-Koronavirüs salgının hızla yayılması sebebiyle hapishanelerde bulunan 300 bin kişinin ne olacağı gündeme gelmişti. Geçtiğimiz günlerde AKP iktidarı, daha önce hazırladığı infaz paketini yeniden düzenleyerek meclise sunacağını açıkladı. İnfaz paketine göre yaklaşık 100 bin kişinin serbest bırakılacağı söyleniyor. 200 bin kişi ise hapishanelerde kalmaya devam edecek. Paket kapsamında ise siyasi tutsaklar bulunmuyor. Hazırlanan infaz paketine dair ne düşünüyorsunuz?
Aslında o infaz paketi açıklanmadan hemen önce 29 Mart Pazar günü Resmî Gazete’de Ceza İnfaz Kurumları ile ilgili bir Yönetmelik yayınlandı. Önceki tüzüğün bu yönetmelikle birlikte yürürlükten kaldırıldığı da ifade ediliyordu. Bu yönetmelikte yaş ve sağlık nedeniyle infaz ertelemesi yapılamayacaklar arasında “terör” suçlarından yargılananlar da yer alıyordu. O nedenle açıklanan infaz paketi beni şaşırtmadı diyebilirim. “Terör suçlusu” olarak tarif ettikleri insanların nasıl adil yargılama ilkeleri işletilmeden tutuklanıp cezalar yağdırıldığını biliyoruz. Bu yüzden bu infaz düzenlemesi değil bir intikam düzenlemesidir. İktidarın muhaliflerinden intikam almak amacıyla işlettiği taraflı yargı ve güvenlikçi tutum bu düzenlemeye de doğrudan yansımıştır.
-Henüz salgın bu kadar ciddi boyutlara ulaşmamışken bile hapishanelerin salgın açısından en büyük risk grubuna dahil olduğunu en başından beri ifade ediyorsunuz. Koronavirüs salgınına karşı hapishanelerde tedbirler alınıyor mu? Alınıyorsa yeterli midir?
Cezaevlerindeki koşullara bakıldığında salgın olmasa dahi ciddi sorunlar barındırdığını söyleyebiliriz. Örneğin 20-30 Haziran 2016 tarihlerinde kaldığım Bakırköy Kadın Cezaevi’nde gerekçesi belirsiz biçimde çamaşır leğenleri toplatılarak her koğuş için tek leğen uygulaması getirilmişti. Koğuşların bugünlerde 300.000'e ulaşmış nüfusu ile kapasitesinin çok üstündeki cezaevlerinde fazlasıyla kalabalık ve yakın temasın zorunlu olduğu ortamlar olması ciddi bir risk olarak görülmeli. Cezaevi çalışanları dış ortamla ve dolayısıyla virüsle karşılaşma olasılığı olan insanlar olarak hem cezaevinde kalanlara hem de çalışma arkadaşlarına hızla bulaştırabilirler bu hastalığı. Cezaevi ortamının havasız, güneş görmeyen mekanlar olması, bazı cezaevlerinden bildirilen su sınırlaması haberleri ve beslenmenin niteliği de düşünüldüğünde zaten çok ciddi sağlık sorunları yaşayan insanların bu salgında etkilenmemesi neredeyse olanaksız. Temizlik malzemeleri parayla kantinden alınabiliyor ve bu malzemeleri alamayacak durumda olan pek çok insan var.
Cezaevi idarelerinin bu kapsamda hızla önlem almış olmaları, dışarı ile teması olan cezaevi personelinin girişinde gerekli temizlik kuralları uygulanmalı. Şüpheli teması olanların cezaevine girişinin engellenmesi ile bulaş riskini azaltmak, temizlik maddelerinin ücretsiz olması, çamaşırların makinalarla yıkanıp kurutulması gibi adımları atmaları gerekmektedir.
Elbette öncelik cezaevi nüfusunu azaltma, özellikle şiddet içermeyen, kamu sağlığını tehlikeye düşürmeyen suçlardan yargılanan veya hüküm giymiş olan tüm mahpusların hızla kapatılma dışı yöntemlerle cezaevinden çıkartılması, çıkması uygun olmayan şiddet içeren ve kamu sağlığını tehdit eden suçlardan cezaevinde bulunanlar için de koruyucu önlemlerin alınması gerekmektedir.
Ne suç işlemiş olursa olsun yaşam hakkı temel haklardan olup bu hakkı tehlikeye düşürmeyecek tüm adımların atılması gerekir
-Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, koronavirüs salgınına karşı hapishanelerde alınan tedbirler kapsamında “Bugünden itibaren cezaevlerinde görev yapan personel, belirlenen süreler sonunda evlerine gönderilmeyecek, izole edilen yerlerde kalacak” dedi. Alınan bu karara dair ne düşünüyorsunuz?
Elbette cezaevi çalışanlarının her gün dışarıyla temas ediyor olması içeridekiler için de birbirleri için de bulaş riski taşıyor. O nedenle belli süreler, örneğin haftalık çalışma ve barınma düzeni uygulanabilir, ancak bunun süresiz olması emek hakları ihlali olarak değerlendirilmelidir.
-Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak Türkiye ölçeğinde toplum sağlığı açısından alınan tedbirleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tedbirlerin yetersiz olduğunu başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere ilgili meslek örgütleri ve sendikalar başından beri ifade ediyor. Olmazsa olmazlar uygulamalar ise şunlar; salgınla mücadele sürecinde zorunlu çalışması gerekenler dışında herkes için ücretli izin hakkı tanınmalı, faturalar ve tüm ödemeler faizsiz olarak ertelenmeli, ev içi emek ücretlendirilmeli, kadınlar için ev içi şiddeti önleyecek mekanizmalar devreye sokulmalı ve 6284 sayılı kanun ile İstanbul Sözleşmesi işletilmeli, sağlık kuruluşlarının malzeme eksiği hızla giderilmeli, sağlık emekçileri dönüşümlü çalışmalı ve tüm temel gereksinimleri karşılanmalı. Sahra hastaneleri kurulması konusunda gerekli hazırlıklar tamamlanmalı. Elbette en önemlisi ise meslek örgütleri ve sağlık emek örgütleri ile koordineli çalışma konusunda adımlar atılmalı ve süreç şeffaf olarak yönetilmeli.
-Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı olarak okurlarımıza yapmak istediğiniz bir çağrı var mı?
Ücretli izin olanağından yoksun bırakılarak çalışmaya zorlanan emekçilere grev ile üretimden gelen gücünü kullanma çağırısı yapıyorum.
Kızıl Bayrak / İstanbul