İktisat öğretisi, ekonomik büyümenin ardında yatan en önemli ve kalıcı unsurun üretkenlik (verimlilik) kazanımları olduğunu vurgular. Nüfus artışının ya da sermayeye yapılan yatırımların nihayetinde azalan getiri yasalarına tabi olduğu; dolayısıyla, sürdürülebilir büyümenin ancak ve ancak üretkenliğin geliştirilmesine dayandırılması gerektiğinin sıkça altı çizilir.
Üretkenliğin seyri üzerine iki önemli çalışma masama ulaştı. Bunlardan birincisi Alistair Dieppe tarafından derlenen ve Dünya Bankası’nca yayımlanan Küresel Üretkenlik: Eğilimler, Yürütücüler ve Politikalar başlığını taşıyor. Çalışma, küresel ekonomide süregelen üretkenlik kayıplarını tespit ederken bir yandan da nedenlerini ve çözüm önerilerini geliştirmeyi amaçlamakta.
Çalışmanın bulgularına göre, dünya ekonomisi 2008/09 küresel finansal krizi (KFK) sonrasında ciddi bir üretkenlik durgunluğuna sürüklenmiş konumda gözüküyor. 1980’ler ve 90’lar boyunca yıllık kabaca yüzde 1.8 artış gösteren işçi başına üretim (üretkenlik) kazanımları, 2009 krizinde eksi 0.4’e düşmüş; kriz sonrasında ise tarihsel ortalamasının yüzde 1.0 altına gerilemiş -neredeyse sıfırlanmış- durumdadır.
Dünya Bankası çalışmasının bulgularına göre, üretkenliğin seyrinde KFK sonrası yaşanan gerileme, yakın zamana değin bilinen en derin, en uzun ve en kapsamlı kayıp dönemini yansıtmaktadır. KFK sonrasındaki kayıplar belli bir coğrafi bölgeyle, ya da tekil bir iki “yanlış” politika uygulamasıyla sınırlı kalmayarak, küresel ekonominin bütününde yansımalarını bulan sistemik nitelikli bir durgunluğun parçasıdır. Dünya ekonomisinin yüzde 70’ini; en yoksul ulusların ise yüzde 80’ini etkisi altına alan küresel durgunluk, küresel kapitalizmin 21. yüzyılın bu ilk çeyreğindeki en keskin çıkmazını yansıtmaktadır.
Dünya Bankası’nca açıklanan verilere göre KFK sonrası yaşanan üretkenlik kayıplarında asıl neden sabit sermaye yatırımlarındaki yavaşlamadan kaynaklanmakta; bunu da kaynakların üretken sektörlere yöneltilmesindeki aksaklıklar ve uyumsuzluklar izlemektedir. Söz konusu gelişmelerin ardında yatan tarihsel süreçlerin irdelenmesinin bir köşe yazısı sınırlarının dışına taşacağını kabul etmekle birlikte, bu dönemin özellikle finansal spekülasyon ve işgücü piyasalarında esneklik politikalarıyla yakından ilintili olduğu gerçeklerini vurgulamakla yetinelim.
Türkiyemizde durum
Sözü ülkemize getirirsek masama ulaşan ikinci çalışma, Türkiye ekonomisinde yaşanan üretkenlik gerilemesinin süresi ve kapsamı ile ilgili: TED Üniversitesi’nden iki meslektaşımız, Nergiz Dinçer ve Ayça Tekin Koru ile Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’den Barry Eichengreen imzalı ve Türkiye’nin Üretkenlik Problemi başlıklı bu çalışmada, “Türkiye ekonomisinde yaşanan üretkenlik kayıplarının çok uzun dönemden bu yana sürmekte olduğu ve söz konusu tahribatın da sanılanın aksine, 2008 küresel finans krizi öncesinde de çok şiddetli yaşandığı” bulgusu bizimle paylaşılmaktadır.
Yukarıdaki paylaşımdaki “sanılanın aksine” ifadesi önemlidir; zira Türkiye ekonomisinin yakın tarihi üzerine sürdürülen yaygın söylem, Türkiye’de 2001 krizi sonrasında IMF ve Kemal Derviş tarafından uygulamaya konulan ve AKP ekonomi idaresince de titizlikle izlenmiş bulunan Güçlü Ekonomiye Geçiş adlı program uyarınca sürdürülen yapısal reformlar sayesinde üretkenlikte hızlı bir sıçrama yaşandığı savıdır. Bu sava göre (AKP tarafından) uygulamaya konulan yapısal reformlar sayesinde Türkiye hızlı bir büyüme dönemine girmiş, ancak AKP’nin 2007 sonrasında IMF programından çıkması sonucu durgunluk baş göstermiştir.
Dinçer - Tekin Koru ve Eichengreen çalışmasının bulguları bu savın gerçeklerle bağdaşmadığını; Türkiye’de yaşanan üretkenlik gerilemesinin (tahribatının) 2007 öncesinde de derin biçimde yaşanmakta olduğunun altını çizmektedir. Yazarlara göre, ulusal ekonomide üretkenliğin gerilemesi süreci özellikle hizmetler sektörlerinden kaynaklanmakta, sanayi sektörlerinde de mütevazı boyutlarda da olsa süregelmektedir.
Yazarlara göre söz konusu gerileme uzun yıllarca uygulanmakta olan yanlış sanayi politika tercihlerinin, başta inşaat ve konut olmak üzere uluslararası ticarete ve rekabete kapalı sektörlere sağlanmakta olan yozlaştırılmış teşvik sisteminin ve sanayi ve hizmetler sektörleri aleyhine geliştirilmiş olan kredi tahsis mekanizmalarının doğal bir uzantısıdır.
Özellikle kısa vadeli, spekülatif nitelikli sıcak para akımlarıyla beslenen söz konusu hormonlu büyüme sürecinin bu nitelikleri yadsınarak, yapısal reformlar, başarılı IMF programı gibi klişe ifadelerle ulusal ekonomide yanlış sanayileşme politikalarının ve çarpık teşvik (rant) sisteminin yarattığı tahribat görmezden gelinmiştir.
Geçen haftalarda bu köşede ayrıntılı biçimde vurguladığımız üzere, Türkiye’nin Covid-19 salgınının yarattığı küresel krizden en derin etkilenen ekonomiler arasında sayılması şaşırtıcı değildir.
Cumhuriyet / 22.07.20