Sosyal medyadan kopan, mesajlara sığmayan bir efsane yaratılmakta: Z kuşağı. Sadece Türkiye’de bundan sonraki seçimlerde oy kullanacak yaklaşık 7 milyon küskün, toplumsal duyarlılığı yüksek, sosyal medya ve dijital iletişim sayesinde çok çabuk organize olabilen, katılımcı, hareketliliği yüksek, vb. vb... Kısacası hem ülkemiz hem de insanlık için yepyeni, taptaze bir umut ışığı...
Her nesil, kuşkusuz kendisinden sonra gelenlere biraz kıskançlıkla, ama kesinlikle umutla bakmak ister. Binlerce yıllık insan soyunun birikimi belki de. Bir yandan da insanlığın en yüce değerlerini bir sonraki nesillere aktarma umudu...
Z kuşağı diye adlandırılanlar, çoğunlukla 1995 sonrası doğumlu, küremizin “sanayi 4.0” günlerine hazırlanmakta olduğu(!) dijital dönüşümün, sanal dünyanın nimetlerinden kıyasıya yararlanan, insanlığın şimdiye değin hiç tatmadığı ölçüde bilgiye erişim olanaklarına sahip, sınır tanımayan gençlerden oluşmakta. Biraz zorlama da olsa, kendilerinden önce gelen kuşaklar ile birlikte karşılaştırıldığında kendilerine özgü bir dizi ekonomik ve toplumsal ortak paydalara sahipler. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan nüfus artışının baş aktörleri olan (bazen 68 kuşağı diye de anılan) bebek çoğaltanlar nesli (baby boomers) veya bundan sonraki (ükemizde ’78 kuşağı diye anılan) X kuşağı ve/veya bencil, hırslı, “ben” merkezli milenyum ya da kısaltımış adıyla Y kuşağı. Kuşkusuz ki bu ayırımlar bir yandan da kapitalizmin küresel tarihçesinin inişli çıkışlı evrelerine denk düşmekte.
McKinsey derecelendirme kuruluşunun araştırma dairesine sunulan Tracy Francis ve Fernanda Hoefel imzalı bir rapor, söz konusu kuşakların davranışlarını bakın nasıl özetlemiş:
Tablonun hücrelerindeki vasıfların gerçekçiliğini ya da anlamlı olup olmadığı tartışmasını okurlarımın değerlendirmelerine bırakarak, ben burada birkaç başka gözlemimi dile getirmek arzusundayım. Öncelikle, bebek çoğaltanlar ve bunların bir anlamda devamı olan X kuşakları kendileri için atfedilen tüm devrimci sıfatlara karşın, unutmayalım ki gezegenimizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve atmosferini gerçekten koruyabilmek yerine, aslında özünde çılgınca bir büyüme, teknolojik ilerleme ve (daha da fazla) tüketim fetişizmi ile birlikte insanlığın belki de sonunu getirecek koşulları hazırladılar. 1980 sonrasının “neo-liberal” dönüşümlerine, emeğin haklarına, demokratik katılım ve toplumsalcılık içeren her şeye düşman bireyciliğin, yıkıcı rekabetin ve “dibe doğru yarışın” önkoşullarını yaratanlar da bu kuşağın gençleri idi.
Bebek çoğaltanlar ve X kuşağı kendilerinden sonrakilere sadece onarılamaz bir kurumsal kargaşa ve tüm yerel/küresel ekonomileri paralize eden bir borç yükü devretmekle kalmadılar, bir taraftan da neredeyse yaşanılamayacak derecede tahrip edilmiş, sağlıksız ve kurak bir gezegeni de miras bıraktılar.
Kendilerinden büyük umutlar beslenen Z kuşağı gençler ise bir yandan yapay zekâ ve robotikleşme içeren teknolojik dönüşümler ile rekabete, bir yandan da şimdiden dayanılmaz boyutlara ulaşmış genç işsizlik ile mücadeleye hazırlanmak zorundalar. Kapitalist küresel sistemin belki de son barutlarından birisi olan finansallaşma ve neo-liberal birikim rejiminin tıkanmasıyla birlikte, (yeniden) dini köktenciliğin, cinsiyet ve mezhep ayırımcılığının yükseltilmesi, göçmenlere ve azınlıklara karşı körüklenen milliyetçilik dalgalarının yaygınlaşması ve açık faşizm tehditlerini göğüslemek zorundalar.
Son olarak, unutmamak gerekir ki, Z kuşağı kendi içinde homojen bir bütün değil. Bu hafta başında Cumhuriyet’te İpek Özbey’in söyleşisinde Evrim Kuran Hoca’nın uyarılarıyla, “kuşakları değerlendirirken bilinçsiz önyargı tuzağına düşmeme(liyiz)”. Bir başka ifadeyle, Z kuşağı kümesine dahil gençlerin aynı olanaklara ve özelliklere sahip olduğu düşüncesi son derece yanıltıcı.
Zira, yukarıdaki tabloda ve konu üzerine yapılan değerlendirmelerde Z kuşağına atfedilen vasıfların, nihayetinde aslında çoğunlukla profesyonel işlerde istihdam edilen, elit, beyaz yakalı ebeveynlerin çocukları olan bir azınlığa yakıştırılmakta olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor. Gelir ve servet eşitsizliğinin insanlık tarihinde belki de zirve yaptığı; 2.6 milyar kişinin sanitasyon hizmetlerinden, 1.5 milyar kişinin de elektriğe erişimden yoksun olduğu bir çarpıklıklar dünyasında dijital dünyaya erişim lüksüne sahip bir azınlığa ait vasıflar dünyamızı değiştirmeye yeterli olabilecek mi?
Demokrasiye, özgürlüğe, insan ve doğaya saygılı, kardeşçe yaşanacak bir dünyanın mehdi bir kuşak beklentileriyle, kendi kendine gerçekleştirilemeyeceği çok açık. Örgütlü toplumsal muhalefet olmadan, kapitalizmi aşacak bir dünyanın tahayyülü mümkün değil.
Cumhuriyet / 08.07.20