Katliamın hesabını direnen halklar soracak!

İnsanlık tarihinin tanık olduğu en büyük vahşetlerden biri olan Sabra-Şatila katliamının üzerinden 38 yıl geçti.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Eylül 2020
  • 16:23

İnsanlık tarihinin tanık olduğu en büyük vahşetlerden biri olan Sabra-Şatila katliamının üzerinden 38 yıl geçti. Katliamı planlayan isim olan dönemin İsrail savunma Bakanı, bir dönemin (2001–2006) İsrail Başbakanı Ariel Şaron, “Beyrut Kasabı” sıfatını oradan almıştı.

 “Uygar Batı”nın bir dönem “Başbakan” diye muhatap aldığı Beyrut kasabı, Anglo-Amerikan “demokrasi”lerinde “Barış adamı” ünvanlıyla anıldı. AKP döneminde ise, kasap İsrail Başbakanıydı. Uzun yıllar Tayyip Erdoğan’ın “yakın dostları” listesinde birinci sırayı işgal etti. Öyle ki, T. Erdoğan’la Beyrut kasabı arasında kırmızı telefon hattı bağlanmıştı. Nitekim ‘Yahudi üstün cesaret ödülü’ T. Erdoğan’ın boynuna asıldığında Beyrut kasabı halen başbakandı.

1982’de siyonist İsrail devletinin bile görevden almak zorunda kaldığı Beyrut Kasabı ölene kadar emperyalistlerin ‘kıymetlisi’ olarak kaldı. Son on yılda Filistin halkının acıların pervasızca istismar eden T. Erdoğan’ın ise, yıllarca ‘dostum Şaron’u oldu.

***

4 Haziran 1982’de Filistin direniş hareketine karşı saldırıya geçen İsrail ordusu, Lübnan’daki gerici-faşist güçler (Hristiyan falanjistler) ile emperyalistlerin tam desteğini arkasına almıştı. Amaç, Filistin direniş hareketi ile Lübnan ilerici-devrimci güçlerini imha etmek ya da Beyrut’tan söküp atmaktı. Siyonist ordu, dünyanın gözleri önünde aylar boyunca Batı-Beyrut’u havadan, denizden ve karadan bombalayarak harabeye çevirdi. Lübnan kaynakları katliam bilançosunu 18 bin ölü, 30 bin yaralı olarak açıklamışlardı.

Vahşetin boyutu öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, siyonist Yahudi toplulukları bile İsrail’e tepki göstermeye başladılar. Siyonizm zehrinin Yahudiler arasında yayılmasında her zaman başat rol oynayan İsrail basını da Şaron’a ciddi eleştirilerde bulunuldu. Üstelik bu eleştiriler henüz Sabra-Şatila katliamları öncesinde yapılıyordu.

Beyrut kuşatmasına karşı üç aya yakın bir süre direnen FKÖ, emperyalistlerin de araya girmesiyle, 1 Eylül’de gerillalarını Beyrut’tan çekti. Çekilme Amerikan-Fransız-İtalyan askerleri gözetiminde gerçekleştirildi.

FKÖ’nün çekilmesinden hemen sonra İsrail, ABD’ye baskı uygulayarak “Barış Gücü” askerlerinin de Beyrut’tan çekilmesini ister. Her zaman olduğu gibi İsrail’le suç ortaklığı yapan ABD emperyalizmi, “Barış Gücü”ne bağlı askerlerin çekilmesi talebini yerine getirir. Son Fransız askerleri 14 Eylül’de Beyrut’tan çekilir. Böylece meydan tamamen Şaron yönetimindeki siyonist orduya bırakılır.

Yapılan anlaşma göre, -İsrail ordusu dahil- bütün yabancı güçlerin Lübnan’dan çekilmesi gerekiyordu. Ancak siyonist katiller tam tersini yaparlar. Meydan onlara kalınca Beyrut’u işgal edip yağmalarlar. Anlaşmayı ihlal etmekle yetinmeyen siyonistler, küstahça açıklamalarda bulunurlar. Örneğin dönemin İsrail genelkurmay başkanı, basının karşısına çıkarak, “Şimdi içerdeyiz. Batı Beyrut’u temizleyeceğiz, silahları toplayacağız, teröristleri tutuklayacağız” şeklinde açıklama yapar.

İki hafta (15-29 Eylül) süren İsrail ordusunun Beyrut işgalinin ikinci günü -16 Eylül 1982-, Şaron’un emrindeki İsrail askerlerinin açtığı yoldan ilerleyen Hıristiyan Falanjist/faşist katiller, Sabra-Şatila kamplarına ulaşır. İki kampta bulunan ezici çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan savunmasız insanların üstüne çullanır, azgın bir katliama girişirler. Kampta bulunan Filistinli mültecilerle Lübnanlı yoksullar silahsız ve savunmasız durumdadırlar. Falanjistlerin yanı sıra İsrail ajanı Said Haddad öncülüğündeki katil sürüleri de katliamcılara katılırlar.

İsrail ordusu denetiminde ve Şaron’un yakın gözetiminde binlerce insanı hunharca katleden faşist çeteler, Filistin halkına aşırı kin duymalarıyla bilinirler. Buna karşın hiçbir zaman Filistinli gerillalarla karşı karşıya gelmeye cesaret edememişlerdir. Bu çeteler korkak, cani, yağmacı, tecavüzcü olarak biliniyordu. İsrail ordusu tarafından savunmasız insanların üzerine salındıklarında tüm kinlerini kusarlar. İnsanlıktan zerre kadar nasiplenememiş olan bu çeteler adeta ilkel bir histeriyle kıyıma girişirler. Bin 500 kişiden oluşan cani sürüsünün başındaki subaylardan birinin sarf ettiği şu sözler onlar hakkında net bir fikir verir: “Bizim kendimize sorduğumuz soru nasıl başlamaktır: Irza geçerek mi, öldürerek mi?..”

16 Eylül günü güneş batmadan önce başlayan kıyım tam kırk saat sürer. Kasap Şaron ve diğer İsrailli komutanlar, kamp yakınlarındaki 7 katlı bir binanın damından, gece görebilmeyi sağlayan dürbün ve teleskoplarla izlerler faşist çetelerin bu vahşi insan kırımını.

***

Siyonist ordunun Batı-Beyrut’u işgal ettiğini öğrenen FKÖ yöneticileri ise şaşkınlıktan dona kalırlar. Zira Tunus’a giden FKÖ liderlerine geride kalan ailelerinin korunacağına dair güvence, bizzat Amerikalı özel temsilci Philip Habib tarafından verilmiştir. Filistinli direnişçiler, emperyalist/siyonist güçlere güvenmenin büyük bir hata olduğunu anladıklarında, yazık ki iş işten geçmiştir.

***

Sabra-Şatila katliamı dünyanın dört bir yanında protesto edildi, faşist çetelerle onları yönlendiren siyonistler lanetlendi. Bu protestolara İsrail halkının bir kesimi de dahildir. İsrail devletinin doğrudan doğruya suçlu olmasından duyulan rahatsızlık ve utanç sonucu, 25 Eylül’de Tel-Aviv’de 400 bin kişinin katılımıyla görkemli bir protesto gösterisi yapılır. İsrail devletinin kuruluşundan beri gerçekleşen bu en büyük gösteriden sonradır ki, siyonistler, bir soruşturma komisyonu oluşturmak zorunda kalırlar.

Soruşturma komisyonu, Beyrut kasabı Şaron’u görevden almakla yetinmişti.

Beyrut’u İsrail ordusuna teslim eden batılı emperyalistlerin ise, sesi çıkmaz. Zira katliama zemin hazırlayan kendileriydi. Eğer anlaşmaya uygun davranmış olsalardı, İsrail ordusu Beyrut’tan çekilmek zorunda kalacaktır.

T. Erdoğan’ın dostu Beyrut kasabı Şaron, beş yıl başbakanlık koltuğunda oturduktan bir süre sonra komaya girdi. 8 yıl komada kaldıktan sonra 2015’te öldü. Katliamı gerçekleştiren faşist çeteler, Lübnan’da kalamadıkları İsrail’e giderek orada düşkün birer sığıntı olarak, alçaltıcı bir yaşam sürdüler. Pek çok kıyım gibi Sabra ve Şatila’nın hesabı henüz sorulması. Bu ve benzer kıyımların hesabı, halklar emperyalist/siyonist cellatlara karşı isyan ettiklerinde sorulacaktır. 

***

Belki sen, şu bir karış toprağımı da alacaksın bir gün,
atacaksın belki de gençliğimi zindana,
neyim var, neyim yoksa atalarımdan kalma,
yağma edeceksin belki de hepsini,
kabımı kacağımı, küplerimi, hasırımı, kilimimi, sedirimi.
Yakacaksınız belki de kitaplarımı, şiirlerimi.
Yem edeceksin belki de vücudumu kurda kuşa.
Belki de ölüm saçan korkuluğu dikeceksin köyümüze.
Ama hiçbir zaman oturmayacağım pazarlığa seninle,
ey güneşin düşmanı,
sıkacağım dişimi, dayanacağım,
son damlasına dek kanımın.

Semih El-Kasım