Sivas Katliamı’nın üzerinden çeyrek yüzyıl geçti. Ne var ki o katliama imza atmış bazı kimselere “yargı”nın eli ulaşamıyor. Şimdiye kadar karanlık birtakım eller buna engel oldu ve olmaya devam ediyorlar.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın üç firari sanığından biri olan Murat Sonkur’un Adalet Bakanlığı’nca iadesi talebi Alman muhatapları tarafından kabul edilmedi. İlgili makamlara Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet cezası olduğu bahanesiyle iadenin söz konusu olamayacağı bildirildi. Türkiye Adalet Bakanlığı’nın “Anayasal düzeni zorla bozma ve terör suçu” kapsamındaki iade talebinin reddedilmesi, henüz çok kesin bir karar gibi görünmese de Alman devletince gerçek bir niyet beyanıdır.
Sivas Katliamı Davası’nın bir sonraki duruşması, yarın Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek ve sanıklar Murak Sonkur, Eren Ceylan ve Murat Karataş yakalanmadıkları için dava tekrardan ertelenecektir. Müşteki avukatların davanın düşmemesi konusundaki ısrarları gerçekten karşılık bulacak mıdır, yoksa zamanaşımından 2023 yılında davanın düşeceği hesapları mı yapılmaktadır, göreceğiz.
Katliamın gerçekleştiği gün bütün duyu organlarından mahrum edilmiş gerici-dinci güruhlar ile devletin kolluk kuvvetleri ahenk içinde hareket etmekte bir beis görmemişlerdi. Bugün Berlin’de ve Ankara’da aynı ortaoyununun bir başka boyutuna tanıklık ediyoruz. Lakin çok iyi biliyoruz ki ne iade talebinde bulunanlar ne de hukuki gerekçelerle reddedenler zerre kadar samimidirler. Katliamda başrol oynamış sanıklar başta olmak üzere, onların avukatları ve daha bir dizi devlet bürokratı, gerici Türk devleti tarafından ödüllendirilmiştir. Bunların kimisi belediye başkanı, kimisi milletvekili olmuş, kimisi de bakanlık koltuğuna oturmuştur. Kimileri ise gerici Alman sermaye devleti tarafından koruma altına alınmıştır.
Alman emperyalizmi dün olduğu gibi bugün de Türk devletiyle her türden karanlık ilişkilerin içindedir ve en ileri düzede bilgi sahibidir. Ermeni katliamından tutalım da Dersim katliamına kadar bizzat olayların içindedir. Günümüzde mazlum Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın da ortağıdır. Türkiye’ye ilişkin insan hakları ve demokrasi ihlalleri konusundaki tutumu tam bir ikiyüzlülükten ibarettir. Sivas’ta aydınların ve Alevilerin katledilmiş olması, Alman devletinin kendi çıkarları için kullanılabilecek bir malzeme olmadığından, daha en başından itibaren tutumu Türk devletiyle aynı frekansta olmuştur.
Oysa bugün o aynı Alman devletinin, “muhalif” Aleksey Navalni için Rusya ile kirli çıkarları adına savaşın eşiğine gelebildiğine tanıklık ediyoruz. Beyaz Rusya’da bir anda diktatörlüğün keşfine çıkarak, kitlelerin mobilizasyonuna nasıl da canhıraş katıldığını ve destek sunduğunu görüyoruz.
İşte bu aynı Alman sermaye devleti, faşist Türk devletinin Alevilere karşı uyguladığı katliamları, baskı ve asimilasyonunu bile bile Sivas Katliamı’nın sanıklarını saklamakta bir sakınca görmemiştir. Bu tutumuyla suça ortak olmuş, kendisini sorumlu kılmıştır. Alevilere karşı uygulanan her türden anti-demokratik uygulamada her zaman olduğu gibi yine tarafını kendisine yakışır bir şekilde gerici Türk devletinden yana yapmıştır. Masum insanları yakmak konusunda oldukça deneyim sahibi olan aynı Alman gericiliğinden başka da bir şey beklenemezdi. Lakin bu aynı gericiliğe hizmette kusur etmeyen kimi Alevi kurumları ve “ulu önderleri” de en az sahipleri kadar bu suçun ortağıdırlar.
Sivas Katliamı başta olmak üzere Anadolu coğrafyasında işlenen daha nice suçun hesabı, ancak ve ancak işçi ve emekçilerin birliği, halkların kardeşliği mücadelesiyle sorulabilir.