Koronavirüs salgınına bağlı gelişmeler emekçilere ve yoksul halka çok büyük sıkıntılar yaşattı/yaşatıyor. İlk günlerde “virüs sınıf ayırt etmiyor” lafları ortalıkta dolaşmıştı. Oysa kısa sürede zenginlerin paraları sayesinde virüsten kaçtığı, işçilerin koruma önlemi olmadan çalışmak zorunda bırakıldığı görülünce, çoğunluk bu durumun bile sınıfsal olduğunu anlamış oldu.
İlk olarak zengin futbolcuların, şirket ve fabrika sahiplerinin adalar satın alarak kendilerini virüsten korumaları ve toplumsal yaşamdan izole etmeleri, bu sınıf farkını gözler önüne serdi. Sonrasında bütün burjuva devletlerin “evde kal” çağrısı, “evi olmayanlar ne yapacak?” sorusunu akıllara getirdi. Bunun dışında ise zenginlerin evleri ile yoksulların evleri arasındaki bariz farkların görülmesi de tepkilere neden oldu. Kapitalizmin konut sorunu bu dönemde sadece işçi sınıfı için değil, küçük burjuvazi için de hissedilir bir durum oldu.
Konut sorununu özel mülkiyete dayalı kapitalizm yaratıyor. “Burjuvazi, işçi sınıfının ıstırabını saklamak sanatında durmaksızın yeni ilerlemeler kaydeder. Burjuvazi boş bulduğu arazileri her zaman ihtiyacı doğrultusunda kullanır” demiş Engels. Yani burjuvazi hem emekçileri mülksüzleştirir hem kendi mülküne mülk katar. Dünyada 100 milyondan fazla evsiz olması burjuvazinin umrunda değildir. Çünkü kapitalizm için kâr hırsı her şeyden önce gelir. Bundan dolayı konut sorununun kökten çözümü, özel mülkiyetin yok edilmesi, yani mülksüzleştirenleri mülksüzleştirerek gerçekleşebilir ancak.
Öte yandan ciddi bir önlem almadıkları için virüse hazırlıksız yakalanan sermaye devletleri, önlem için toplumun büyük kısmını evlere kapatınca ekonomik çöküşe geçti. Virüs hemen bitmemiş, aşı bulunmamış olmasına rağmen, kapitalist devletler hep bir ağızdan “normalleşmeye gidiyoruz” demeye başladılar. Bunun sebebi çok açık; sömürü çarkının hızlı bir şekilde dönmesi gerek! IMF koronavirüsün dünya ekonomisini % 3 küçülteceğini öngörüyordu. Ancak yapılan son açıklamalardan, durumun tahmin ettiklerinden de vahim olacağı anlaşılıyor.
Kapitalizm krizler yaratmaya ve bu krizlerin bedelini biz işçi ve emekçilere ödetmeye devam ediyor. Ölümcül bir virüsin bütün dünyada hayalet gibi dolaşmasına rağmen, kapitalistler ayakta kalsın diye bizler “normale” dönmek zorunda bırakılıyoruz. Sömürü çarkının “normal” dönüşü için normal olmayan koşullarda bizi çalıştırıyorlar.
Tüm bu olgular bir kez daha gösterdi ki, kapitalizm canımızı hiçe saymakla kalmıyor, ayakta kalabilmek için soğukkanlılıkla bizi ölüme atıyor! Kapitalizmi ayakta tutan güç bizsek, devirecek olan güç de biziz. Önümüzde iki seçenek var; ya barbarlık düzeni içinde emeğimizi satarak ölüm ile burun buruna yaşayacağız ya da bu düzeni yıkıp yeni/sosyalist bir dünya kurmak için mücadele edeceğiz. Başta işçiler olmak üzere toplumun bütün ezilen kesimlerinin, insanca yaşamak için sosyalizm mücadelesini büyütmekten başka şansı yoktur.
U. Ulaş