İdlib, Trablus ve kirli hesaplar

Türk sermaye devleti Ortadoğu bataklığında debelendikçe, battığı derinlik de bir o kadar büyüyor. 2011 yılında efendileri adına Şam yolculuğuna çıkan “stratejik derinlik”in mucitlerinin, 9 yıllık savaşın ardından savrulmadıkları yer kalmadı. Suriye’nin kuzeyi ve batısındaki kimi alanlar ile İdlib’in varoşlarına sıkışmış katliam çeteleriyle bir eşiğe gelmişlerdi ki, bir de Libya karasularında oldukça tehlikeli yeni bir yolculuğa çıktılar.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Mart 2020
  • 15:07

Hayaller ve gerçeklerin yarattığı girdabın içinde debelenip duran Türk sermaye devletinin dış politikası tek tek dökülüyor. Yaklaşık 18 yıldır Türkiye’de İhvan hareketinin imam hatipli versiyonları tarafından laboratuvara çevrilen bir yönetim aygıtı var. Ve sermaye düzeninin bu sadık bekçisi artık sınırlarına dayanmış bulunuyor.

Öncelikle Türk sermaye devletinin Transatlantik dünyasının bölgedeki koçbaşı olduğunu -kimi zaman çatışan çıkarlara rağmen- unutmamak gerekiyor.

Türk sermaye devleti Ortadoğu bataklığında debelendikçe, battığı derinlik de bir o kadar büyüyor. 2011 yılında efendileri adına Şam yolculuğuna çıkan “stratejik derinlik”in mucitlerinin, 9 yıllık savaşın ardından savrulmadıkları yer kalmadı. Suriye’nin kuzeyi ve batısındaki kimi alanlar ile İdlib’in varoşlarına sıkışmış katliam çeteleriyle bir eşiğe gelmişlerdi ki, bir de Libya karasularında oldukça tehlikeli yeni bir yolculuğa çıktılar.

Libya’da, başını ABD’nin Avrupalı ortakları İtalya ve Fransa ile çektiği müdahale bir anda NATO müdahalesine dönüşmüş, İhvan’ın çocukları “NATO’nun Libya’da ne işi var” demişlerdi. Ama bu sözlerden hızla dönüp savaşın tarafı haline geldiler.

CIA ajanı Hafter’e karşı Bin Gazi’yi elinde tutan El Sarrac’la iş tutan AKP iktidarı, bu tercihin sonuçlarını “şehitler tepesine birkaç tane” cenaze taşıyarak almaya başladı. Yanına aldığı katliam çeteleriyle savaş cephesini kendince İdlib’den Trablus’a kadar büyütmüş görüntüsü veriyor. Oysa Ortadoğu’da dahil olduğu her ne ise, onu efendisi adına yapan bir taşerondan başka bir şey değil. Sudan’da iktidardan alaşağı edilen kardeşleri Ömer El Beşir için parmaklarını dahi oynatamadılar. Mısır’da Mursi giderken de bir şey yapamadılar. Kudüs düşerken, İsrail’le ticaret rekor düzeye çıktı. Şam düşerse Emevi camiinde namaz kılacaklardı. Kaddafi alçakça öldürülürken, Libya ile tarihsel bağlar masalına sarıldılar, ama ellerinde kalan Serrac’ın kukla hükümeti oldu. Libya’daki petrolü, gazı vb. İtalya ile Fransa parsellemiş ve müdahalenin ilk yıllarında Libya’nın İsviçre bankalarındaki zenginliklerini arsızca paylaşmışlardı.

Sahada olmayanın masada olamayacağı argümanıyla Libya ve Suriye’deki savaşa ortaklığı teorize edenler, sıkışıp kaldıkları İdlib’den çıkabilmek, mümkünse ABD, NATO ile, o da olmadı Avrupalı bir-iki ortakla faturayı paylaşmak telaşındalar. Gerici Türk sermaye devleti kendi boyunu aşan Suriye ve Libya maceralarıyla şehitlerin sayısını yükseltmekte bir beis görmüyor ama tek başına bunun yarattığı maliyeti ödeyebilecek güçte de değil. Suriye’deki savaşın tarafı olanlar artık bir karar vermek zorunda olduklarının farkındalar. Rusya ve İran’la yaşanan balayı sona erdi ve Türk sermaye devleti gerisin geri Atlantik dünyasının değerlerine bağlılığını yineledi.

Bu arada Libya’yı kurtarmak için Berlin Konferansı düzenlendi. Soçi’de ne yapıldıysa, yakın zamanda Berlin’de toplanmış olanlar da aynı akıbeti yaşayacaklardır. Soçi’de masa kuranlar bir anda vekillerin de aradan çekildiği sıcak bir savaşın tarafı haline geldiler. Şimdi ise sıcak savaşın daha fazla derinlik kazanmasından önce paçaların kurtarılması telaşındalar.

Libya’daki gelişmeler ise daha farklı bir seyir izliyor. Yakın zamanda Libya gündemli gerçekleşen ve yaklaşık 16 ülkenin dahil olduğu Berlin Konferansı, yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemiş bulunuyor. Özellikle Berlin Konferansı’nı 1884 yılında Bismarck’ın çağrısıyla yapılan Kongo Konferansı’yla karşılaştıranlar oldu, ki özü itibariyle yerinde bir benzetme. O zaman Afrika kıtasını kendi aralarında paylaşanlar, bugün de Libya’nın paylaşımıyla Afrika kıtasını yeniden paylaşmanın başlangıcını yapmış oldular.

Libya kıta Avrupa’sının anahtarıdır. 2011 yılında Libya’ya müdahale edilirken, Alman emperyalizmi tarafsız kalmayı tercih etmişti. Bugün ise sahne alırken, Bismarck’ın Kongo Konferansı’yla hedeflediği sömürgeci politik güdülerden bağımsız hareket etmiyor. Yakın zamanda yayınlanan Avrupa Birliği ve Almanya’nın güvenlik kuşağı sınırları bir hayli genişlemiş bulunuyor. Alman emperyalist aklının Berlin için güvenliğin sınırlarını Hindukuş’tan alıp Afrika kıtasını bir hilal gibi parçalarcasına resmetmiş olması oldukça dikkate değerdir. Geriye, pastayı 19. ve 20. yüzyıllarda nasıl paylaştılarsa, onun pratik ayaklarını örmek kalmıştır.

Emperyalist güçlerin yerli işbirlikçileriyle el ele vererek yaptıkları anlaşmaların ve konferansların akıbetini hiç kuşkusuz kaderiyle oynadıkları halkların direnişi belirleyecektir. Ortadoğu halkları er ya da geç emperyalist güçlerin ve bölgedeki işbirlikçilerinin kuşatmasını yaracaklardır. Ve en az bölge halkları kadar bu kirli savaşı dayatan ülkelerin işçi ve emekçilerine de büyük sorumluluklar düşmektedir. Bölge halklarının direnişini güç verecek, dayanışmayı büyüterek birleştirecek sınıf hareketleri çözücü halkayı oluşturmaktadır.