Göç olgusu insanlık tarihi kadar eskidir. Fakat emperyalist kapitalizm çağında yaşanan kitlesel göçlerde, daha öncekilerden farklı olarak, hiçbir “doğal” yan bulunmamaktadır. Özellikle yakın tarihte yaşanan kitlesel göçlerin başlıca sebebi savaşlar olmuştur. Bu savaşlar ise genelde emperyalist işgal savaşlarıdır. Günümüzde insanların terk etmek zorunda kaldıkları ülkelere baktığımızda bu olgu açıkça görülmektedir. Bugün en çok göç veren ülkeler listesinde Afganistan, Irak, Libya, Filistin, Kürdistan ve Suriye’nin başta gelmesi tesadüf değildir. Zira bu ülkelerin tümü de emperyalist hegemonya ve enerji kaynakları uğruna, başta dünya jandarması ABD olmak üzere emperyalistler ve bölgesel uşakları tarafından işgal ve talan edilmiş ülkelerdir.
Emperyalist işgal savaşlarının son büyük örneği Suriye’dir. ABD ve AB emperyalistlerinin eliyle Suriye’ye taşınan ve silahlandırılan dinci vahşet çeteleri marifetiyle Suriye harabeye çevrildi. İşbirlikçi Türk sermaye devleti başından beri ABD’nin bölgesel politikalarına uygun hareket ederek, Suriye’nin yakılıp yıkılmasında aktif görev aldı. Bombalarla harabeye çevrilen Suriye’de yüzbinlerce kişi katledilirken, milyonlarca kişi de ülkesini terk ederek, komşu Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldı. O günlerde “Emevi Camii’nde namaz kılmak” hevesiyle yanıp tutuşan gerici-faşist AKP-Erdoğan iktidarı bu göçü bizzat teşvik etti. “Ensar ruhu”, “Müslüman kardeşlerimiz” ve “misafirlerimiz” demagojisi eşliğinde milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye aktı.
Türkiye’ye gelen milyonlarca kişi hiç de “misafir” muamelesi görmedi elbette. Bu insanlar son derece insanlık dışı koşullarla karşılaştılar, sefalet içinde yaşam mücadelesi verdiler. AB veya BM tarafından gönderilen yetersiz yardımlar bile AKP tarafından iç edildi. Bu insanların her türlü mağduriyeti sonuna kadar sömürüldü. En ağır işlerde en ucuza çalıştırıldılar. Kadınlara yönelik cinsel saldırılar da dahil, her türlü ırkçı ve şoven saldırganlığın bahanesi ve hedefi haline getirildiler.
AKP-Saray çetesi baştan beri Suriye’ye yönelik sürdürülen savaş ve saldırganlıktaki sorumluluğunu son İdlib savaşıyla bir üst boyuta çıkardı. Rusya’nın da desteği ile Suriye ordusu tarafından cihatçıların son kalesi olan İdlib’e yönelik başlatılan harekata karşı, AKP iktidarı çetelerin hamiliğine soyunarak, elini halkların kanına daha fazla buladı.
AKP-Erdoğan iktidarı doğrudan müdahil olduğu Suriye savaşında ABD, NATO ve AB emperyalistlerinden umduğu desteği göremeyince gittikçe zıvanadan çıktı. Bunun üzerine, düne kadar “Suriyeli kardeşlerimiz” diye istismar ettiği mültecileri, bir anda şantaj malzemesine dönüştürdü. Sınırların açılmasıyla birlikte Avrupa’ya geçmek için sınırlara yığılan binlerce göçmen iğrenç bir pazarlığın malzemesi haline getirildi. Sınır boylarında yaşanan insanlık dramı görüntüleri gerici-faşist iktidarın gerçek yüzüne de ayna tutmuş oldu. Onun şimdiye kadar emperyalizm uşağı, yayılmacı ve saldırgan yüzünü gizlemek için kullandığı “sivilleri koruma” ve “insani” tüm söylemlerin aslında ikiyüzlü birer yalandan ibaret olduğu bir kez daha ortaya serildi.
AKP şefi Tayyip Erdoğan, içinde debelendiği krizden dolayı göçmenleri, AB’den gelebilecek para için şantaj malzemesi olarak kullanmaktan da geri durmadı. En iyi yaptığı şey olan riyakarlığı da elden bırakmayan AKP şefi, “Yaptığımız şey uluslararası hukuka uygundur!” demeyi de ihmal etmedi.
Moskova’dan hüsranla dönen AKP şefinin buna benzer bir hezimeti Brüksel’de de yaşaması bekleniyor. Brüksel’de yapılan görüşmelerde Türkiye’ye 6 milyar euroya varan bir parasal destekten bahsediliyor. Fakat bu paranın Türk devletinin kasasına değil de göçmenler konusunda geliştirilecek projelere endeksli olarak peyderpey ödeneceği önemle vurgulanıyor.
Sınırın bu yakasında bunlar yaşanırken, Avrupa yakasındakiler de Türkiye’deki türdaşlarından aşağı kalmadılar. Başta Yunanistan olmak üzere “demokrasinin beşiği” denilen AB ülkeleri sınırda yaşanan insanlık dramını, ancak emperyalistlere haiz olabilecek bir “soğukkanlılıkla” karşıladılar. İnsanlık ayıbı bu olay karşısında tek yaptıkları şey, sınırları sıkı sıkı kapatması ve güvenliği arttırması için Yunan hükümetinin arkasında blok halinde durmak ve ona destek vermek oldu. Böylece başka zamanlarda dünyaya “insanlık dersi” veren ve “demokrasinin beşiği” olmakla övünen AB’nin demokrasisinin ne menem bir şey olduğu da bir kez daha anlaşıldı. Türk devletinin Suriye’de cihatçı çetelerle birlikte yürüttüğü kirli savaşa destek veren ve tüm bölgeyi silah pazarı olarak değerlendiren demokrasi havarisi AB emperyalistleri, sıra bu savaşın sonucu olan göçmen krizine gelince yan çizdiler. “Tencere dibin kara seninki benden kara” misali, Türk devletini suçlayarak kendilerini aklamaya çalıştılar
Başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB’nin tam desteğini alan sağcı Yunan hükümeti, sınıra yığılan göçmenlere karşı son derece düşmanca davrandı. Ülkeye girmeye kalkışan göçmenlere ateş ederek ölümlere yol açtı. Göz yaşartıcı gaz da kullanan Yunan polisi, bazı göçmenleri elbiselerini alıp yarı çıplak geri göndermek gibi son derece onur kırıcı davranışlara başvurmaktan da çekinmedi.
Yaşanan tüm rezalete rağmen AB’nin savunmadan sorumlu komisyon başkanı Ursula von der Leyen büyük bir utanmazlık ve ikiyüzlülükle, “Şimdi ortak eylem, değerlere bağlılık ve soğukkanlı olma zamanı!” diye konuşabildi. Oluşan basınç üzerine bir açıklama yapan Almanya başbakanı Angela Merkel ise, sınıra yığılan çocukları ülkeye kabul edebilecekleri vaadinde bulundu. Fakat bunun nasıl ve hangi sayıda olacağına yönelik kesin bir şey belirtmedi. Almanya uzun bir süreden beri iltica hakkını sermayenin ihtiyaçlarına endekslemiş bulunuyor. Ülkeye girip iltica eden insanlara, iş bulabilme ve “nitelikli işgücüne” sahip olma kriterleri üzerinden oturma izni verileceği yönünde kararlar alınıyor.
Von der Leyen’in bahsettiği “değerlerin” insanlık değerleri olmadığı kesin. Son yaşanan göçmen krizi emperyalistlerin hegemonya, sömürü ve sermayenin daha fazla kârı dışında bir değerler sisteminin olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Hangi coğrafyada olursa olsun emperyalist kapitalizm yaşadığı müddetçe insanlık sömürü, savaş, ırkçılık, göç yollarında heba olmak gibi kötülüklerden kurtulamayacaktır.
Yunanistan sınırında yaşanan insanlık dramı kapitalist düzen ve burjuva demokrasisi adına utanç verici görüntüler sunarken, halkların kardeşliği adına umut verici bazı gelişmeler de oldu. Başta Atina ve Berlin olmak üzere sokağa çıkan binlerce kişi halkların kardeşliğini haykırdı ve göçmenlere kapıların açılması talebini yükseltti. İsviçre’de yapılan gösteriye ise polis saldırdı. Çeşitli Avrupa ülkelerinde ortaya konan duyarlılık, savaşa, sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı izlenmesi gereken yola da ışık tutuyor. Emperyalist savaşların mağdur ettiği göçmenlere reva görülen muameleye üzülmenin kimseye bir faydası yok.
Onlara yardım etmenin en iyi yolu, her ülkede sermayeye, savaşa ve ırkçılığa karşı, “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” perspektifiyle örgütlü mücadeleyi yükseltmektir.