Başlığımızdan yola çıkalım: “Türk Lirası’nın seyrini ve TC Merkez Bankası’nın ne yapmak istediğini anlamak” hiç de zor değil aslında… Bu sorulara yanıt verebilmek için çok derin iktisat bilgisine de ihtiyaç gerekmiyor. Biraz sağduyu, en temel birkaç veriyi izlemek ve önyargılı, bağnaz inançlardan uzak, akılcı düşünmek yeterli. Ama bu saydıklarımız içinde de en zor olanı sonuncusu: Bağnazlık ve kör inançlara değil, bilimsel şüpheye ve aklın üstünlüğüne dayanmak.
Türk Lirası neredeyse sabit olarak geçirdiği haziran-temmuz ayları sonrasında geçen hafta birdenbire ABD Doları karşısında yüzde 7 oranında değer kaybetti ve para piyasalarında büyük paniğe neden oldu. Nedeni, niçini üzerine “dış mihraklar” komplolarına dayalı safsataları bir yana bırakıp, olan biteni iktisat biliminin değerlendirmesine bırakırsak, yaşananları görmemiz kolaylaşacaktır.
Öncelikle bir ulusal paranın, yani konumuz için TL’nin, değerini ölçeceğimiz üç kavram olduğunu vurgulayalım: (1) faiz oranı; (2) enflasyon oranı ve (3) döviz kuru. Bunlardan birincisi paranın “tüketim harcaması yapmak üzere nakit ihtiyacının” bedelini; ikincisi mal ve işgücü piyasalarındaki dengesizlikler karşısında paranın değer kaybını (yani enflasyon); üçüncüsü ise ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki değişim değerini (döviz kuru) gösterir. Kuşkusuz ki bu üç kavram birbiriyle bütünlük gösterir ve bunlardan herhangi birini (diyelim faizi, ya da kuru) baskılayarak yapay biçimde ekonominin gerçeklerine aykırı biçimde fiyatlandırmaya çalışırsanız, para piyasalarında denge yitirilir, yani somut anlamda yaşadığımız üzere, kriz oluşur.
Paranın “fiyatı” ise para ve menkul kıymet piyasalarında TL’nin miktarı (arz ve talep düzeyi) tarafından belirlenecektir. Paranın arzı üzerine alternatif iktisat teorileri arasındaki tartışmaları şimdilik bir yana bırakıp en temel göstergeye bakalım: Dolaşımda olan para ve bankalardaki vadesiz mevduatın düzeyi. İktisatçılar bunu M1 olarak tanımlıyorlar. Para miktarının en yalın ifadesi…
Aşağıdaki grafikte TC Merkez Bankası verilerinden gözlemlediğimiz haftalık M1 arzı düzeyi son bir yıl boyunca sergileniyor. M1 para arzının seyri çarpıcı: Piyasadaki TL miktarı bu yılın başında ilk üç ayda yüzde 11.8 artmış iken, sonraki dönemde yüzde 53.8 artış göstermiş. TL arzında son bir yılda yaşanan genişleme 85’e ulaşmış. Burada paranın arzı bollaştırılırken, fiyatı yapay biçimde ucuz tutulmaya çalışılmış; faiz oranı düşürülmüş. Nedeni ise AKP’nin her ne pahasına olursa olsun tüketimi canlı tutma ve büyümeyi yüksek tutma gereği. Dengesiz de olsa, sürdürülemez de olsa, ucuz kredi ile borçlanmaya dayalı tüketim, bu sahte cennetin altın anahtarı.
Ancak, konumuza dönersek, piyasada her mal gibi, para arzındaki bu olağandışı artış nedeniyle ulusal paranın fiyatının düşmesi gerekecektir: Para ucuzlayınca diğer mallar karşısında alım gücü düşecek (buna enflasyon diyoruz); diğer dövizler karşısında da değeri gerileyecektir (bunun adı da devalüasyon)… Dövizi, MB rezervlerini harcayarak, swap ve benzeri muhasebe oyunları veya kamu bankalarının döviz kaynaklarına siyasi baskılarla el konulması biçimiyle bir süre için (1 dolar = 6.85TL) sabit tutabilir; enflasyonu da türlü istatistik tanımlarıyla olduğundan düşük göstermeyi deneyebilirsiniz, ama piyasanın gerçekleri eninde sonunda baskın çıkacak ve ulusal paraya hak ettiği değeri biçecektir.
Şimdi geriye sadece bir hareket alanı kalmış durumdadır: TCMB’nin politika faizini yükselterek Türk Lirası’nın değerini yükseltmeye yönelmesi. Ancak bu gerçek, AKP yönetiminin karşı karşıya kaldığı “her ne pahasına olursa olsun tüketimi canlı tutma ve büyümeyi yüksek tutma” tercihi ile uyuşmamaktadır.
Cumhuriyet / 12.08.20