“Emek mücadelesini karantinaya alamayacaklar!”

Haber Sen Genel Sekreteri Burak Ustaoğlu ile koronavirüs salgını koşullarında PTT ve basın emekçilerinin durumu üzerine konuştuk.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 08 Nisan 2020
  • 08:02

Koronavirüs salgını birçok iş kolunda işçileri olumsuz etkiledi. Sizin iş kolunuzda yaşanan sorunlara kısaca değinir misiniz?

Kadıköy posta dağıtım merkezinde bir pozitif 14 ev karantinası, Upim 8 pozitif ev karantinası, Aksaray bir pozitif karantina belli değil, Zeytinburnu’da 2 pozitif karantina belli değil, Bağcılar’da bir pozitif karantina belli değil, Upim’de bir arkadaşımız şu an solunum cihazına bağlı, iki pozitif daha var merkezi şu an araştırıyoruz. İstanbul’da toplam 16, Bartın’da 2, Zonguldak’ta 1 karantina uygulaması var. Aydın Germencik merkezde karantina sayısı belli değil, diğer illerle ilgili de halen haber bekliyoruz.

Bunları neden söyledim, bunlar istatistik bilgiler, biz istatistikle hareket etmiyoruz. Ancak durumun vahimliği şu: PTT’de toplam 43 bin personel çalışıyor. Bunların 15 bin ile 18 bin arası dağıtıcı. Biz dağıtıcılara kadroluymuş, sözleşmeliymiş, işçiymiş, memurmuş diye bakmayız. Bugün dağıtıcıya günde bir tane eldiven ve bir tane de maske veriliyor. Ve bir dağıtıcı minimum 30 –semtine göre de- maksimum 100 eve uğruyor. Posta dağıtıcısı evlere gittiğinde hiç kimse kendi kalemi ile imzalamaz. Aynı kalemle aynı kıyafetle 100 evi dolaşıyor. En iyi maskenin dahi geçerliliği yok.

Biz PTT’ye en başından beri “yan gelip yatmak istemiyoruz” diyoruz. PTT şu an çok elzem bir durumda. PTT’nin amacı şuan hizmet dağıtma değil koronavirüs dağıtmak… Önlem almayınca her gün 18 bin kişi koronavirüs dağıtmak için sokağa çıkmış oluyor. Dahası var: Kargo düzenlenmesinde, ayıklanmasında, dağıtımında vb. gibi bölümlerde de en ufak bir sterilizasyon uygulanmıyor. Biz burada, sendika binamızda sürekli ilaçlama gibi önlemler alıyorsak PTT’nin bunun kat be kat fazlasını yapması lazım, ama yapmıyor. Yani bir şekilde koronavirüsün yaygınlaşmasına hizmet eder hale gelindi.

Şubelerde yığılma olduğu için kimi şubeler kapatıldı. Şimdi başmüdürlere şube açma ve kapama yetkisi verildi. Başmüdürler de kraldan çok kralcı olabilmek için kar amacı ile şubeler açıyorlar. Bugün şubeleri açtıkları an koruma sınırı ortadan kalkıyor ve yığılmalar meydana geliyor. Biz tam bunlardan şikâyet ederken var olan sistem dün akşam bir açıklama yaptı: “Halka maske dağıtımı yapılacak ve bunları PTT eliyle yapacağız.” Bu, bu kadar kolay değil. İstese de dağıtamaz. Zaten başvuru sistemi de çöktü. Evet, maske şu an tüm yurttaşların ciddi bir ihtiyacı. Oysa bunun çok kolay bir yolu var, Sağlık Bakanlığı’nın bir altyapısı var. Eczanelere verirsin vatandaşlık numarasını, vatandaş gider bir aylık maskesini alır. Neden haftalık alınsın ki, bir aylık alınsın. Bu neden 18 bin kişi ev ev dolaştırılarak riskli bir şekilde yapılsın ki, bu nasıl bir sevdadır? Bunun tek bir adı var: Siyasi bir şov için PTT emekçilerinin kullanılması. Çünkü eczaneye bunu verse şu şovu yapamayacak. Üzerinde cumhurbaşkanlığı amblemi olan maske paketi ile ev ev gezilmeyeceği için şov yapılamamış olacak. Bugün ilaç TC kimlik numarası ile alınabiliyorsa maske de gayet alınabilir. Virüs dolaşmaz, insan dolaşır deniliyor ya, posta dağıtıcıları da bu şekilde dolaştırılmak isteniyor. PTT emekçileri hiçbir korunma önlemi alınmadan kendi ilkel yöntemleri ile korunuyorlar. Ve biz işi dağıtım olan sadece 18 bin insandan bahsediyoruz. Daha bir de bunun şube ayağı var. Bizim derdimiz en kalabalık yerleri gösterip bunun üzerinden propaganda yapmak kesinlikle. Çalışan arkadaşlarımıza anlık fotoğrafları yollayın diyoruz ve onun üzerinden bu çıkarımlarda bulunuyoruz. Elimize fotosu ulaşan her yer vahim.

Ve bugün genelgeler ne yazık ki PTT çalışanlarına uygulanmıyor. Başmüdürler çalışanlarına insanların dini ve milli duygularını körükleyecek mektuplar yazıyorlar. “Bu dönemde bizimle birlikte oldunuz, milli iradeyi ayağa kaldırdınız” gibisinden övgülerle insanları körüklemeye çalışıyorlar. Peki, sen o insanın akşam evine gidince çocuğuna sağlıklı bir şekilde sarılmasını sağlayabiliyor musun? Koca bir hayır! Zaten sağlıksız koşullarda çalışan PTT emekçileri bu koronavirüs olayı ile hem sağlıksız çalışıyor hem de toplum sağlığına zarar verecek şekilde çalıştırılıyor. Biz sadece kamu emekçilerinin sağlığını değil, toplumun sağlığını da düşünüyoruz. Ve asıl tehlikede olan toplum sağlığı… Evet, dünya bununla mücadele ediyor, kabul ediyoruz. Biz bu virüsün üzerinden siyasi bir söylemle iktidara veya herhangi bir kuruma yürümüyoruz. Ama bu virüse karşı alınacak önlemlerin hem kar amaçlı olmasını hem de önlemlere aktarılacak her türlü giderin zarar olarak görülmesini istemiyoruz. İnsan sağlığından, işçi sağlığından tasarruf edilemez. Sayıştay raporlarına da geçti; bir önceki genel müdür ikram olarak bilmem kaç milyarlık lokum dağıttı diye. Bugün PTT maske parasını bulamıyor. Birçok bölge “paramız bitti, insanlar biraz kendi ihtiyaçlarını kendi sağlasın, özverili olunsun, zor günlerden geçiyoruz” diyor. İyi ama o lokumlar yenilirken saltanatın keyfi sürülüyordu! Saltanat deyince hep onlar sürecek, birlik beraberlik denilince IBAN numarası istenecek! Böyle bir dünya yok! Aynı gemideyiz deyip duruyorlar. Tabii ki aynı gemide değiliz. Bugün bir işveren temsilcisi sendika ile görüşmesinde tele konferans yapalım diyorsa ve bir posta dağıtıcısı 100 tane eve gidiyorsa tabii ki şartlarımız asla aynı değildir. Bugün kârından herhangi bir kısıntı yapmamak için işlerin yürümesi ve anlaşmaların iptal edilmemesi için çabalayan zihniyet, iş sağlığa gelince çark ediyor. Bilim Kurulu bir ay sonrasına dair hiç iç açıcı tahminlerde bulunmuyor. O zaman ne yapacağız? “E canım, ölüm insanın fıtratında vardır” mı diyeceğiz? Hayır! Biz bunlara karşı çıkıyoruz. Dün de karşı geldik, bugün de karşı geliyoruz. Yarın da karşı çıkacağız. Bizim emekçiler olarak elimizde büyük bir silah var. Grev silahı var. Fakat bugün nasıl sağlık personeli büyük bir özveri ile çalışıyorsa PTT personeli de aynı özveri ile çalışıyor. Basın emekçileri de aynı özveri ile çalışıyor. Bugün TRT’de insanlar 12 saat nöbet tutuyor. Şikâyetçi miyiz, hayır! Bu bizim işimiz, yapacağız.

Peki basın emekçilerinin çalışma koşulları ve muhalif basının üzerindeki baskılar üzerine neler söylemek istersiniz?

Bugün bir basın muhabiri ya da foto muhabir ya da kameraman “ben evimden çalışacağım” diyemiyor. İlla olay yerine gitmek zorundadır. Bugün siz bile bizimle iletişime geçtiğinizde wattsapp’ı yeterli görmeyip yüz yüze görüşelim dediniz. Çünkü basında bu vardır. İlla ben konuşurken veya sen soru sorarken birbirimizin gözüne bakacağız, mimiğini jestini göreceğiz. Neyi ne niyetle söylediğimizi ancak böyle anlayabiliriz. Duygular eksik olunca basın işini yapamaz. Onun için basın muhabirleri sahadadır. Ama ne şartlarda? Var mı bir koruması? Daha düne kadar bir muhabire “maske takma halkı galeyana getiriyorsun” deniyordu. Karantina uygulaması olan bölgede maskesiz yayın yapmaya zorlanıyordu. Kameramanlara hala koruyucu kıyafet verilmiyor. Ama kendileri korunaklı bölgelerden o kameramanın vasıtası ile tele konferanslarla insanlara hitap edebiliyorlar. TRT’de şu an çok ciddi şekilde önlemler alındı. En son 20 gün öncesinden termal kameralar olsun, maske dağıtımı olsun hijyen olsun… Bunlar sağlandı. İlerde TRT’de belki de karantina yayıncılığına geçilecek, haftalarca evlere gidilmeden orada yatıp kalkarak çalışacaklar. İnsanlar bunlara hazırlar. Tamam, TRT’de önlemler alınıyor ama bu önlemler dışarıda yok. Diğer basın mensuplarında bu önlemler olmadığı gibi onların söylediklerine, yazdıklarına da karşı çıkılıyor. Bugün hastanede bir çekim yapıldığında direk gözaltına alınabiliyorsunuz. Ya da size röportaj veren hasta, hasta yakını hastanede ötelenebiliyor. Bugün –hadi özgür demeyelim de- yer yer tarafsızlaşabilen bazı üst akım medya muhabirleri bir bakana özgürce soru soramıyor. “Bu verdiğiniz rakamlar doğru mu” diye net bir soru soramıyor. Korkuyor, korkmasa bile cevap alamıyor. Çünkü artık özel medya gruplarının bir patronu var ve bu patronlar ne yazık ki iktidar tarafından sıkıştırıldığında ilk başta harcanacak ekip o basın muhabirleri oluyor. “Niye çektin, niye sordun” deniliyor. Evet, zor ama bu sadece virüs ile ilgili bir zorluk da değil. Bu virüs aslında ekonomik olarak iktidarın elini rahatlatan da bir şey oldu. Çünkü her şeyi bu virüsün arkasına saklamaya başladılar. Bugün emekçilerden zorunlu maaş kesintisi söz konusu… Buna kim karar veriyor? Totaliter rejimin başındaki adam… Ne oldu, IBAN verdi, “atın 3-5” dedi. Eee, elinde hazır kamu emekçileri de var. Şimdi iktidarın yanında olan müdürler bu maaş kesintisine evet diyor. Ben devletten bir korunma beklerken devlet şu an benden para almaya başladı. Bugün bizde bunun tam tersi yapılıyor. 100 milyarlık bir bütçe açıklanıyor ve bunun 80 milyarı da patronlara peşkeş çekiliyor. 20 milyarı sadece sağlık alanına kullanılıyor.

Emekçilerin telefonlarına “gönüllü” olarak bağış yapmaları konusunda mesajlar geliyor. Peki, kamu emekçilerinin maaşlarına el mi konuluyor?

Şu an bu daha netleşmedi. Ayın 15’i gelmedi ve ben henüz maaşımı almadım. Aldığımda göreceğim kesinti var mı yok mu… Yani yaşayarak göreceğiz. Eğer benden bihaber bir şekilde kesinti yapılırsa direk dava açacağım. Bugün TV 8’den toplanan paraların hesaplara geçmediği ortaya çıktı. Acun Ilıcalı’nın topladığı parada şaibe çıktı ve AFAD’a geçmediği ortaya çıktı. CHP’li bir milletvekili bunu açıkladı. Yani bugün bir güvensizlik hâkim. Ben artık güvenmiyorum. Deprem vergisi diye, işsizlik fonu diye toplanan paraların nerelere peşkeş çekildiği ortadayken toplanan paraların amacına hizmet eden tarzda kullanılacağına inanmıyorum. Zaten zihniyetleri düzgün olsaydı böylesi bir süreçte Kanal İstanbul’un ihalesini imzalamazlardı. Bugün emekçilerin açlık sınırının altındaki ücretlerine göz dikip bu paralarla kendi hayali projelerine tekrar bir fon mu oluşturuyorlar diye insan düşünüyor. Çünkü samimi değiller. Gerçi onlarda samimiyet de aramıyoruz. Bir beklentimiz de yok. Ama bu tür durumlarda, virüs gibi, deprem gibi durumlarda refleksler insani olabilir mi diye sorguluyor insan… Ama ne yazık ki onu da göremiyoruz.

TTB’nin açıkladığı vaka ve ölüm sayıları ile Sağlık Bakanlığı’nın açıkladıkları rakamların arasında fark var. TTB, Bakanlık verilerinin çok geriden geldiğini üzerine basa basa söylüyor. Basın emekçilerine gerçek rakamlar yansıyor mu? Yansıyorsa eğer bu konuda herhangi bir sorun yaşandı mı hiç?

Mezarlıklar Genel Müdürlüğü’nün internet sayfası kapatıldı. Bunu sormak gerekiyor: Neden? Çünkü o web sitesinde ölüm nedeni yazıyordur. Bir insan defnedilirken ölüm raporu Mezarlık Genel Müdürlüğü’ne de verilir ve orada ölüm nedeni yazar. Sadece oradan bakarak yetkili ağızların her gün yaptıkları açıklamalardaki rakamların sadece İzmir’i bile karşılamadığını görüyoruz. İstanbul hastalık konusunda çok yoğun. İzmir, Ankara yoğun. Tabii ki bilinçli bir şekilde geriden geliyorlar. Çünkü kendilerin ancak böyle başarılı gösterebiliyorlar. Ama ülkelerdeki vakaların başlangıçlarını sıfırladığımızda, yani aynı gün başlamış gibi eşitlediğimizde şu an Türkiye İtalya’dan da kötü durumda gidiyor. Bir ay sonra durumun daha ciddi olacağını Bilim Kurulu kendisi açıkladı (içlerinden biri de koronalı çıktı). Bugün kendilerini haklı çıkarmak için 3 hafta geriden de gelebilirler, arada 2 haftanın verisini de silebilirler. Daha dün enflasyon oranlarını da böyle ayarlamıyorlar mıydı? Duruma göre enflasyonu düşük gösteriyorlardı. Depremde olsun, sınır ötesi hareketlerde olsun, verdikleri ölümler insanlardan hep saklanmadı mı? Bunda da saklıyorlar. Ama saklanamayacak, o mızrağın çuvala sığamayacağı hadde gelindiğinde ne yapacaklar çok merak ediyorum. Muhtemelen o zaman da diyecekler ki: “ölüm Allah’ın emri, insanın fıtratında var.”

Peki bu durumlarda gerçeği açıkça yazan ya da yazma eğiliminde olan basın emekçilerinin üzerinde baskı nasıl kuruluyor?

Aslında sadece gazetecilere değil, kamudan maaş alan insanlara baskı nasıl kuruluyor, buna bakalım. Mesela senden maaş kesintisi yapılacak, çok basit. Amirin ya da müdürün tarafından “eğer maaşından kesinti yapılmasını istemiyorsan bana dilekçe vermelisin” deniliyorsa bunun adı fişlemeden başka bir şey olmaz. Bugün zaten bırakalım sokağa çıkmayı, oturduğu odadan koridora çıkmaya korkan kamu emekçisi profilinin olduğu yerde, o emekçiye “20 TL kesinti yapılmasını istemiyorsan dilekçe ver” denildiğinde o emekçi ne yapar? Üzerine 20 TL daha verir ki “bu soruyu bana bir daha sorma” diye. İşte faşizmin uç beyliklerinin sana uyguladığı sistem bu. Çünkü bu halk zaten korkutuldu. Halka hizmet üzerine değil tersine sömürmek üzerine bir sistem hâkim. Bu ücret kesintileri henüz bizim örgütlü olduğumuz yerlerde uygulamaya konulmadı ama biz öncesinden avukatlarımıza dilekçeler hazırlatmaya başladık.

İşçilerin durumuna gelelim. Birçok fabrikadan testi pozitif çıkan işçi haberleri geliyor. Bakanlık çalışanların durumundan özellikle kaçınıyor. “Üretimi kesinlikle aksatmayacağız” diyorlar. 65 yaş üstünü ve 20 yaş altını bir önlem olarak gösteriyorlar. Ama biliyoruz ki işçi sınıfının genel kütlesi bu rakam aralığında. Bu konuda gazetecilerin de bir soru sorduğuna çok şahit olmadık.

Birincisi telekonferansla yapılan açıklamaya zaten soru soramıyorsun, ikincisi normal basın toplantılarına katılan basın ise akredite edilen basın. Bu basın kartları zaten seçilmiş basın kuruluşlarının çalışanlarına veriliyor. Şu an üst akım medyadan kimse soru soramıyor. Şu an özgür basın dediğimiz ortam sadece sanal platformlarda kaldı. Şu an çıkan ve yaşam savaşı veren birkaç basın organı dışında özgür basın kalmadı. Sağlık bakanı çıkıp “en büyük silahımız bu hastalığa yakalanmamaktır” diyorsa zaten meselenin tüm özeti ortaya çıkıyor. Bu, trajikomik bir “benden ümidi kesin, ben sizi düşünmüyorum”un itirafıdır.  

Bugün ne yazık ki, özellikle özel sektördeki birçok arkadaşımızın işine son verildi. Ekonomik paketteki patronlara çıkan 1 milyar 700 bin liranın işsizlik sigortasından olduğu ortaya çıktı. Gene işçiden alınıyor. Patrona hiçbir şey olmuyor. Kapitalist sistem böyle… Bakın bankalar kredi kartlarının limitini yükseltti. ATM’lerden nakit çekebilme üst sınırını yükseltti. Diyelim ki bu virüs olayı 8 ay sürsün. Evinden çıkmayan bir insan 8 ay sonra belki 30-40 bin lira borç ile yaşamına başlayacak. Ve yine borçlu yaşamaya devam edeceği için emeğinin karşılığını alamayacak, hakkını arayamayacak. Yani yine patronları tarafından had safhada sömürülmeye devam edilecek. Dışarıda milyonlarca aciz bir şekilde dolaşan borçlu emekçiler yığını olacak. Her kesim krizi fırsata çevirirken sadece emekçiler böylesi dönemlerde özveri gösteriyor. Bugün işçiler “evine git sana ücretsiz izin verdim” sözüne karşı çıkamıyor, niye, geri işe dönebilmek umuduyla…

Haber Sen olarak önümüzdeki sürece dair nasıl bir mücadele hattı örmeyi planlıyorsunuz?

PTT yönetimi anonim şirket mantığı ile çalışıyor. Ve bizim birçok yöneticimizi ve mücadele eden PTT emekçilerini son bir buçuk-iki haftada sürgüne uğrattı. Neden, hakkını aradığı için, “ben arkadaşlarımın bu koşullarda çalışmasını istemiyorum” dediği için. Başta tüm emekçilerin sağlığının korunması olmak üzere, PTT emekçilerinin sağlığının korunması ve yapılan sürgünler üzerinden iş yerlerini dolaşıyoruz. Bu ziyaretlerimizde gittiğimiz kurumun yönetici pozisyonundaki müdür vb. ile görüşmek istediğimizde virüsü bahane ederek bizimle görüşmekten kaçıyorlar. Bu günlerde bizim mücadelemiz monolog düzlemde kalıyor, diyalogdan kaçıyorlar. Çünkü yaptıkları biyatkarlığın faturasının net bir şekilde kendilerine de kesileceğini biliyorlar.

Ben şu an 147 kişinin çalıştığı yerden, nöbetten geliyorum. Ve başka birimleri de gezmeye gün içinde devam ediyorum. İşyerindeki arkadaşlarım “böyle bir durumda ne uğraşıyorsun kır bacağını evinde otur” diyorlar ama bizim işimiz kırıp bacağımızı oturmak değil. Bizim görevimiz işyerlerine gidip emekçinin üzerindeki baskıyı kırmak, kendi bacağımızı kırıp oturmak değil.

Bağlı bulunduğumuz KESK’in, TTB, TMMOB ve DİSK ile çalışmaları var. Yakın zamanda yapılan açıklamalar uluslararası düzeyde de ses getirdi. Sadece KESK üzerinden değil, bağlı bulunduğumuz ETUC, İTUC ve UNİ gibi kurumlarda da sorunları dile getiriyoruz. Ve böylece bu sistemin kendisini Avrupa’da şirin göstermesinin de önüne geçmiş oluyoruz. Muhakkak eksiklerimiz vardır. Sistemin bize yaptığı saldırılar çok yönlü olduğu için eksiklerimiz illa ki olacaktır. Gücümüzün, nefesimizin yettiği yere kadar mücadeleye devam edeceğiz.

Öyle alışılmış dönemdeki, rutin dönemdeki gibi bir mücadele değil, tam da şimdi bu krizde insanları yalnız bırakmamak için uğraşıyoruz. En azından hiçbir şey yapamıyorsan arkadaşımızın gidip bir hal hatırını sormak bile önemli bir yerde. Yalnız bırakmamak için bu önemli. Bu sistemin istediği bizleri yalnızlaştırmak. Çünkü yalnız olan korkar… Seni yanında gören insan korkmuyor. İnanın bana emek mücadelesini karantinaya alamayacaklar.

Kızıl Bayrak / Ankara