Günümüz kapitalist toplumlarında sosyal hizmetlerin özelleştirilerek sektör haline gelmiş olmasının en büyük sonuçlarından biri sağlık ihtiyacını gideremeyen milyonlarca insanın yaşamını yitirmesidir. Tedavi süreçlerinin, ilaçların, hastane masraflarının ücretli olması ile temel insani ihtiyaç olan yaşama hakkı para ile ölçülmektedir. “Paran varsa yaşamı satın alabilirsin” bakış açısı hâkimdir.
Kanser hastalığı çağımızın en büyük hastalıklarından biridir. Dünya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı verilere göre sadece 2015 yılında dünyada kanserden ölenlerin sayısı 8,8 milyondur. En yaygın ve ölümcül kanser ise akciğer kanseridir. Kanser genetik yatkınlıkla ilgilidir, ancak genetik faktörler %10, çevresel faktörler %90 oranında belirleyici olmaktadır. Özellikle son yıllarda kanser vakalarında büyük artış vardır. Tütün ürünlerinin kullanımı, çevresel kirlilikler, işlenmiş gıdalar, beslenme ve yaşam alışkanlıkları kansere yakalanma riskini tetiklemektedir. Tahmin edileceği üzere bu hastalık yoksul devletlerde daha yaygındır. Bunun bir nedeni yaşam niteliği iken, diğer nedeni tedavi ihtiyacının karşılanamamasıdır. Kapitalizm, dayattığı yaşam biçimi ile insanları kanser yaparken, ilaçları da çok yüksek fiyatlarla satarak milyonları ölüme terk etmektedir.
Türkiye’de kanser ilaçlarının aşırı pahalılığı nedeniyle hastalar Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) umut bağlamış haldedir. SGK ise her kanser çeşidine yardım etmediği gibi, yardımı hastalığın safhalarına göre yapmaktadır. Kemoterapiden fayda görmeyip son aşamaya gelen hastalara yardım eden SGK, en etkili ilaçları geri ödeme kapsamına almıyor ya da değerlendirilmeye tabi tutulacak diye bekletiyor. Kanserin ilerlemesini bloke eden ilaçlar Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile SGK’nın onayını bekliyor. 20’ye yakın ilaç onay beklerken, Opdivo ve Keytruda isimli Nobel ödüllü ilaçların geri ödeme kapsamına alınmasını umut eden 10 bin akciğer kanseri hastası olduğu belirtiliyor. Bir ilacın fiyatının asgari ücretin 14 katı olduğu söyleniyor. Keytruda ilacının şu an ki fiyatı 23 bin 784 TL, Optivo’nunki ise 22 bin 784 TL. Optivo için her ay uygulama parası da veriliyor, 1.500 TL olarak. Kur artışları ile bu fiyat 200 TL birden artmış. Bu ilaçlar bir seferliğine alınmıyor, tedavide 16 kür bile alınabiliyor.
Kanser dışında ilaç sıkıntısı çeken diğer hastalık grubu SMA’dır. “Spinal Musküler Atrofi” kalıtsal ve ilerleyici bir kas hastalığıdır. İstemli kasların güçsüzlüğüne ve erimesine (atrofi) yol açan SMA, sinir-kas (nöromüsküler) hastalıkları grubuna dahildir. Tip 1, 2, 3 ve 4 şeklinde ayrılmakta ve 2016 yılından beri tedavisi bulunmaktadır. Önceden 1. Tip SMA hastaları en fazla 2 yaşına kadar yaşayabilmekteydi. 5 Temmuz 2017 ve 9 Eylül 2017 tarihlerinde yayınlanan Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) değişiklikleri sonucunda Spinraza adlı ilaç 1. tip SMA hastaları için geri ödeme kapsamına alınmıştır. 2018 yılı Aralık ayı itibariyle Spinraza henüz SMA hastalığının 2. ve 3. tipleri için ödeme kapsamında değildir.*
Bu tür ağır hastalıkların tedavisi ilaç alımı ile sınırlı değildir. Hastane donanımının yeterli olması, fizik tedavi ve ayrıca beslenme önemli etkenlerdir. Hem kanser hastaları hem SMA hastaları ilaçların SGK tarafından karşılanmasını beklemektedir ama tedavi sürecinin tamamı için destek sürmek zorundadır.
Türkiye’de sağlık sisteminin durumu gözler önündedir. ‘80 darbesinden sonra her alanda yoğunlaştırılan özelleştirme saldırısı ile sağlık sisteminde “reform” adıyla yıldan yıla kamusal hizmet alanları kâr amaçlı işletmelere dönüştürüldü. Özellikle AKP hükümeti ile beraber bu adımlar sağlamlaştırıldı. Şehir hastaneleri ismiyle anılan kamu-özel işbirliği ile yapılan dev hastaneler üzerinden ihaleyi alan şirketlere hazine garantisi veriliyor. İlaç bekleyen binlerce hastaya ayrılması gereken bütçe sermayedarlara ayrılmış durumdadır. Ülkede özel hastanelerin oranı artmış, devlet hastanelerinde nitelik düşmüştür. Emekçilerin sağlık hizmetinden yararlanmaları zorlaşmıştır.
Sağlık sistemi denilince akıllara Küba gelir. Küba’da 1959 Devrimi sonrası, Fidel Castro sağlık hizmetini stratejik bir alan olarak belirler. Küba vatandaşları sağlık hizmetinden ücretsiz olarak yararlanırlar. Her bin Küba vatandaşına 7,5 doktor düşmektedir. Türkiye’de ise bu oran 1,7’dir. Ayrıca Küba’da üretilen birçok ilaç kendi alanında dünyanın en iyisi kabul edilmektedir. Kamu sağlığı, önleyici sağlık hizmetleri ve bilimsel araştırmalarda dünyada lider konumdadır. Son dönemlerde akciğer kanserine aşı bulduğu haberleri ile gündeme gelen Küba, bu ilacın kanserli hücreleri değil, hastanın bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini hedef aldığı ve böylelikle kanserli hücrelerin gelişiminin önlendiğini belirtti. Küba’da ilaç üretiminde kullanılan hammaddelerin %85’i ithalata dayalı. Paketleme malzemeleri de öyle. ABD ambargosundan kaynaklı hammadde tedarikinde zorlanmalar yaşanıyor. Buna rağmen, biyoteknoloji, Küba’da kanseri ölümle sonuçlanan bir hastalık olmaktan çıkarıp kronik bir hastalığa dönüşmesini sağlamıştır.
Küba sağlık sistemini kısaca anlatmanın nedeni kapitalizmin ikiyüzlülüğünü göstermektir. Bilimsel gelişmeler ile hastalıklara çözüm bulunabilmekte, hastalıklar önlenebilmektedir. Ancak bugünkü düzende sermayedarların kârı uğruna milyonlarca insan ölüme terk edilmektedir. Küba’da sosyalist ilkeler sonucu insan sağlığına önem verilmektedir, kapitalizmde olmayan budur.
Türkiye’de durum daha vahimdir. Ekonomik krizin faturasını emekçilere kesen sermaye devleti kamusal alanlarda planladığı tasarruf politikaları ile binlerce insanı ölüme terk edecektir. “Büyümek için büyümek kanserli bir hücrenin ideolojisidir.”** Temel insani ihtiyaç olan sağlığı paralı hale getiren kapitalizm de bir tür kanserdir. Tedavisi kökten olmak zorundadır.
Kaynaklar:
* SMA Benimle Yürü Derneği
** Edward Abbey
U. Aze