Eğitim ve sağlık bakanlarının şirketleri servetlerini katladı

Neoliberal politikalara kurban edilen kamusal alanların taşıdığı yakıcı önem, pandemi sürecinde daha da belirginleşti. Pandemi süreci gösterdi ki, her zaman önemini koruyan ve en temel insan haklarından olan sağlık ve eğitim alanları kapitalist düzenin efendilerine ya da patronların eline bırakılamaz.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 04 Eylül 2020
  • 19:19

Türkiye’de pandemi, çok önce başlamasına rağmen resmi verilere göre Mart ayında görülmeye başlandı. O günden bu yana ise pandemi, işçi sınıfı ile emekçilere kapitalist sistemin işleyişi noktasında öğretici olduğu kadar acı dersler de verdi. Bir yanda ölüme terk edilen milyonlar, diğer yanda iktidara sırtını dayayan kapitalistlerin pandemiyi “fırsata” çevirerek servetlerine servet katmaları…

AKP-MHP iktidarı işçi ve emekçiler için her türlü olumsuzluğu “fırsata” çevirme noktasında tüm benzerlerinden daha pervasızdır. Gelinen yerde bu iktidar, kendisinden önceki hükümetlerin gizli kapaklı çevirdiği dolapları, pervasızca kamuoyunun gözleri önünde icra ediyor. Örneğin kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekildiği, bakanlıkların kapitalistlerin hizmetinde olduğu biliniyordu. Ancak AKP-MHP rejimi, işi “patronlar kabinesi” oluşturmaya kadar vardırabildi. Bizzat patronları bakanlık koltuğuna oturttu.

Bu icraatın sonucu şaşırtıcı olmadı elbette. Özel sektör kodamanları yeni bakanları alkış yağmuruna tutarken yağmadan daha çok pay almanın da hesabını yapıyorlardı. Sermayenin “normal” zamanlarındaki destekçilerine ihtiyaç en çok da pandemi gibi olağanüstü koşullarda duyuldu. “Görevlerini” kendilerinden beklenen bir sadakatle yerine getiren ve toplum sağlığını sermayenin ihtiyaçlarının arkasına itekleyen iki bakan, bu konuda öne çıktılar.

Sağlık Bakanlığı koltuğunda oturan Medipolitian Hastanelerinin Patronu Fahrettin Koca ile Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturan Maya Okullarının patronu Ziya Selçuk bu süreçte adlarını işçi ve emekçilerin zihinlerine kara harflerle kazıdılar. Elbette bu noktada ETS Tur’un sahibi Turizm ve Kültür Bakanı Murat Ersoy’u da unutmamak gerek. Zira milyonlarca öğrencinin sağlığını ve geleceğini ilgilendiren sınavların tarihini temsilciliğini yaptığı turizm sektörünün ihtiyaçları uğruna kurban etme noktasındaki katkısı unutulur cinsten değil.

Pandemi döneminde toplum sağlığı açısından kritik mekanizmaları işgal eden Koca-Selçuk ikilisine dönecek olursak, bu zatların sermayeye verdikleri hizmetler aşikar. Bunu anlayabilmek için her iki zatın sahip oldukları şirketlere bakmak bile kafi. Zira hem Medipolitian Hastaneleri hem de Maya Özel Okulları pandemi döneminde servetlerine servet kattılar.

Medipolitian servetini 3’e katladı

Fahrettin Koca öncülüğünde 90’lı yıllarda kurulan Medipolitian Sağlık ve Eğitim Hizmetleri, AKP döneminde palazlanan şirketlerden biri. Ancak asıl atılımını Koca’nın Sağlık Bakanlığı koltuğuna oturmasından sonra, özellikle de pandemi döneminde yaptı. Her ne kadar bakan olan Koca, yönetim kurulundan istifa etmek zorunda kalsa da, Koca’nın gölgesi şirketin üzerinden eksilmedi. Örneğin 2019’un Temmuz ayında Ankara’da TCDD Başmüdürlüğü olarak kullanılan ve daha sonra misafirhaneye dönüştürülen 1928 yapımı bina ve içerisinde müze, kreş ve lojmanların bulunduğu alan Medipol Üniversitesi’ne verilmişti. 2019 yılının Kasım ayında ise Medipolitian Hastaneleri 220 milyon 660 liralık “teşvik belgesi” almıştı. Pandemi sürecinde ise, F. Koca halka “aynı gemideyiz” martavalını okurken, Medipolitian sermayesini 3’e katladı.

Bu süreçte Sağlık Bakanı Koca’nın topluma yaptığı “hizmetler” de oldu elbet(!). Örneğin veri bilgilerinin adlarını değiştirerek gerçek korona hastalarının sayısını düşük göstermek, şeffaflıktan uzak bir süreç yürütmek, haftalık koronavirüs durum raporlarının yayınını durdurmak, bilim kurulunun tavsiyelerini “dinleyip” arkasını dönerek Erdoğan’ın ağzından çıkan talimatları uygulamak vb... Elbette buna ek olarak “yeterli test yapılıyor” yalanlarının arkasında milyonlarca işçi ve emekçiyi testlere muhtaç halde bırakırken, AKP’li bürokratlarla sermayedarların testlere “düzenli” olarak ulaşmasını sağlamak ve sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını düzeltmeyerek, düzenli testlere ulaşmalarını engellemek, TTB ve SES’in öneri ve eleştirilerine kulak tıkamak da listeye eklenebilir.

Maya Özel Okulları’nın sermayesi 15 milyon liraya çıktı

Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturan Ziya Selçuk ise Maya Özel Okulları’nı 2002 yılında 10 bin liralık sermaye ile kuruyor. O günden bugüne şirketin sermayesi 15 milyona çıktı. Ancak “burası önemli ki” bu 15 milyonluk sermayenin 10 milyonu Selçuk bakan olduktan sonra şirket kasasına eklendi. Bakanlığa atanmadan iki gün önce hisselerini kardeşine devreden Selçuk’un da hayaleti Maya Okullarının üzerinde geziniyor. Selçuk, bakanlık koltuğuna oturmasının üzerinden henüz 2 ay geçmiş olmasına rağmen şirket yeni bir şube açtı. Maya Okulları pandemi sürecinde de vergi indirimi bekleyen özel okullar arasında yer aldı.

Pandemi sürecinde ise Selçuk’un topluma yaptığı “hizmetler” milyonlarca öğrenciyi ve onlarla birlikte ailelerini ilgilendirdi. Pandemi ile birlikte 1,5 milyon öğrenci uzaktan eğitime erişemedi. Özel okullara vergi indirimi sözünü veren ve bu amaçla bir dizi toplantı gerçekleştiren Selçuk, öğretmenlerin ve toplumun sağlığı noktasında uyarılarda bulunan Eğitim Sen’i “zekice açıklamalar” yapmaya çağırdı ve öğretmen maaşlarını “yük” olarak niteledi. Tüm uyarılara rağmen okulların açılış startını veren Selçuk, atama bekleyen öğretmenlerin, ücretli öğretmenlerin ve yoksulluk sınırının altında maaş alan kadrolu öğretmenlerin sorunlarına da sırtını çevirdi.

Toplum sağlığı ve eğitimi patronların eline bırakılamaz

Neoliberal politikalara kurban edilen kamusal alanların taşıdığı yakıcı önem, pandemi sürecinde daha da belirginleşti. Pandemi süreci gösterdi ki, her zaman önemini koruyan ve en temel insan haklarından olan sağlık ve eğitim alanları kapitalist düzenin efendilerine ya da patronların eline bırakılamaz. “Parasız eğitim” ve “parasız sağlık” taleplerinin ne denli haklı ve meşru oldukları, emekçiler için nasıl da hayati bir önem taşıdıkları da bu süreçte somut olarak görüldü. Kapitalizm bu iki alanda da doğasının gereğini yapıyor, işçi sınıfı ile emekçilerin kanı üzerinden palazlanırken milyonları sefalete mahkum ediyor.

Evet, eğitim ve sağlık gibi toplumsal hizmetlerin halka ücretsiz bir şekilde sunulması gerekiyor. Bu talepler haklı ve meşrudur. Yine de diğer haklar gibi bunları kazanmak da, ancak işçi sınıfıyla emekçilerin örgütlü mücadelesi ile mümkündür.