Paris banliyölerinden Champigny’deki polis karakoluna yönelik dün gerçekleşen saldırının ardından, son dönemde cinayet, şiddet ve saldırılarla tepki çeken polisler için “aklama kampanyası” devreye sokuldu.
Dün gece Paris banliyölerinden Champigny'de polis karakoluna bir saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda bir grup genç havai fişekler ve demir çubuklarla karakolu hedef aldı. 5 polis aracı, karakolun girişindeki kapı ve camların tahrip edildiği saldırıya yaklaşık 40 kişinin dahil olduğu öne sürülüyor.
Saldırıyı gerçekleştiren gençlerin bir grupla ilişkisi olup olmadığına dair netlik bulunmuyor.
Buna karşın, polis şiddeti ve cinayetlerinin ardından banliyö olarak tanımlanan işçi ve göçmen mahallelerinde bu tarz olaylar yaşanıyordu. Herhangi bir örgütle ilişkisi olmayan gençler de polise karşı öfkeyle bu eylemlere girişiyordu. Fransa'da daha önce de bu tarz olaylar birçok bölgede yaşanmıştı.
“Polis uyuşturucuyla mücadele ediyordu” iddiası
Bu saldırının sonrasında Fransız burjuva devleti, “mağdur polis” kampanyasını devreye soktu. Ülkede gündemin değişmez maddesi olması gereken polis şiddeti sansürlenip gizlenirken, bir karakola yönelik kimsenin yaralanmadığı bu eylem üzerine ortalık ayağa kaldırıldı.
Sermaye devleti adına yapılan açıklamalarda gençler “uyuşturucu çetesi” denilerek hedef gösterilmeye çalışıldı. Polisin “uyuşturucuyla mücadele ettiği için hedef alındığı” algısı yaratılarak polisi aklama çabası güdüldü.
“Polis korunmuyor” yalanı
Diğer yandan faşist örgütlenmelerin de katılımıyla “Polise destek” mesajları yağdırılmaya başlandı. Burjuva medyanın haber bültenlerinde bu kampanya geniş yer buldu. Toplumda “mağdur polis” algısı oluşturmak için çeşitli araçlar devreye girdi. Polisin saldırıda korumasız olduğu, karakol içine çekilmek zorunda kaldığı gibi vurgularla mağdur edebiyatı güçlendirildi. Polis sendikası genel temsilcisi Frédéric Lagache da mağdur rolüne uygun olarak “Hükümetin polis güçlerini korumayı taahhüt etmesi için ne gerekir?” dedi.
Sözde sermaye hükümetinin polise destek vermediğini iddia edenler polis şiddetine fiili cezasızlıkları, açılmayan soruşturmaları, içişleri bakanlarının değişmesine rağmen verilen desteği göstermemeye çalışıyorlar.
“Cumhuriyet’e saldırı” demagojisi ve göçmen düşmanlığı
Bir diğer noktaysa, polise saldırının “Cumhuriyet’e saldırı” diye sunularak demagojiye konu edilmesi oldu. Bir dizi haberde “Polisin cumhuriyetin koruyucusu, toplumun birleştiricisi olduğu” vurgularına yer verildi. Faşist partinin temsilcisi Marine Le Pen de durumdan yararlanarak kendi göçmen düşmanı propagandasını devreye soktu. “Suçlu bulunan yabancılar, cezalarının sonunda ülkelerine iade edilmelidir!” diyerek son dönemde Macron hükümetinin de yoğunlaştığı bu politikayı destekledi.
Geçtiğimiz haftalarda Fransa’da sözde “gerici çetelerin saldırılarını azaltmak” adı altında göçmenleri ülkelerine iade etme genelgesi yayınlandı. Bu genelgeden sonra bir Kürt siyasi mültecinin evinin onlarca polis tarafından basılarak Türkiye’ye iade edilmişti. Bu saldırı, söz konusu politikaların gerçek amacını da gösteriyor.
“Polislere korunma hakkı” ve “yabancıların ülkelerine gönderilmesi” gibi gündemlerle atılacak adımlar, yerli/yabancı ayırt etmeksizin işçi sınıfını ve emekçileri, onların mücadelesini hedef alacaktır.
Bununla birlikte, polis şiddetinin yoğun olduğu Fransa’da buna karşı öfke ve mücadele geleneği de güçlüdür. Son dönemde ABD’deki gibi bir toplumsal hareketin patlak verebileceğinden çekinen Fransız sermaye devleti, bu gibi çarpıtma kampanyalarıyla, bu patlama potansiyelini zayıflatmayı amaçlıyor.
Kızıl Bayrak / Fransa