Suriye’de 36 Türk askerinin ölümünden sonra, iktidarı ve burjuva muhalefeti ile düzen güçleri tarafından ırkçı ve şovenist histeri doruğa çıkarıldı. Suriye toprakları ateş altına alınarak bir öfke boşalması hedeflendi. Ardından bir savaş ve iç savaş örgütü olan NATO, Türk devletinin sosyal medyada paylaştığı “Türkiye NATO’dur, NATO Türkiye’dir” notunu kendi resmi hesabından yayınladı. Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nu (BMGK) acil toplantıya çağırdı. Bu toplantıda Rusya, Suriye hükümetinin davetlisi olarak orada olduğunu vurgulayarak, kendisi hariç, Suriye’de bulunan tüm dış güçleri uluslararası hukuka aykırı olmakla itham etti. Türkiye ise Suriye’ye 911 kilometre sınırı olduğunu belirterek, kendi dışındakileri uluslararası hukuka aykırı olmakla suçladı.
AKP-Erdoğan yönetimindeki sermaye devleti, Suriye topraklarında cereyan eden bu gelişmeleri fırsata çevirmek için, bir taraftan NATO’yu arkasına alarak bir işgal harekatına dönüştürmeyi hesaplarken, diğer taraftan Rusya ile karşı karşıya gelmemek için azami çaba gösterdi. Patriotları satın almak da dahil, ne isterseniz yaparım misali, NATO’yu ardı ardına yardıma çağırdı. Ancak NATO yardımı, en azından şimdilik, açıklamaların ötesine geçmedi.
Bunun üzerine Türkiye’de bulunan mülteciler, bir “şantaj malzemesi” olarak sınıra yönlendirildiler. On binlerce insan, “Yunanistan sınırları açtı, istediğiniz Avrupa ülkesine gidebilirsiniz” diye kandırılarak, otobüslerle Yunanistan sınırına taşındı. Aynı gün, “şu ana kadar 15 bin kişi sınırı geçmiş bulunuyor, bu sayı yarına kadar 25-30 bini bulur” denilerek, sınıra yığılmalar özendirildi. Ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu sayının 100 bini geçtiğini ifade etti. Sınırda yaşanan dramı, havuz medyası her ne kadar Yunanistan’a yıkmaya çalışsa da yaşanan bu dramın baş sorumlusu AKP-saray rejimidir. Çok geçmeden kandırıldıklarını anlayan mülteciler gerisin geri geldikleri yerlere, kişi başına 50-150 dolara varan miktarlarda paralar ödeyerek dönmek zorunda kaldılar. Ölüm dahil her türlü riski göze alarak sınırın öbür tarafına geçebilenler ise, ya gerisin geri Türkiye’ye gönderildiler ya da gözaltına alındılar. Bu arada ne yazık ki ölüm haberleri de gelmeye başladı.
AKP-Erdoğan yönetimindeki Türk devleti her fırsatta “biz bu kadar Suriyeli kardeşimize kucak açtık” diyerek övünüyor. Peki, kucak açılan bu Suriyeli kardeşler, niye ölüm dahil her türlü riski göze alarak, buldukları ilk fırsatta Türkiye’den kaçmaya çalışıyorlar? Suriye’de öldürülen 36 Türk askerinin ardından Türkiye’nin çeşitli yerlerinde şovenist histeriler eşliğinde Suriyeli mültecilerin evlerine ve işyerlerine yapılan saldırılar, verilecek cevabın yalnızca bir kısmını oluşturuyor.
AKP-Erdoğan iktidarının kirli hesapları
Türkiye Suriye’deki cihatçı gruplara destek vermek ve bizzat sahada bulunmak kaydı ile Suriye kaynaklı göçün baş aktörlerindendir. Ta başından beri Türkiye’deki sığınmacıları Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanan AKP-saray rejimi, mülteci şantajı ve besleyip büyüttüğü sahadaki cihatçı çeteler aracılığı ile Suriye’de ihvancı bir rejim kurma ve Emevi Camii’nde namaz kılma hevesindeydi. Her ne kadar bu heves kursağında kalmış olsa da bir ABD’yi, bir Rusya’yı, bazen de ikisini bir arada ‘hoş tutarak’ asgari düzeyde de olsa kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Temel hedeflerinden birinin ise katletmek de dahil her türlü kirli oyunu deneyerek, Rojava Kürtlerini yerinden yurdundan emek, olası bir tampon bölgeye kendi cihatçılarını yerleştirerek, bölgeyi ebedi bir istikrarsızlığa sürüklemek olduğu biliniyor.
Bilindiği gibi 2015 yılında Avrupa’ya tam bir mülteci akını yaşandı. Sadece Almanya’ya 1,1 milyon göçmen geldi. Göçmenlerin Avrupa yollarında yaşadığı dram haftalarca görsel ve yazılı basının manşetlerinden düşmedi. Avrupa’ya akın eden göçmen sayısı karşısında şaşkına dönen Avrupa, Erdoğan’la anlaşarak, mültecileri durdurma yoluna gitti. Bu anlaşmaya göre, Yunanistan’a ulaşan göçmenler Türkiye’ye geri gönderilecek, Türkiye sınırlarında Avrupa’ya gidişleri durduracak, karşılığında ise 6,7 milyar dolar destek alacaktı. Bu para ise Birleşmiş Milletler üzerinden projeler bazında Türkiye’ye akacaktı. Ancak savaşa kaynak için nakde ihtiyacı olan saray rejimi her defasında parayı nakit olarak istemekten geri durmadı.
Özcesi, Türkiye’de zor koşullarda, açlık yoksulluk içinde yaşamaya çalışan göçmenler ne saray rejiminin ne de emperyalist Avrupa devletlerinin umurundadır. Türkiye, bu işten en fazla kârla, Avrupa ise en az zararla kurtulmanın hesaplarını hep yaptılar ve hala yapmaya devam ediyorlar.
Emperyalist talan ve zirve yapan göç dalgası
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2019’da açıkladığı bir rapora göre dünya çapında 70,8 milyon insan zorla yerlerinden edildi, yani mültecileştirildi. Bunların 20 milyonu kendi ülkelerinde iç göçe zorlanarak mülteci konumuna düşürülürken, 50 milyonu da bir başka ülkeye sığınmak yoluyla mültecileştirildi. Mülteci konumuna düşürülen çocuk sayısı ise 20 milyonun üzerinde. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, kurumun kurulmasından bu yana yerinden yurdundan edilenlerin sayısı en yüksek seviyeye ulaşmış bulunuyor.
Dünya çapında sığınmacı ve mültecilerin üçte ikisi savaş ve istikrarsızlığın hüküm sürdüğü beş ülkeden geliyor. Suriye’de dokuz yıldan bu yana, emperyalistlerin direk müdahalesi, vekâlet ve iç savaş niteliğinde süren emperyalist talan savaşı neticesinde evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısı 7 milyonu buldu. İkinci sırada 2,7 milyonla Afganistan gelirken, üçüncü sırada 2,3 milyonla Güney Sudan, dördüncü sırada 1,3 milyonla Myanmar ve beşinci sırada 1,1 milyonla Somali yer alıyor.
Türkiye söz konusu rapora göre dünya çapında en fazla göçmen sığınmacı barındıran ülkelerin başında geliyor. Türkiye’de, büyük çoğunluğu Suriyeli olmak üzere 4 milyon sığınmacı göçmen bulunuyor. Türkiye’yi sırasıyla 1,5 milyon mülteciyle Pakistan, 1,3 milyonla Uganda, 1,2 milyonla Sudan ve 1,2 milyonla Almanya takip ediyor.
Emperyalist müdahale ve işgal öncesi Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’den Avrupa’ya doğru yaşanan bir göç dalgası yoktu. Söz konusu ülkelere ve daha bir dizi yere “demokrasi” ihraç edenler, yaşanan bu göçlerin ve insanlık dramının sorumlusudurlar. Ve onlar buralardan sökülüp atılmadıkları sürece de bu göç ve dramlar ne yazık ki artarak yaşanmaya devam edecektir.