İşçi sınıfı, emekçiler, sendikalar, meslek odaları ve ilerici-devrimci güçler 1 Mayıs alanlarına çıkarken, sermaye cephesi ve onun vurucu gücü AKP-MHP rejimi de çok yönlü saldırı dalgası için hazırlık yapıyor. Sermaye cephesi krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkacak olan sosyal yıkım programının, dinci-gerici zihniyetlerini topluma dayatmak için “yeni Anayasa”nın, demokratik hak ve özgürlükleri zorbalıkla engellemenin ve Kürt halkının kazanımlarını hedef alan sınır ötesi savaşı yeni bir boyuta taşımanın planlarını yapıyor. Yani dört koldan işçilere, emekçilere, ilerici-devrimci güçlere ve Kürt halkına dönük saldırılarını daha da derinleştirmenin hesabını yapıyorlar.
Taksim yasağı ile dişlerini gösterdiler
Sendikalar, meslek odaları, ilerici-devrimci parti ve örgütler Taksim’de kutlanacak 1 Mayıs hazırlıklarını haftalar önce başlattılar. Bununla ilgili birçok açıklama yapıldı, Taksim 1 Mayıs’ı için girişimlerde bulunuldu. Ancak Taksim’i yasakladığını ilan eden saray rejimi, birkez daha azı dişlerini emekçiler gösterdi.
30 Nisan’da Taksim Meydanı kuşatma altına alındı, alana giden yolların kapatılacağı ilan edildi. Deniz taşımacılığında ve raylı sistemde birçok hattın çalışmayacağı ya da belli durakların kullanılamayacağı duyuruldu. 1 Mayıs kutlamasını engellemek için İstanbul’da adeta OHAL ilan ettiler. Yasak için öne sürdükleri gerekçe ise, işçi ve emekçilerle küstahça alay etmekten başka bir anlam taşımıyor. İstanbul Valisi ve sarayın İçişleri Bakanı yetmemiş olmalı ki, AKP şefi de koroya katılarak “Taksim Meydanı mitinge uygun değil” safsatasını tekrarladı. Oysa bu düzenin Anayasa Mahkemesi bile Takim’in 1 Mayıs alanı olduğuna dair karar almıştı. Kaldı ki, Taksim’in 1 Mayıs için uygun olup olmadığına karar vermek, sermayenin demir yumruğu olan bir rejimin haddine düşmez. Zira işçi sınıfı Taksim Meydanı’nı 1977 yılında 1 Mayıs Meydanı ilan etmiştir.
Yasak kararı rejimin zorbalığını ortaya koyduğu gibi, işçi ve emekçilerin alanlara çıkmasından duyduğu korkuyu da göstermektedir. Zira, kendisine dayatılan derin sefalete karşı emekçilerin direnişi yükseltmesi, saraylarda sefahat süren zevatın en büyük korkusudur. Taksim’de kutlanacak görkemli bir 1 Mayıs’ın emekçileri sokaklara çıkmaya özendireceğini var saydıkları için, kaba şiddetle buna engel olmaya hazırlanıyorlar.
Adı konmayan IMF sosyal yıkım programı
Kurdukları yağma düzeniyle büyük servetlere konan saray rejiminin şefleri ve onların etrafındaki kapitalist yiyici takımı, zaten krizde olan ekonomiyi iyice batırdılar. Hazineyi ve Merkez Bankası rezervlerini talan ettiler. Daha önce saraydan kovduğu Mehmet Şimşek’i yeniden Hazine ve Maliye Bakanı yapan Tayyip Erdoğan ise “faiz lobisi” için cazip koşullar oluşturarak yabancı sermayeyi ülkeye çekmeye çalışıyor. Bu işle görevlendirilen Şimşek ABD’de uzun süre kaynak arayıp IMF’den takdir kazandıktan sonra Körfez şeyhlerinin huzuruna çıktı. Londra’daki “faiz lobisi” ise Mehmet Şimşek’i zaten yakından tanıyor, hatta “aileden biri” kabul ediyor.
Finans tekellerinin istediği koşulların oluşturulması, onlara “güvenceli yüksek kazanç sağlamak” anlamına geliyor. Bu ise kabarık bir fatura demektir. Tabi bu da “faturayı kim ödeyecek?” sorusunu gündeme getiriyor. Söz konusu olan saraylarda sefahat sürenler olduğunda bu sorunun yanıtı açıktır: İşçi sınıfı ve emekçiler!
Zira onların lüks ve şatafattan tasarruf yapmak gibi bir gündemleri bulunmuyor. Kapitalistler ise faturayı ödemek bir yana, AKP-MHP rejiminin teşvikleriyle kasalarını dolduruyorlar.
Gayrı meşru rejimin “yeni Anayasa” dayatması
31 Mart seçimlerinde hezimete uğrayan saray rejimi, toplumun geniş kesimleri nezdinde meşruluğunu yitirmiştir. Normal koşullarda böyle bir rejimin en kısa sürede erken seçime gitmesi beklenirdi. Elbette dinci-faşist rejim bunu kendi isteği ile yapmayacaktır. Bunun mümkün olması dahi toplumsal muhalefetin güçlü bir şekilde kendisini sokak mücadelelerinde ortaya koyabilmesine bağlıdır. Henüz böylesi bir tablo söz konusu olmadığı için, rejimin şefleri bugün hala daha yeni Anayasa yapmaktan söz ediyorlar. Düzen muhalefetinin pasif ve saray rejiminin suyuna giden tutumu ise, hezimete uğramış zevatın ortaçağ artığı gerici zihniyetini Anayasa formuna uydurup bunu topluma dayatma ortamı sağlıyor.
Meşruluğunu yitirmiş bir rejimin “yeni Anayasa’dan” söz etmesi, sermaye düzeninin az buçuk kurallara uyduğu bir yerde abesle iştigal sayılırdı. Zira kapitalistler Anayasa için “toplumsal uzlaşma sözleşmesi” tanımı yapıyorlar. Bu böyleyse eğer, tonla suça batmış, kendi yasalarını bile ayaklar altına alan, yargıyı bir aparat gibi kullanan, ülkeyi yağmalayan bir rejimden olsa olsa hesap sorulması gerekirdi. Elbette bu hesabı rejimin suyuna giden düzen muhalefeti sormayacak. Bunu ancak direnen işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik örgütlü mücadelesi başarabilir.
Kürt halkına düşmanlıkta sınır yok
Saldırılar dalgasının dördüncü ayağını, Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak için uzun süreden beri Irak topraklarında sürdürülen savaşı yeni bir boyuta taşıma hesapları oluşturuyor. Son dönemde Irak ve Güney Kürdistan’a yapılan üst düzey ziyaretlerin öncelikli hedefi budur. Saray rejimi hem Irak hükümetini hem Barzani yönetimini, belli rüşvetler karşılığında savaş suçuna ortak edebilmek için adeta çırpınıyor. Ancak göründüğü kadarıyla bunu henüz başarabilmiş değil.
Sınır ötesine taşıdığı savaş üzerinden şoven-ırkçı propaganda yapan rejim, bunu işçi sınıfının zihnini bulandırıp dikkatini sınıflar mücadelesinden başka yöne çekmek için de kullanıyor. Rejimin histerik bir hal alan saldırganlığının ön hedefinde Kürt hareketi olsa da komşu ülkelerin topraklarını işgal etmek, işgal edilen bölgeleri ilhak etmek gibi hesapları da var. Yani saray rejiminin saldırganlığı içe yönelik olduğu kadar komşu halklara da uzanan boyutlar taşıyor.
Çok boyutlu saldırı birleşik direnişle püskürtülebilir
Rejim dört koldan saldırıya geçeceğini ilan etmiş, bu yönde ilk adımları atmış bulunuyor. Ancak bu kapsamlı planları yapması ve ilk adımları atması hedefine ulaşacağı anlamına gelmiyor. Söz konusu saldırıların hedefinde olan işçilerin, emekçilerin, Kürt halkı ve hareketinin, ilerici ve devrimci güçlerin gösterecekleri direnç de büyük bir önem taşıyor.
Kapsamı ve pervasızlığı göz önüne alındığında, hedef alınan geniş toplum kesimlerinin birleşik mücadelesi geliştirilmeden, dört koldan gelen bu saldırı furyasıyla baş etmek mümkün görünmüyor. Bu bağlamda, saray rejiminin hedefindeki geniş toplum kesimlerinin, ama öncelikle işçi sınıfının birleşik-meşru bir mücadelenin örülmesi için çaba sarf etmesi büyük bir önem taşıyor.