp dünyayı daha cehennemi bir hale getirmek için çalıştılar.
***
BM Genel Sekreteri Guterres’in video mesajında söylediği sözler tehlikenin boyutuna işaret ediyor:
“Beni en çok endişelendiren şey, bu küresel kriz karşısında çok taraflı bir topluluk olarak birlikte çalışamıyor olmamız. Uluslar ortak geleceğimiz için sorumluluk almak yerine suçlama oyununu oynamaya devam ediyor. COP27‘de yenilenebilir bir enerji devriminin devam ettiğini göstermemiz gerekiyor.”
Guterres, çaresizce sorunun bam teline dokunuyor:
“Seçenek bizde. Ya birlikte hareket ederiz ya da toplu intihar ederiz.”
Ancak İngiliz politikacı ve COP 26 Başkanı Alok Sharma, Berlin’de dile getirilen emperyalist şeflerin yalana dayalı vaatlerini “Verdiğimiz veya üzerinde anlaştığımız sözlerin çoğu sadece kelimeler, kağıtlar” sözleriyle teşhir etti.
Hala insanlığın enerji ihtiyacının yüzde 84’ünü karşıladığı belirtilen fosil yakıtlarının sera gazı emisyonlarının yüzde 80’nini oluşturduğu ifade ediliyor. Dolaysıyla fosil yakıtlardan çıkmak tüm zirvelerin temel konusu. Ama sermayenin devasa kazançlar sağladığı bu alandan, kendi kendine vazgeçmesi imkansızdır. Son 26 yıldaki küresel emisyonların yüzde 71’inden 100 fosil yakıt şirketi/enerji tekeli sorumludur. Bu tekeller, 2015’te imzalanıp 2016’da güya yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana yaklaşık iki trilyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yaptılar. İklim ne kapitalist devletlerin ne kapitalist tekellerin umurunda. İmza attıkları sözleşmelere uymalarını sağlamanın tek yolu ise, halkların küresel çapta ikimin korunması için birleşik bir direniş geliştirmeleridir.