Kapitalizm, savaş, silah şirketleri

Sistemin dönemsel yöneliminin kaçınılmaz sonuçları olan silahlanma, militarizm, saldırganlık ve savaşlar olgusu, anti-emperyalist/anti-kapitalist eksenli barış mücadelesinin geliştirilmesi ve işçi sınıfıyla emekçilere mal edilmesinin nasıl da yakıcı bir ihtiyaç haline geldiğini anlatmaktadır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Mart 2024
  • 19:00

Kapitalist/emperyalist sistemin küresel ticaret ağında silah pazarı her zaman hareketlidir. Savaşın olduğu yerlerde silaha, bombaya, mühimmata sürekli ihtiyaç duyuluyor. Savaşın olmadığı yerlerde ise kapitalist devletlerin çoğu adeta histerik bir halde silah stoklamaktadır. Kriz dönemlerinde daha belirgin bir hal alan bu ölüm döngüsünde silah şirketlerinin işleri hemen her zaman “tıkırındadır.” Hem ücretli emek sömürüsünden kar elde ediyorlar hem borsalarda hisse senetlerinin fiyatları yükselince vurgun yapıyorlar.

***

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından hazırlanan çeşitli raporlardaki veriler, ölüm aygıtlarının dünya pazarlarında hızlı bir devinim içinde olduğunu ortaya koyar. Bu devinimde akan yüz milyarlarca dolar silah şirketlerinin kasalarında toplandıkça, savaş sanayinin büyüyen etkisi, hükümetleri daha saldırgan daha militarist politikalar izlemeye zorluyor. Zira savaş hem silah stokların tüketilmesine, yani pazarın genişlemesine neden oluyor hem yeni üretilen silahların denenmesine alan açıyor.

Emperyalistlerin sağladığı silahlarla yürütülen savaşlarda ifrata varan derecede silah kullanılması, silah tekellerinin iştahlarını daha da kabartıyor. Üçüncü yılına giren Ukrayna-Rusya savaşı birçok silah tekelinin milyarlarca dolar kar elde etmesine imkan sağladı. Gazze’de soykırım suçu işleyen siyonist İsrail’in silah ve mühimmat kullanımı ise tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir yoğunluktadır. ABD’nin aralıksız silah taşıması yetmediği için Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Avustralya gibi devletler de siyonist savaş aygıtına silah ya da mühimmat taşıyorlar. Halkların kanıyla karılmış bu pastadan beslenen silah tekelleri, medya ve hükümetlerdeki ajanlarını seferber ederek saldırganlık ve savaş histerisini daha kızıştırıyorlar.

***

ABD-NATO cephesi halen Rusya ile Ukrayna’nın anlaşıp savaşı sona erdirmelerini engelliyor. Kiev’de Zelenski gibi bir kuklanın işbaşında olması, Rusya’yı zayıflatmak adına Ukrayna’yı cehenneme atma politikasının pervasızca sürdürülmesini kolaylaştırıyor. Soykırımcı İsrail’in savaşı durdurmasını talep eden önerilerin tartışılması bile engellenirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMKG) sunulan ateşkes karar tasarıları anında ABD tarafından veto ediliyor. Gazze’deki insani felakete dair peş peşe riyakar açıklamalar yapan ABD Başkanı Joe Biden, soykırım saldırısının durdurulması yönündeki her girişimi baltalıyor. Zira ABD emperyalizmi sadece 1945’ten bu yana yaşanan tüm yıkıcı savaşların suçlusu değil, açık ara farkla dünyaya en çok ölüm aracı satan devlettir aynı zamanda. SIPRI raporuna göre, 2004’ten bu yana silah ihracatını yüzde 17 oranında artıran ABD, dünyadaki silah ticaretinin %42’sini gerçekleştiriyor.

***

SIPRI raporundan yansıyan bir diğer dikkat çekici nokta ise AB üyesi emperyalist devletlerin silah alımının son yıllarda iki katına çıkmış olmasıdır. Histerik bir şekilde silahlanma yarışına katılan bu devletler, güya Rusya’nın olası saldırılarına karşı önlem alıyorlar. Oysa Ukrayna savaşının aynasından yansıyanlar, durumun tersi olduğuna işaret ediyor. Alman generallerin Rusya tarafından ifşa edilen gizli toplantıdaki konuşmaları kimlerin saldırı planladığını ilk ağızlardan gözler önüne serdi.

Hem batı hem doğu Avrupa devletlerinin silahlanması Ukrayna’da ABD savaş arabasına binmekle bağlantılı olsa da tümünün emperyalist/yayılmacı hevesleri/hesapları var. Maliyetli olsa da Ukrayna savaşının ateşine benzin dökerken, silaha/militarizme büyük yatırımlar yapmaya başladılar. Bu yönelimi tamamlayan savaş propagandası ise halklara, “savaş ve yıkımların bedelini ödemeye hazır olun” diyebilecek derece küstahlaştı.

***

Savaş, silahlanma, militarizm histerisinin giderek şiddetlenmesi, silah tekelleri ile suç ortakları tarafından kışkırtılsa da esas sorun emperyalist/kapitalist sistemin yapısından kaynaklanmaktadır. Zira emperyalizm bir yıkım ve şiddet sistemidir. Hegemonya çatışmalarının keskinleştiği dönemlerde ise bu yıkıcı barbarlık son haddine ulaşır. İki emperyalist paylaşım savaşında yaşananlar tam da sistemin bu yapısal hastalığının ürünleriydi. Şimdi ise sistem, çok daha yıkıcı sonuçlara yol açabilecek nükleer savaş tehlikesini demoklesin kılıcı gibi toplumların tepesinde sallıyor. Sistemin krizi bu aşamaya varmış bulunuyor.

“Kapitalist-emperyalist dünya düzeni halen bütünsel bir kriz içindedir. Kriz çok boyutludur; toplumsal yaşamın ve uluslararası ilişkilerin tüm alanlarını kapsamaktadır. Kriz koşullarının da özel etkisiyle, sisteme karakterini veren başlıca çelişmeler günden güne keskinleşmektedir.” (TKİP VI. Kongre Belgeleri, Der. H. Fırat, Eksen Yayıncılık, Sf. 47)

Kapitalist emperyalizme karakterini veren temel çelişmelerden biri, belki de en önemlisi, sistemin içinde bulunduğu hegemonya krizidir. Silahlanma, savaş ve militarist histeri bu krizin dolaysız sonuçlarından biridir. 

“Sistemin yapısal krizinin temel önemde bir başka unsuru, emperyalistler arası ilişkiler alanıdır. Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde kızışan rekabet, yoğunlaşan nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma yarışı ve tırmanan militarizm, nihayet tüm bunları tamamlayan ve en yıkıcı biçimde somutlayan saldırganlık ve savaşlar dizisi, günümüz dünyasının ön plandaki gündelik görünümlerini oluşturmaktadır.” (a.g.e Sf. 50)

Aralık 2018’de bu değerlendirme yapıldığında ne Ukrayna savaşı başlamıştı ne İsrail Gazze’de soykırım suçu işliyordu. Bu savaşların peş peşe ateşlenmesi, emperyalist güçler arası hegemonya krizinin yaratacağı sonuçların isabetle saptandığına işaret ediyor. Sistemin dönemsel yöneliminin kaçınılmaz sonuçları olan silahlanma, militarizm, saldırganlık ve savaşlar olgusu, anti-emperyalist/anti-kapitalist eksenli barış mücadelesinin geliştirilmesi ve işçi sınıfıyla emekçilere mal edilmesinin nasıl da yakıcı bir ihtiyaç haline geldiğini anlatmaktadır.