2 Temmuz günü babam Sivas’tan aradı: “Belki daha erken gelirim!” Akşam televizyonda Sivas’ta Olaylar başlığı. Alt yazılar geçmeye başladı: Sanatçıların kaldığı otel yandı, bitti kül oldu, şu kadar ölü! O an çocukluğumun bittiğini anladım.
1. 29 Haziran, annemin doğum günüdür. O gün annemin doğum gününü kutlamak için Kızılay’da Ali Balkız’ın yeri Kardelen Bar’da buluştuk. Tanıyanlar bilir, rint bir adamdı, Veysel Öngören, o da baş köşede oturuyor. Kalabalık bir masa. Bir süre sonra annem, babam, ben, Adnan Abi (Azar ) ve eşi Nilgün Abla kaçtık Mülkiyeliler Birliği’ne. Geç saatte kalktık oradan. Adnan Abi ve eşinin arabaları kapanan otoparkta. Evlerinin anahtarı da ulaşamadıkları arabalarında. Her neyse, hep birlikte bize geldik. O gece sabaha kadar babam Adnan Abi’ye hayatını anlattı. Uyumaya hazırlanırken dinledim ağzından çıkan her sözü. Bir şairin acılarla, hüzünlerle kuşatılmış hayat öyküsünü. Birlikte son gecemizdi.
2. Ertesi gün babam Sivas’a giderken balkondan bana el salladı: “Görüşürüz!” Bahçede bir köşede pisi yedi oynadığım arkadaşım Alişar, “Behçet Amca, dikkat et, Aziz Nesin de geliyor,” dedi. Babam, bir şeycik olmaz der gibi gülerek başını salladı.
3. 2 Temmuz günü babam Sivas’tan aradı. “Burası tatsızlaşmaya başladı. Belki daha erken gelirim!” dedi. Kapattım telefonu. Akşam televizyonda önce Sivas’ta Olaylar başlığı. Ciddiye almadım. Sonra okuma yazmayı yeni sökmüş kuzenim dehşetle televizyondaki alt yazıyı gösterdi. Sanatçıların kaldığı otel yandı, bitti kül oldu, işte şu kadar ölü! Haber alabilmek için annemle koşarak Kızılay’a gittik. Babamın muayenehanesine sonra… Gece haberlerinde İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ilk sekiz kişinin ismini açıkladı. Dördüncü isim babam. Spiker, “Sayın Bakanım ölenler arasında Behçet Aysan gibi başka şair ve yazarlar var mı?” diye sordu. Bakan kısa bir susuştan sonra “evet” yanıtını verdi. Fırtına karşısında ezilen ince bir başak gibi titremeye başladım. O an çocukluğumun bittiğini anladım.
4. Eve vardık. Gece yarısı olmasına rağmen çok kalabalıktı. Telefon susmuyor, ajanslardaki tanıdıklar gelişmeleri haber veriyordu. Gelen haberlerden biri on altı samah dönen çocuğun yandığıydı. Sivas’ın aynı zamanda bir çocuk katliamı olduğunu anladım. Pencereyi açtım. Gökyüzünde yıldızlar vardı.
5. Ertesi gün Cumhuriyet Gazetesi’nin manşeti “Şeriatçılar Ayaklandı”ydı. Altında kocaman puntolarda ölenler arasında Nesimi Çimen ve Behçet Aysan var, yazıyordu. İlk defa yaşadıklarımın bir rüya değil gerçek olduğunu anladım.
6. Babamın gövdesi Sivas havaalanından kalkan bir askeri nakliye uçağına konuldu. Ankara’ya geldi. Babamın doktor arkadaşları dumandan boğulduğunu söylediler. Cenaze hazırlıkları başladı. Annem, babamın cenazesinin Ankara Tabip Odası’nın önündeki törenin ardından Maltepe Cami’nden kalkmasını istiyordu. Sonra diğer cenazelerle birleşecekti. Vali evi aradı. “Olmaz!” dedi. Annem de sertçe yanıt verdi: “Madem kocamı koruyamadınız, şimdi benim dediğim olacak!” Annemin dediği oldu. Ama bu defa gözünde yaş değil kan pıhtısı vardı.
7. Başbağlar Katliamı oldu. Kalbimden bir kırmızı güvercin havalandı. Ölenlerin yanına kondu.
8. Ankara Uğur Mumcu cenazesinden sonra ikinci büyük cenaze konvoyuna tanıklık etti. Tanıdığım, tanımadığım bütün gözlerde gözyaşıyla direnç birleşiyordu. Ama babamı toprağa verdiğimiz ânı hâlâ hatırlamıyorum.
9. 9 Temmuz günü babamın muayenehanesinde arkadaşları buluşacaktı. Biraz geç kaldım. Kapı ardına kadar açıktı. Şükrü Abi (Erbaş) gözyaşları içinde Metin Abi’nin (Altıok) öldüğünü söyledi. Sanki o ölmeseydi, babam da yaşacaktı. Yığıldım kaldım. Metin Abi’yi son görüşümü hatırladım. Her şey binlerce yıl uzaktı sanki.
10. Metin Altıok’un cenaze töreninde ilk defa İstanbul’dan gelen Zeynep’in Isfahan çinileri gibi isyankâr gözlerini gördüm. Hiç unutamadım.
11. Kayseri DGM’de başlayan Sivas Davası güvenlik gerekçesiyle Ankara’ya alındı. O zaman 79’u tutuklu olan 124 sanığın yargılanmasına, 21 Ekim 1993 günü başlandı. Önce duruşma salonuna alınmadık. Yaşanan keşmekeşte olaylar çıktı. Çok sayıda gözaltı vardı. Daha sonra yalnızca birinci dereceden müdahillerin alınacağı söylendi. Mahkeme salonuna girdiğimde oturdukları yerden şeriat propagandası yapan sanıkları gördüm. Dahası Adalet Bakanı Şevket Kazan onların avukatlığını üstlenmişti. O gün on altı yaşındaydım, adalete olan inancımı kaybettim. Ama hâlâ hukuktan başka bir yol da bilmiyorum.
12. O yıl sanatın da hukuk gibi adalet tesis edilen bir alan olduğu düşüncesiyle tiyatro eğitimi görmeye karar verdim. AÜ. DTCF Tiyatro Bölümü’nün özel yetenek sınavına girdiğim gün sınav salonundan, “Sivas’ın Işığı Sönmeyecek!” sloganları geliyordu. 2 Temmuz’un ilk yıl dönümüydü. Derin bir nefes aldım. Sınav bittiğinde dışarı çıktım. Bir delikanlı elinde babamın fotoğrafı yürüyordu. Gülümsedim. Beni kapıda Şükran Amca (Kurdakul) bekliyordu. Sınavın nasıl geçtiğini sordu. Ben de ona delikanlıyı gösterdim. Sınavı ise, tabi ki kazandım.
13. Madımak Oteli tadilattan geçti. Yerine bir kebap salonu açıldı. Hadi otelin kebap salonu yapılmasını geçtim de insanların orada nasıl yemek yiyebildiklerini hiç anlayamadım. Tam on sekiz yıl sonra orası müze değil ama bilim ve kültür merkezi oldu. Girişine de yitirdiklerimizin yanına katliamda ölen iki katilin adı da asıldı. Ben utandım. Utanması gerekenler utanmadı.
14. Duruşmalar olaylı geçmeye devam etti. Bir duruşmada sanıklar mahkeme heyetine bozuk para fırlattı. O gün uzunca bir süre duruşmalara gitmeme kararı aldım.
15. Sivas’ın ikinci yıl dönümünde Foça’da Aziz Nesin’le birlikte konuşmacıydık. Sonrasında Şükran Kurdakul, Avni Arbaş ve ben oturduk. Aziz Nesin sımsıkı sarıldı. Vedalaştık. Ertesi gün ölüm haberini aldım. İzmir’den cenazenin İstanbul’a gitmesi için yapılacak işlemlerin ortasında buldum kendimi. O gün bana babamın görünmez eli yardım etti.
16. Aynı zamanda babamın meslek örgütü olan Türk Tabipler Birliği tarafından Behçet Aysan Şiir Ödülü verilmeye başlandı. Süreçte ülkemizin kıymetli ödüllerinden biri olarak pek çok şairi babamla buluşturdu.
17. Bir kış günü annemin bitmeyen baş ağrılarının kaynağı ortaya çıktı. Beyinde tümor. Böylece uzun süren tedavi süreci başladı. Bitmeyen ameliyatlar bize yaklaşık gelip gitmelerle iki yıldan fazla kalacağımız Amerika günlerini başlattı.
18. 26 Mayıs 2001’de aynı zamanda bir sözlük yazarı olan annem hayata gözlerini yumdu. Son gece, “Babamı neden bu kadar çok sevdin?” diye sordum ona. “Sen olsaydın, sen de severdin” dedi. Son konuşmalarımızdı. Böylece biri kırk dört diğeri kırk dokuz yaşında iki insanı toprağa verdim.
19. Sivas Davası’nda sanıklar idamla yargılanıyordu. O dönemde açılan idama karşı açılan imza kampanyasına destek verdim.
20. 2001’de sanıkların hükümleri kesinleşti. Ancak yargılamalar bitmedi. Hem firari sanıkların ayrılan dosyaları sürüyordu hem de pişmanlık yasasının çıkmasının ardından çok sayıda hükümlü Sivas’ta örgütlü hareket edildiğine yönelik itiraflarda bulunmak için mahkemeye başvurdu. Bu arada kimi sanıklar pişmanlık yasasından yararlanmak için örgüt bağlantılarını anlattı. Olaylara karışan Hizbullah, İslami Hareket Teşkilatı, Kaplancılar gibi örgütlerin mensuplarının isimlerini vermelerine rağmen başvuruları reddedildi.
21. 2009 yılında bir babalar günü etkinliğinde bu ülkede siyasi cinayetlerde yaşamının önü kesilen aileler bir araya geldi. Çoğumuz daha önceki panellerden tanıyorduk birbirimizi. Toplumsal Bellek Platformu çatısı altında birleşmeye karar verdik. Bu sırada üzülerek ne kadar geniş bir aile olduğumuzu anladık.
22. 11 Şubat 2011’de TBP olarak siyasi cinayetlerde zamanaşımı olgusunun kaldırılması ve meclis araştırma komisyonuna işlerlik kazandırılması için TBMM’ne gittik. O gün orada pek çok partiyle görüştük. Bizim isteklerimiz doğrultusunda bugüne kadar sayısız soru önergesi verildi ve reddedildi.
23. Sivas Davası’nın zamanaşımına giden yoldaki duruşmaları başladı. Bu amaçla ikinci kere TBP olarak meclise gittik. Bu defa iktidar partisi bizi reddetti. İnsan Hakları Meclis Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün araya vekillerin girmesiyle bizi kabul etti. Şimdi Gelecek Partisi’nde olan Üstün, bize Başbağlar Katliamı’nı öne sürerek acılarımızı yarıştırmaya kalktı.
24. 13 Mart zamanaşımı duruşması öncesi Şairler Bildirisi için Zeynep’in önerisiyle Ahmet Telli’yi aradım. Ahmet Abi bildiriyi yazmayı kabul etti. Zeynep’le şairlerden imza istemek için kolları sıvadık. Bir baba dostu şair, bildiriyi küçümseyerek imza vermeyi reddetti. O an, Sivas Katliamı’ndan sonra Grek ve Sırp uçaklarını çağıran İsmet Özel gibi bir adamla yeniden karşı karşıya olduğumuzu anladım. Kendisini daha sonra şair Ahmet Erhan’ın cenazesinde gördüm ve başımı çevirdim. Zamanaşımı duruşmasında ise, suçun insanlığa karşı işlendiği savı reddedildi.
25. Bu arada firari sanık Cafer Erçakmak karakola beş yüz metre ötesindeki evinde öldü. Yapılan otopside gelininden DNA örneği alındı. Buna benzer skandallarla dava süregeldi; firari sanıklar üzerinden devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda da “Ahmet Dede” tahliye edildi.
26. Bütün bu sürecin sonunda çalıştığım Devlet Tiyatrosu’ndan Aralık 2016’da KHK ile açığa alındım. Çok kısa süre sonra yeniden işime döndüm. Zeynep de daha evvel benzer bir macera yaşamıştı. Kendimi tiyatroya ve yazıya verdim. Üniversitede öğrencilerimle buluşmaya devam ettim. Altı kitap kaleme aldım.
27. Geçtiğimiz yıl Nisan ayında CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Çubuk’ta gittiği bir şehit cenazesinde, bir kadının “yakın” çığlıkları arasında saldırıya uğradı. Bu süreçte kimi parti binalarına ve havaalanı apronlarına taşan lincin bir kere daha medeniyet kaybı olduğu ortaya çıktı. Sivas Katliamı’nın her yıl dönümü ise, benim için hâlâ öğrenilmiş çaresizliğin ne demek olduğunu anlamakla geçiyor. Bu ülkede siyasi cinayet sonucunda yaşamını yitiren tüm ailelerin yakınları gibi.
BirGün / 02.07.20