Savaş hazırlıkları ile ekonomik saldırılar el ele

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta: Almanya'da savaş gündemi anaokuluna kadar indi. Fransa'da hükümet emekçilerle savaşıyor ve şimdi de kamu hizmetlerine göz dikti. İngiltere'de ise yoksulluk artıyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 24 Mart 2024
  • 08:55

Almanya’nın militaristleşmesi, “Savaşabilir hale gelmesi” hükümetin baş görevi haline geldi. Eğitim Bakanı anaokullarından, hatta kreşlerden başlayarak savaşın günlük yaşama girmesi, sivil korunma ve savunmaya okulların dahil edilmesi, ordu, silah tekelleri ve üniversiteler arasındaki ortak çalışmanın güçlendirilmesini esas alan adımlar atıyor.

Öte yandan 29 Mart-1 Nisan tarihleri arasında her yıl, Almanya’nın birçok şehrinde geleneksel Paskalya barış yürüyüşleri gerçekleşiyor. Bu yıl barış yürüyüşlerinde ateşkes çağrısı yapılacak ve Almanya’nın savaşa hazır hale getirilmesi için harcanan milyarlar protesto edilecek.

Fransa’da bir yandan Ukrayna’ya asker gönderme tartışmaları başlatan, diğer yandan neoliberal politikalarla emekçilerin tüm kazanılmış haklarına karşı büyük bir saldırı sürdüren Emmanuel Macron Hükümeti sonunda ağzındaki baklayı çıkardı: “Ücretsiz kamu hizmetlerine son verelim.” Ekonomi Bakanı Bruno Le Maire bu politikaları meşrulaştırmak için yalan söylemekten de kaçınmıyor. Fransa’dan seçtiğimiz yazı, emekçilere karşı sürdürülen saldırıların başsilahşörü Ekonomi Bakanının yalanlarını teşhir ediyor.

Britanya’da ise yoksulluk gittikçe artıyor. Fakat politikacılar bu gerçeği büküp hâlâ büyümeyi anlatma peşinde. The Guardian Yazarı Tom Clark bu gerçeğe dikkat çekiyor.

Sığınaktaki kreş

German Foreign Policy

Federal Eğitim Bakanı Bettina Stark-Watzinger, okulların Alman toplumunun olası bir büyük savaşa hazırlanmasına dahil edilmesi çağrısında bulunuyor. Stark-Watzinger hafta sonu “Sivil koruma”nın “son derece önemli” olduğunu ve bu konunun “Aynı zamanda okullara da ait olduğunu” söyledi. Bu, savaş durumunda sivil halkın hayatta kalma şansını artırmayı amaçlayan önlemleri ifade ediyor. Ayrıca bakan, okulların “Alman ordusuyla teklifsiz bir ilişki” geliştirmesi gerektiğini talep etti; Okullarda ordunun gençlik görevlilerinin derslere girip bilgi vermesiyle ilgili herhangi bir “çekinceyi” anlayamıyor. Muhafazakar Alman Öğretmenler Derneği veya Şehirler ve Belediyeler Birliğinin önde gelen temsilcileri daha önce okul müfredatının “savunmaya hazırlık” açısından keskinleştirilmesi ve kreşlerin “sivil savunma” önlemlerine dahil edilmesi yönünde çağrıda bulunmuştu; onlara göre bu çocuk dostu bir şekilde mümkündü. Stark-Watzinger ayrıca silah araştırmaları için üniversitelerin eskisinden daha fazla yararlanmak istiyor.

Stark-Watzinger’ın hamlesi, olası savaş hazırlıklarına okulların ve hatta kreşlerin dahil edilmesi yönünde daha önce yapılan çağrıları güçlendiriyor. Bu yılın başından bu yana Alman Şehirler ve Belediyeler Birliğinin genel müdürlüğünü yapan Federal Meclisin eski (2013-2023) Hristiyan Demokrat Birlik CDU Üyesi André Berghegger, bu anlamda bir açıklama yaptı. 9 Mart’ta yayımlanan bir röportajda Berghegger, başlangıçta, savaş durumunda sivil halk arasındaki mağdurların sayısını azaltmayı amaçlayan sivil koruma tedbirlerinin genişletilmesi yönünde çağrıda bulundu. “Kullanılmayan sığınakların acilen tekrar faaliyete geçirilmesi gerekiyor”; Soğuk Savaş döneminden kalma 2 binden fazla kamu sığınağından geriye yalnızca 600’ü kaldı. Ayrıca örneğin hava saldırılarına karşı hızlı ve kapsamlı uyarı verebilmek için “gösterge panoları” yapılması ve “siren koruma programının” genişletilmesi gerekecek. Devlet uyarı uygulaması NINA bunun için yeterli değil. Son fakat bir o kadar da önemli olarak, özel kişiler her zaman “su, yiyecek, ilaç” ve mum gibi diğer malzemeleri stoklarında bulundurmak zorunda; Bu, savaş durumunda “Muhtemelen birkaç gün tek başına hayatta kalabilmek” için gerekli.”

Federal bütçeden “teşvik” olarak “önümüzdeki on yılın her birinde en az bir milyar avro”ya acilen ihtiyaç duyulduğuna inanan Kentler ve Belediyeler Birliği Genel Müdürü Berghegger, “Kreşlerde ve okullarda bu konuda farkındalık yaratmalıyız” diyor: “Orada sivil savunma tatbikatları da yapılabilir.” Bunun için “savunma veya dayanıklılık için ayrı bir okul konusu” gerekli değildir; Kullanılabilecek “yeterli zorunlu ders” vardır. “Ayrıca proje günlerinde veya çalışma gruplarında yeni tehlike durumuna ve bir savunma durumunda nasıl davranılacağına ilişkin farkındalığı artırabilirsiniz. Kreşlerde ve okullarda yangın durumunda ne yapacağınızı kesinlikle pratik edebilirsiniz.”

Stark-Watzinger’in hafta sonu okulları sözde sivil koruma önlemlerine dahil etme talebini ele alıp güçlendirmesinin ardından, Alman Öğretmenler Derneği Başkanı Stefan Düll ve diğerleri onunla aynı fikirde oldu. Düll, kendisinin “Şimdi federal eyaletlerdeki eğitim bakanlarıyla görüşmeye başlamasını” “beklediğini” vurguladı: “Niyet beyanı yeterli değil, siyaset derslerinde artık Ukrayna’daki ve Panavrupa’daki savaş hakkında bilgi verilmesi gerekiyor.

Eğitim sisteminin savaş hazırlıkları ve diğer dolaylı veya doğrudan askeri çıkarlar için kullanılması söz konusu olduğunda, Stark-Watzinger çoktan okulların ötesine geçerek üniversiteleri de bünyesine kattı. Geçtiğimiz hafta Bakanın, Federal Cumhuriyet’teki sivil ve askeri araştırmalar arasındaki ayrımın “Yeniden değerlendirilmesi” gerektiğini söylediği aktarıldı. Dahili bir belgeye göre, bakanlığın sivil ve askeri araştırma kurumları arasındaki iş birliğini özellikle yoğunlaştırmak istiyor. Özellikle ABD’nin silah araştırmalarını destekleyen ABD devlet kurumu DARPA (Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı), bu bağlamda rol model olarak gösteriliyor; Berlin’de sivil-asker araştırma iş birliklerine yönelik “finansman teşvikleri”nden bahsediliyor. Buna göre üniversiteler, ordu ve silah endüstrisi arasında yakın iş birliği yapılması gerekiyor.

Çeviren: Semra Çelik

Paskalya yürüyüşlerinde barış diyelim

Arbeit-Zukunft*

Emperyalist savaşların artık gündem haline geldiği bir dönemden geçiyoruz. NATO, AB ve ABD’nin emperyalist Rusya ile karşı karşıya geldiği Ukrayna’daki savaş iki yıldan fazla sürdü ve yıkıcı sonuçlar doğurdu: Her iki tarafta da yüz binlerce asker öldü ve on binlerce sivil kurban; yıkılan şehirler ve harap manzaralar. Başkan Putin nükleer silah kullanma tehdidinde bulundu. Federal hükümet bu yıl Ukrayna’ya 8 milyar dolarlık silah yardımı yapmayı planlıyor. Alman hükümeti askeri çatışmayı sona erdirme, ateşkes ve diplomatik çözüm yönündeki girişimleri reddediyor.

Ukrayna’daki savaş için derhal ateşkes kararı alınmalı!

Siyonist İsrail devletinin Filistin halkına karşı yürüttüğü savaş daha da acımasız. Gazze Şeridi’ndeki şehirlerin İsrail kara birlikleri tarafından 4 aydan fazla süren sürekli bombardımanı ve askeri işgali sonrasında çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 30 binden fazla insan öldü. BM’ye göre Gazze bir kıtlık felaketiyle karşı karşıya. Son zamanlarda, yardım teslimatları nedeniyle yaşanan arbede sırasında yüzden fazla kişi İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldü. Federal Almanya Cumhuriyeti, İsrail’in güvenliğini bir “devlet meselesi” olarak ilan etmenin yanı sıra, İsrail’e silah da (örneğin denizaltılar) tedarik ediyor ve teslim ediyor. Alman hükümeti, ateşkes çağrısında bulunan BM kararını da baltaladı.

Gazze savaşı için derhal ateşkes kararı alınmalı!

Bunlar şimdilerde Almanya’yı veya Almanya’dan gelen silahları içeren, yeryüzündeki en şiddetli savaşlar, ancak tek değil. Alman donanmasına ait “Hessen” fırkateyni, Husilerle yaşanan askeri çatışmaya katılıyor. NATO ortağı Türkiye’nin Kuzey Suriye ve Kuzey Irak halkına karşı yürüttüğü savaşta Alman silahları da rol oynuyor. Federal hükümet, silah teslimatlarıyla silah endüstrisinin kâr çıkarlarına hizmet ediyor. Ukrayna savaşının başlangıcından bu yana Thyssen-Krupp hisseleri dört kat arttı!

Yurt dışına Alman askeri gönderilmemeli! Tüm silah teslimatları ve silah ihracatı durdurulmalı!

Almanya’nın savunma harcamaları bir yılda 64 milyar avrodan 85 milyar avroya çıktı. Bu, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana görülen en yüksek artış olup, NATO’nun yüzde 2 hedefine ulaşmak için daha da artması bekleniyor. Silah bütçesi halihazırda ikinci en yüksek bütçe kalemi. Bunların hepsi halkın vergi paraları ve sosyal yardımların azaltılmasıyla finanse ediliyor. Örnek: Almanya’da her beş çocuktan biri yoksulluk içinde büyüyor. Ancak federal bütçede temel çocuk refahına yalnızca 2 milyar avro ayrılıyor; bu, silahlanma bütçesinin kırkta biri. Eğitim sistemi, sağlık hizmetleri, sosyal konutlar, iklimin korunması, her şey Alman ordusunun iyileştirilmesi adına kesintiye uğratılıyor. Buna karşı çıkarak yalnızca kendimizi değil dünya halklarını savunmalıyız.

Pek çok insan, haklarını ve hayatlarını savunmak için sokaklara çıkıyor: İşçiler, çiftçiler, öğrenciler ve öğrenciler aylardır eylem yapıyor. Onlarla dayanışma içindeyiz.

Alman ordusunun daha fazla silahlanmasını durdurun! Savaşlarınızın bedelini ödemiyoruz!

*Emek ve Gelecek, Almanya Komünist İşçi Partisi İnşa Örgütünün yayın organı

Çeviren: Semra Çelik

Ücretsiz kamu hizmeti hakkındaki yalanlar

Diego CHAUVET
Humanite

Fransa Ekonomi Bakanı, ekonomik ve sosyal modelimizin “ücretsiz” kamu hizmetleri nedeniyle felakete doğru gittiğini iddia ediyor. Ancak bu doğru değil. Sosyal koruma gibi kamu hizmetleri ücretsiz değil, bu hizmetler kullanıcıları tarafından finanse ediliyor.

“Herkes için, her zaman, her şeyin ücretsiz olması savunulamaz!” Ekonomi ve Maliye Bakanı Bruno Le Maire, “Journal du dimanche” gazetesinin sütunlarında yer alan bu cümleyle, sosyal koruma sistemine ve kamu hizmetlerine karşı topyekün bir saldırı başlattı. Kendisi, kemer sıkma politikalarını meşrulaştırmak için yalanlara başvurmaktan kaçınmıyor. Hatırlayacağınız üzere, kamu harcamalarında 2024 yılına kadar 10 milyar ve 2025 yılına kadar da 20 milyarlık yeni bir kesinti yapılacağını duyurmuştu. Kaçınılmaz olarak, en popülist klişeler kullanılarak bu kesintileri haklı çıkaracak söylemler ise imdadına yetişiyor.

“Refah devletini koruyucu devletle değiştirmemiz gerekiyor” diyen Bakan, “refah devletini” de “Uygunluğunu ya da etkinliğini incelemeden ve önceki harcamaları da sorgulamadan yeni kamu harcamaları yaratmaya yarayan bir makine” olarak tanımlıyor.

Bruno Le Maire, ultraliberal lügatın ötesinde bir yalan söylüyor. Kamu hizmetleri ve sosyal yardımlar “ücretsiz” değiller. Eğer kamu hizmetleri, hak olarak talep edildiklerinde ücretsiz olarak sağlanıyorsa, bunun nedeni bu hizmetlerden yararlananlar tarafından önceden finanse edilmiş olmaları. Devlet okulları vergilerle finanse edilirken, sosyal yardımlar ancak çalışanlar ve şirketler tarafından ödenen katkı paylarıyla mümkün.

Bruno Le Maire yalanlarında o kadar ileri gidiyor ki katkı payı ödeyenlerle, kamu hizmetinden yararlananları birbirinden ayırıyor. Hatta Bakan, “Her zaman bedavaya kullanan birileri var” demeye cüret ederken bir gerçeğin üstünü örtüyor: İmkanlarına göre katkıda bulunanlar ve ihtiyaçlarına göre yararlananlar aynıdır. Bruno Le Maire, bu yükün çalışanlar için “çok ağır” olduğunu düşündüğünden, yüklerini hafifletmek için “Ücretsiz kamu hizmetlerini ortadan kaldırmamız” gerektiği sonucuna varıyor. Başka bir deyişle hizmetlerden yararlananlara ödeme yaptırmamız gerektiğini savunuyor.

Çeviren: Eren Can

İşte size en yoksullarını yüzüstü bırakan bir toplumun reddedilemez kanıtı

Tom CLARK
The Guardian

Eğer bir mağazada çalışıyorsanız, perakendecilerin gıda karaborsasının büyümesiyle ilişkilendirdiği olağanüstü hırsızlık dalgasını fark etmişsinizdir. Eğer bir hastanede çalışıyorsanız, hastalar arasında yetersiz beslenme ve diğer gıda eksiklikleri teşhislerinde bir artış olduğunu fark etmişsinizdir. Son zamanlarda herhangi bir büyük İngiliz şehrinde gözünüz açık dolaştıysanız, sokak çadırlarının çoğaldığını fark etmişsinizdir.

Birleşik Krallık’ı pençesine alan yoksulluk krizi, resmi yoksulluk verileri dışında uzun zamandır her yerde açıkça görülüyor. Başbakan ve Maliye Bakanı, Muhafazakar Parti liderliğindeki hükümetlerin 2010 yılından bu yana yüz binlerce çocuk da dahil olmak üzere iki milyon kişiyi “Mutlak yoksulluktan kurtardığını” söyleyerek övünme fırsatını kaçırmadı. Uzmanlar, yoksul insanlara büyüyen bir ekonomiden birkaç kırıntı atıldığı sürece bu sayının her zaman düşeceğini ve bu kırıntıların son zamanlarda çok az olduğunu açıklıyor.

Ancak seçmenler teknik argümanlara kulaklarını tıkıyor. Yalanlar, lanet olası yalanlar ve yoksulluk istatistikleri, beyninizi başka bir şeyle meşgul etmenizin daha iyi olacağını gösteriyor.

Çarşamba günü yayımlanan yeni resmi veri dosyası, ülkeyi bu tür bir sersemlikten kurtaracak an olmalıdır. Tıpkı 1980’lerdeki “3 milyon işsiz” gibi, yoksul büyüyen 4.3 milyon çocuk da ülkede gerçek bir yara oluşturan nadir rakamlardan biri.

Rishi Sunak ve Jeremy Hunt için yıkıcı olan şey, ustaca seçtikleri “mutlak” yoksulluk ölçütünün bile artık işlerin hızla kötüye gittiğini ölçüyor olması. Açlık sınırının altındaki çocuk sayısı bir yıl içinde 300 bin artarak 3.3 milyondan 3.6 milyona yükselmiştir. Her iki durumda da 2010’dan bu yana kaydedildiği varsayılan tüm ilerleme silinip gidiyor; barınmayı dışarıda bırakırsak mutlak yoksulluk içindeki çocukların sayısı sadece bu yıl keskin bir şekilde artmakla kalmıyor, on yıl öncesine göre daha da yükseliyor.

Belgede yer alan yüzlerce tabloda, baktığınız her yerde kötü haberler vardı: ortalama yaşam standartları düştü, eşitsizlik arttı, daha fazla çocuk, hükümetin sorduğu sıcak kışlık montlar ve okul gezilerine gitmek gibi belirli şeylere atıfta bulunarak “yoksun” olarak değerlendirildi. Emekliler arasındaki yoksunlukta bile “kayda değer” bir artış söz konusudur ki bu da gelgitin endişe verici bir dönüşüdür, zira yaşlılar arasındaki yoksulluğun azaltılması İngiltere’nin 21. yüzyıldaki en büyük sosyal politika başarısı olmuştur.

Hükümet refleks olarak, bu zorlu zamanlarda, son enerji krizi boyunca sağladığı çeşitli destek önlemleri olmasaydı işlerin üç kat daha kötü olacağını iddia etti. Bunda bir haklılık payı var, ancak acil durum ve müdahalenin dikkatli bir şekilde hesaba katılması aslında tabloyu daha da karartıyor. Yeni rakamlar yaşam standartlarını genel enflasyon oranını kullanarak hesaplıyor, oysa resmi istatistikçiler başka yerlerde temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarındaki artışın son zamanlarda yaşam maliyetlerinin en hızlı yoksullar için arttığı anlamına geldiğini hesaplamıştı.

Tüm bu rakamların insani düzeyde ne anlama geldiğini anlamak için, engelli kızı Rosie kendi vücut ısısını ayarlayamayan Norwich’li Yvette Clements gibi insanları dinlememiz gerekiyor. Rosie’nin BBC’ye açıkladığı gibi, kaloriferi açık tutmaktan başka bir alternatif yok ama bunun bir sonucu var: Rosie artık akşamları yemek yemiyor “Çünkü akşam yemeğine param yetmiyor” diyor.

Etkileri arasında açlığın yanı sıra aşağılanma da var: Milyonlarca kişi temiz kalmak için mücadele ediyor. Bunlardan biri olan ve hayatı aşırı astımla geçen Sandra (gerçek adı değil), Guardian’dan Frances Ryan’a “maliyeti çok fazla” olduğu için daha az duş aldığını söyledi.

Milletvekillerinin kendi seçmenlerinden gelen binlerce benzer hikayesi var, ancak Westminster’da bunlar hakkında o kadar az şey duyuyoruz ki, birçoğunun umursamadığından ya da en azından gıcırdayan ve nakit sıkıntısı çeken ülkemizin şu anda pek bir şey yapamayacağı sonucuna vardığından korkmaya başladım.

Ama şöyle bir şey var. Yoksulluk, tüm partilerin düzelteceklerini vadettikleri hemen her şeyin önüne geçiyor.

NHS’yi ele alalım. Tüm taraflar NHS’nin kurtarılması için iyileştirici sağlık hizmetlerinden önleyici sağlık hizmetlerine geçilmesi gerektiği konusunda hemfikir. Ancak nüfusumuzun sağlığındaki tüm korkutucu eğilimler yoksullukla göbekten bağlantılıdır. Pandemiden önce bile, özellikle yoksul topluluklardaki kadınlar daha erken ölmeye başlamıştı. Teşhisleri, ilaç reçetelerini ve kendi kendine bildirilen anksiyeteyi kapsayan akla gelebilecek hemen her ruh sağlığı göstergesi artan sorunlara işaret ediyor. Neden? İngiltere’nin antidepresan noktaları büyük ölçüde yoksunluk içinde ve Birleşik Krallık genelinde, ekonomik olarak daha az güvenli insanlar geceleri diğer herkesten çok daha sık endişeyle uyandıklarını bildiriyor. Observer’ın bu hafta bildirdiği gibi, süpermarketlerin önünde dilenen öğrenciler ve kendilerini rutin olarak çocuklara duş sağlarken ve kıyafetlerini yıkarken bulan öğretmenler varsa, asla iyi çalışmayacaklardır. Öğrenim merdiveni, bırakın ev ödevlerinde başarılı olmayı, iyi bir gece uykusu alma şansı bile olmayan, sefalet içinde yaşayan gençler için acımasız bir şaka.

Ya da ekonomi. Bu kadar çok gencimizin ufku, yoksulluğun aralıksız zihinsel talepleriyle daraltılırken, ekonomi asla olması gerektiği gibi büyümeyecektir. Ancak Rachel Reeves’in bu haftaki büyük ve ilginç konferansında “büyüme “den 58 kez bahsedilirken, “yoksulluk “tan sadece üç kez bahsedildi: Biri uzak geçmişe atıfta bulunurken, biri yurt dışına dairdi ve üçüncüsünde de cevap olarak “büyüme “yi önerdi.

Evet, büyüme ve güvenceli çalışma çözümün bir parçasıdır. Ancak gerçek şu ki, İngiltere’nin yoksulluk konusunda geldiği bu vahim noktanın nedeni, sosyal güvenlik alanında yapılan kesintiler, dondurmalar ve keyfi kesintilerin, düşük ücretle çalışanlar da dahil olmak üzere milyonlarca kişi için hayatı imkansız hale getirmesidir. Ahlak anlayışımızı yeniden tesis edene kadar ülke asla düzelemez.

Çeviren: Sarya Tunç

Evrensel / 24.03.24