Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya ile Ukrayna arasında karşılık bulamayan arabuluculuk çabası, olası bir tırmanışa bağlı olarak Türkiye’nin korkularını yansıtıyor. Ukrayna ile Rusya arasında fiili bir çatışmadan etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Erdoğan’ın Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski ile Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’i buluşturma teklifi yüzeysel bir okumayla belki “arenada görünme” ya da “rol çalma” arayışı olarak görülebilir. Fakat Türkiye’nin de alarm vermesini gerektiren çatışma süreci olgunlaşıyor.
Erdoğan son zamanlarda sadece Ukrayna’ya elini uzatarak gösterdiği yüksek dayanışma değil Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açma pahasına NATO’nun Karadeniz’de varlığını artırma stratejisine verdiği destekle de Rusya’da diş gıcırtılarına neden oldu. Ancak şimdi savaş üzerine bahisler açılırken ve Biden yönetimi Ankara’dan sağlam durmasını beklerken Erdoğan arabuluculuk önerisiyle Türkiye’yi tarafsız konuma çekmeye çalışıyor. En azından görüntüde böyle. Zelenski ve Putin’le telefonda görüşüp ikisini de Türkiye’ye davet eden Erdoğan, Rus tarafının omuz silkmesi üzerine şimdilik şubat ayında Kiev’e bir ziyarette bulunduktan sonra Moskova’ya gitmeyi umuyor.
Zelenski Putin’le baş başa oturup sorunu çözmekten bahsetse de NATO üyesi Türkiye’nin arabuluculuğuna bir itirazı yok. Fakat sorunun Ukrayna’nın toprak bütünlüğü temelinde çözülmesini isteyen ve Kırım’ın Rusya’nın işgali altında olduğunu söyleyen Erdoğan’ın bu tutumu arabuluculuk şansını zedeliyor.
Kremlin bir kez daha Erdoğan’ın 2015’te Fransa ve Almanya’nın yoğun çabalarıyla sağlanmış Minsk anlaşmalarına uyması konusunda Zelenski üzerindeki etkisini kullanmasından memnuniyet duyacaklarını belirtti. Yani Ruslar arabuluculuk değil Zelenski’yi ABD ve İngiltere’nin iteklemesiyle Donbas’ta askeri bir maceraya sürüklenmekten alıkoyacak bir Türk etkisini önemsiyor.
Bunun ötesinde Moskova Ukrayna gerilimini ABD-Rusya arasında NATO’nun genişlemesini durdurma konusunda bir pazarlığa dönüştürmeyi başardığı için Erdoğan dört gözle beklenen bir arabulucu konumunda sayılmaz. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da "NATO-Rusya ve ABD-Rusya arasındaki diyalog bu konuda belirleyici olacak” sözleriyle bu gerçeği teslim etmiş oldu.
Türkiye’nin şiddetle ateşi soğutma ihtiyacına karşın Türk insansız hava araçlarının (SİHA) Donbas’ta birkaç saldırıda kullanılması baş ağrıtacak bir mesele olarak öne çıkıyor. Türkiye tartışmaların odağından kaçamayınca Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, SİHA satışını NATO’daki ortaklık ilişkisine bağladı: “Ukrayna'nın bu sistemleri tedariki ve kullanması kendi tasarrufundadır. Türkiye suçlanamaz. Ukrayna'nın NATO'nun 'Geliştirilmiş Fırsatlar Ortaklığı' ülkesi olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Ukrayna'nın savunma kapasitesinin artırılması 'NATO Bireysel Ortaklık Ülke Planı' maddelerinden birini oluşturmaktadır. Türkiye tarafından ikili ve NATO çerçevesinde Ukrayna'nın savunma kapasitesinin artırılmasına katkı sağlanmaktadır."
Akar’ın sözleri, Rusya’yı kışkırtan şeyin Ukrayna’ya verilen Türk SİHA’ları olduğunu düşünen Batılı çevreleri refüze etme girişimi olarak da okunabilir.
S-400’ün bir Truva Atı gibi NATO şemsiyesine sokulmasının yarattığı çelişkiye rağmen Erdoğan pek çok Batılı müttefik gibi Rusya’nın Rus nüfusunun yoğun olduğu periferiyi koruma gerekçesiyle Sovyet coğrafyasına dönüş çabasının Kırım’la bitmeyeceğini düşünüyor. 17 Ocak’ta Arnavutluk’tan dönerken de “İşgal edeyim mantığıyla bu işler yürümez. Ne yaptı Rusya? Kırım’a çöktü” ifadeleriyle ABD ve İngiltere ile aynı dalga boyunda konuştuğunu gösterdi.
Bununla beraber Erdoğan stratejik yönelim kazanan dostluk ve komşuluğun bir gereği olarak Putin’i de teskin etme gereği duyuyor. Bu açıdan Erdoğan, sabah Amerikan-İngiliz oyununa gönüllü yazılan Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya’nın yer aldığı kanatla selamlaşıyor, akşam temkinli olmayı seçen Almanya, Avusturya ve Macaristan gibi ülkelere hak veriyor. Avrupa’daki dağınıklık da Erdoğan’ın tutarsız çizgisini sürdürmesini kolaylaştırıyor. ABD’nin Afganistan’dan ortaklarıyla koordinasyon olmadan çekilmesi, Çin’i çevrelemeye dönük ABD, İngiltere ve Avustralya’nın (AUKUS) güçlü güvenlik paktı, yine ABD, İngiltere, Japonya ve Avustralya’nın Dörtlü Güvenlik Diyalogu (QUAD) gibi yeni güç odaklarının ortaya çıkması, AUKUS oluşumunu takiben Fransa’nın Avustralya ile 66 milyar dolarlık denizaltı anlaşmasının iptal ettirilmesi NATO’nun Avrupa kanadında güvensizlik yaratırken Türkiye oluşan bu çatlaklara yerleşmeye çalıştı. Fakat Ukrayna’da kartlar açılırken iş “Türkiye burada nasıl bir bedel ödeyecek?” sorusuna geliyor.
Sonuçta silah sevkiyatıyla Ukrayna’yı savaşa hazırlayan ve Rusya’yı SWIFT’ten atma dâhil Rus ekonomisini batıracak yaptırım seçeneklerini tartışan Amerikan-İngiliz ekseninin izlediği siyaset bir tarafta S-400 nedeniyle Türkiye’yi, diğer tarafta Kuzey Akım 2 projesini korumak isteyen Almanya’yı, beri tarafta NATO’ya girmeyip tarafsızlık politikasında direnen Finlandiya ve İsveç’i ya da Soğuk Savaş mantığıyla Avrupa’nın iki güç arasında yeniden nüfuz savaşına sahne olmasından rahatsız olan NATO üyelerini sıkıştırıyor.
Bu noktada retorik ne kadar sert olursa olsun kışkırtıcı pozisyonun yatıştırıcı çizgiye çekilmesi kaçınılmaz gözüküyor. Bunun örneği 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya’yı geri almak için başlattığı savaşta görülmüştü. Gürcistan ordusunu bu savaşa hazırlayan eğit-donat programının baş destekçisi olan Ankara, ABD’nin caydırıcı bir güç sevkiyatı çerçevesinde Karadeniz’e sokmak istediği büyük tonajlı savaş gemilerine Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği izin vermemişti. Rusya’nın savaşa girmesiyle Gürcistan’ın Güneş Osetya ve Abhazya’yı dönme planları tuzla buz olmuştu.
Ukrayna’da askeri bir tırmanış Türkiye’yi, başta Boğazlar rejimini koruma sorumluluğu olmak üzere zor kararlar vermek durumunda bırakabilir. Kuvvetle muhtemel bu süreçte Rusya’yla karşı karşıya gelmemek verilecek kararlarda temel çıkış noktası olacaktır. Boğazlar ve Karadeniz’in istikrarı, Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin geleceği, Mavi Akım ve Türk Akım doğalgaz boru hatlarındaki arz güvenliği, Ruslar ve Ukraynalıların yolunu gözeten turizm sektörü, hop oturup hop kalkan meyve-sebze ihracatçıları, Rusya’da büyük işler yapan yapı sektörü, Karabağ savaşı sonrası Kafkasya’da bıçak sırtında duran stratejik planlar, Suriye ve Libya’da devam eden operasyonlar gibi Ankara’nın hesaba katması gereken çok şey var. Son zamanlarda Rusya, Türkiye’nin bir numaralı buğday tedarikçisi hâline geldiği için bir de “ekmek kaygısı” bu listeye eklenmeli.
Ayrıca olası yaptırımların kapsamı ve üçüncü ülkelere yansımalarını kestirmek güç. Türkiye şimdiye kadar Rusya’ya yönelik ABD ve AB’nin yaptırımlarına bağlı kalmadı. Fakat yaptırımların bankacılık sektörünü hedef alması hâlinde Türkiye sıkıntılardan kaçamayabilir.
Türkiye tarafsız bir pozisyona çekilmeyi başarsa bile Türk-Rus ilişkileri bu türbülanstan yara almadan kolayca çıkamayabilir. Söz gelimi Putin SİHA’ları ya da Erdoğan’ın “Kırım’a çöktü” sözünü karşılıksız bırakır mı? Rusların Kuzey Kıbrıs’ın yanı sıra Türkiye’nin Suriye, Libya ve Irak’taki askeri varlığını gündeme taşıyıp Kürt meselesine el atmaları da ihtimal dâhilinde.
Al-Monitor / 24.01.22