Almanya, İsviçre, Avusturya polisi, 16 Nisan günü eşzamanlı olarak Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu’na (ATİK) yönelik bir operasyon gerçekleştirdi. Bunu Yunanistan ve Fransa polisinin operasyonu izledi.
Karlsruhe savcılığının talimatı ile gerçekleştirilen operasyonla 11 ATİK yöneticisi ve çalışanı gözaltına alındı ve tutuklandı.
“TKP/ML üyesi olmak” suçlamasının da gerekçe yapıldığı bu operasyonlarda adı geçen ülkelerdeki ATİK kurumları ile yönetici ve çalışanlarının evleri arandı. Her zamanki gibi girilen her yerin kapıları, pencereleri kırıldı, her yer yağmalandı. Bir gözaltı ve tutuklama terörü estirildi. ATİK yönetici ve çalışanlarına ve onlar üzerinden de tüm bir ilerici ve devrimci kişi, kurum, kuruluşlar ve mensuplarına dönük bir tehdit ve gözdağı niteliği de taşıyan bu saldırılar devam ediyor. Tüm emareler, bu saldırıların genişleyeceğini gösteriyor.
Saldırı Almanya merkezlidir ve devrimci kazanımları hedefliyor
Almanya bir zamanlar övülen “sosyal devlet” uygulamalarına elveda diyeli çok oldu. Almanya artık bir “sosyal haklar cenneti” ve "demokrasinin örnek ülkesi" değildir. Tam tersine Almanya, gelinen yerde, Avrupa’daki iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel ve moral tüm saldırıların birinci derecede planlayıcısı ve merkezidir. On yıllara mal olan ve ağır bedeller ödenerek kazılmış tüm haklara ilk saldırıları Alman devleti başlatıyor. Onu diğer devletler izliyor.
AB üyesi Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ekonomisi zayıf ülkeler dayatılan kemer sıkma paketleri esas olarak Almanya damgalıdır. Yanı başındaki Doğu Almanya’yı, Sovyetleri ve Doğu Bloku devletlerini polis devletleri olarak suçlayan Alman devleti, ileri boyutlar kazandırdığı polis devleti uygulamaları ile kendisi polis devletine dönüşmüştür. Düne kadar övündüğü burjuva demokrasisini kendisine yük saymaya başlamış, bu yükü sırtından atacağı günlere hazırlanıyor. Sokaklara yeniden salınan Neonaziler ve Pegidalar da bunun habercisi. Almanya ırkçı-faşist saldırganlığın kol gezdiği bir ülkedir de. Faşizm, Almanya’da yeniden yakın bir tehlike hailine gelmiştir. Militarizmin kudurganlık düzeyinde boyutlar kazandığı, en çok silahın üretildiği, çılgın bir silahlanma yarışı içinde olduğu ve hummalı biçimde yeni bir emperyalist savaşa hazırlandığı da tartışmasız bir gerçektir. O şimdi, rakipleriyle, esas olarak da ABD ile yaşadığı hegemonya savaşında üstün gelmenin aracı olarak düşündüğü “Avrupa Ordusu” peşindedir ve yeni bir savaş suçu işlemek için bekliyor.
İktisadi, siyasi, askeri ve polisiye devasa gücüne ve imkanlarına karşın, sosyal patlama korkusu yaşayan devlet de Almanya’dır. Almanya, geçmişten beri en azgın boyutlarda bir anti-komünizmin hüküm sürdüğü bir ülkedir de. Hitler belası bu ülkenin tekellerinin mahsulüdür. Militan bir devrim ve sosyalizm düşmanlığıyla karakterize olmaktadır. Burjuvazisi ilerici ve devrimci düşüncenin, eylemin ve örgütlenmenin amansız düşmanı bir burjuvazidir. Tarihsel bir bilinç yüklüdür ve kendisine büyük korku yaşatan yeni bir Kasım Devrimi ihtimaline karşı şimdiden önlem almaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Frankfurt kentinde Alman Merkez Bankası’na yönelik anti-kapitalist gösteriye karşı haçlı seferi başlatması, demokratik hak ve özgürlükleri tırpanlamanın gerekçesi yapması bunun tipik ifadesidir. Alman devletinin işçilerin en masum ve en meşru grevlerine dahi tahammülü yoktur. Genel grev hakkının olmadığı bir ülkedir. Her hücresine gestapo ruhunun sindiği bu devlet, geçmişte yapılan küreselleşme karşıtı eylemlere karşı da haçlı seferinin başını çekmişti. Gösterilere katılmayı engellemiş, tutuklamalara başvurmuştu.
Ve nihayet Alman devleti son dönemlerde tümüyle keyfi ve kuralsız biçimde devrimci politik çalışma, eylem ve örgütlenmeye saldırıyı bir alışkanlık haline getirmiştir. En başat Türkiye ve Kürdistanlı ilerici ve devrimci parti, örgüt ve güçler olmak üzere, göçmen örgütlerine ve mensuplarına saldırmaktadır. Sık sık bu kurumlara dönük keyfi operasyonlar yapmaktadır. Keyfi gözaltı ve tutuklama terörüne başvurmakta, sınırdışı uygulamalarını gündeme getirmektedir. Yerli devrimci güçlerin ve emekçilerin mücadelesinin yanı sıra, göçmen devrimcilerin, bulundukları ülkelerde sınıf mücadelelerinde oldukça aktif pozisyonlar aldıkları tarihsel bir gerçektir. Günümüzde de, bu güçler toplumsal-siyasal her gelişmenin ve eylemin içindedirler. Tüm kusurlarına ve yetmezliklerine karşın, yine de bu ülkelerdeki en örgütlü, en militan ve en kitlesel gücüdürler. Bu ise, onları tehlikeli kılmakta, ister istemez Alman devleti ve polisinin boy hedefi yapmaktadır.
Önce PKK, ardından DHKP/C, şimdi de TKP/ML bahanesi
Alman devleti geçmişte Anayasayı Koruma Örgütü, polisi ve istihbaratı kimi gerekçelerle PKK’ye saldırmıştı. Pek çok PKK mensubunu gözaltına almış, bir kısmını tutuklamıştı. Aralarında PKK yöneticilerinin de olduğu ünlü "Düsseldorf davası" bunun ifadesiydi. PKK mensupları cepheden yaptıkları tok ve cüretli savunmalarla, Alman savcı ve yargıçlarını oldukça zor durumda bıraktığı için serbest bırakıldılar.
Bunu DHKP/C’ye dönük sürek avı, gözaltı ve tutuklama furyası izledi. Örgüt yönetici ve üyesi olmakla itham edilen pek çok insan, RAF militanlarının da yıllarca tutuklu kaldığı ve birçoğunun işkence ve başka nedenlerle yaşamını yitirdiği ünlü Stamheim Cezaevi'nin ölüm hücrelerine kondular. 129/b maddesi ile yargılanan DHKP/C’li devrimciler yıllarca bu hücrelerde tutuklu kaldı. Bir bölümü hala da bu ve benzeri cezaevlerindedirler.
Son ATİK operasyonu da dahil, tüm bu saldırıların temel amacı adım adım gelmekte olan sosyal sınıf mücadelelerinden duyulan açık korkunun ifadesidir. Göçmen devrimcilerin bu mücadelelerde alacakları muhtemel aktif tutum konusunda caydırmak, tehdit ve gözdağına başvurarak, tutuklayarak, yılları bulan cezalara çarptırarak, Türkiye’ye iade gibi aşağılık yöntemleri devreye sokarak, onları etkisiz hale getirmek ve başarabilirse teslim almak amaçlı bir saldırıdır.
Tüm bu operasyonların açığa çıkardığı tartışmasız bir gerçek de, Avrupa devletlerinin giderek gizlenemez olan işbirliğidir. Avrupa polisi ve Türk istihbaratının işbirliği halinde çalıştıkları yeni bir veri değildir. Bu ilişki geçmişten beri vardır. ATİK mensuplarına dönük operasyon da Alman ve Türk polisinin ortak operasyonudur.
Bütün bunlar çok doğal olarak ilerici ve devrimci güçlere yakıcı görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Kazanılan her mevzi dişe diş mücadelelerle kazanılmıştır. Devrimci örgüt yaşamsal önemdedir. Burjuva demokrasisinin aldatıcılığına kanmamak, en küçük bir rehavete kapılmanın pahalıya patlayacağını bilerek hareket etmek bir zorunluluktur. Devrimci örgütü korumak ve yaşatmak ise, herkesten önce sınıf devrimcilerinin görev ve sorumluluğudur.