Birinci Dünya Savaşı sırasında Britanya’nın başbakanı olan David Lloyd George’un bir gazeteciye yaptığı açıklama savaşlarda manipülasyon ve dezenformasyonun ne kadar bilinçli biçimde uygulandığını anlatması bakımından önemlidir. Şöyle der George, “İnsanlar eğer cephede ne olduğunu bilselerdi savaş hemen yarın sona ererdi. Ama tabii bilmiyorlar, bilemeyecekler...”
24 Şubat’ta Rus ordularının Ukrayna’ya girmesiyle başlayan dünyanın son savaşı da bu doğrultuda sürüyor. Ekranlar yine haritalar başına geçen stratejistler, askeri uzmanlardan geçilmiyor, herkes Rusya, Ukrayna uzmanına dönüşüyor. Boğulan, tersyüz edilen gerçek, savaşın ağırlığını, trajedisini kaybettiriyor. Üzüntü, öfke, merhamet gibi duygular geçicileşiyor. Bu hal, savaşa itiraz etmeye de etki ediyor...
Sınırlı sol, sosyalist, demokrat gazete, televizyon kanalı ve dijital medya dışındaki iktidar ve sermaye egemenliğindeki medya, Ukrayna işgal edilecek mi, edilmeyecek mi tartışmalarından başlamak üzere savaşı gerçeklerin imha edildiği bir dille aktarıyor.
Üçüncü Dünya Savaşı ihtimalinin güçlenmesinden nükleer tehditlere, yurtlarını terk etmek zorunda kalan yüzbinlerce Ukraynalının dramından hayatını kaybeden her yaştan sivillere, Rus halkına ve kültürel değerlerine uzanan nefret diline emperyalist savaşın belli başlı veçheleri medya aracılığıyla zihinlerimize, kalplerimize iletiliyor. Peki medya bu görevi yerine getirirken gerçekler neden kapı önünde bırakılıyor ya da bağlamından koparılıyor?
Bir haftayı geride bırakan Ukrayna-Rusya savaşının medyadaki işlenişini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çiler Dursun’la konuştuk.
Medya üzerinden yapılan ‘Rusya işgal eder mi etmez mi’ tartışmaları sürerken, Ukrayna yeni bir savaşın merkezi haline geldi. İşgal tartışmaları ve üzerinden geçen bir haftayı ele aldığımızda, Rusya-Ukrayna savaşında hakikat, haber ilişkisi nasıl kuruluyor?
Sosyal medya kullanmadığım için kitle medyasındaki yani gazeteler, televizyon kanalları ve internet haberciliği ortamlarındaki habercilik üzerine olan gözlemlerimi paylaşmak isterim.
Öncelikle bu savaş, emperyalizmin kendi içerisindeki bir paylaşım ve bölüşüm savaşı, mücadelesi olarak görülebilecek özelliklere sahip. Dolayısıyla kendi içerisinde emperyalizmin bu tarihsel dönüm noktasındaki çatışmasının hem Türkiye’deki medya hem de genel olarak batı medyası tarafından nasıl kavrandığını ve formüle edildiğini iyi gözlememiz gerekiyor. Burada haber medyası açısından ilk söylenecek şey, batı medyasının 20. yüzyılın başından itibaren dünya küresel haber akışı ölçeğinde kurduğu hegemonya sayesinde neyin uğruna, neden savaşıldığı, hatta buna savaş mı, operasyon mu, çatışma mı deneceği gibi yaşanan olgunun nasıl adlandırılacağını da içermek üzere ciddi bir hakikat kontrolünü sağlayabildiğidir. Bu hakikat kontrolü küresel batılı haber ajanslarının, Reuters’in, Associated Press’in ve diğer Amerikan, Fransız, İngiliz haber ajanslarının varlığını ve haber akışını denetleyen gücü sayesindedir. Bu güç, tanıklık ettiğimizin ne olduğuyla ilgili algılarımızı, anlayışımızı, zihniyetimizi, tutumlarımızı ve ilişkilenme biçimimizi belirliyor. Dolayısıyla hâkim olunan bir hakikat formülasyonuyla karşılaşıyoruz. Buna göre bütün yaşanan savaşlar süresince bu savaşların haklılığı ya da gerekçelerinin ifade edilmesinde daima batı emperyalizminin kendi haklılık noktaları ve gerekçeleri öne çıkarılıyor. Buna dünya kamuoyu nezdinde olsun, çatışan ülkelerin kendi halkları nezdinde olsun yandaş toplamaya çalışan, çatışmaların savaşların mağduru olan, ölen, göç etmek zorunda kalan, bütün yaşam olanakları elinden alınan halkların neden böyle bir zulme maruz bırakıldıklarını sözde gerekçelendirmeye uğraşan büyük ve kirli bir anlatı içerisine sürüklenmiş durumdayız.
Ukrayna-Rusya savaşında bu anlatı nasıl inşa ediliyor?
Şimdi karşımıza çıkan savaşta, ABD ya da batı aktörlerinin değil, en azından görünen işgali gerçekleştiren ve belli bir coğrafyada bir halka zulüm eden taraf olarak Rusya ve onun emperyalist gücünün karşımıza çıktığını görüyoruz. Ve halihazırda böyle bir haber ve hakikat akışını kontrol eden dünya sistemi içerisinde, Rusya’nın kendi milliyetçi çıkarları ne olursa olsun, savaşa dair bu hakikatin bütün sorumlu siyasal aktörlerini, ülkelerini, yapılanları ve özellikle yapılmayanları gündemde tutmayacak; Rusya’nın kendisini ortaya koyabileceği yönlerini dolaşıma sokamayacak kadar kapatılmış bir haber akışıdır bu. Bu çatışmanın nedeni ve gerekçesi olarak Batı medyası neyi karşımıza koyuyor; Putin’in Rus imparatorluğunu yeniden kurma ve güçlendirme arayışlarını… Bizim gibi savaşa taraf olmamaya çalışan bir ülkenin ana akım medyasına da aynı formülasyon taşınıyor ve destekleniyor. Yani irrasyonel davranan siyasal bir figür var, siyasal tutkuları, güç arayışları var ve tamamen kişisel hırsları doğrultusunda Ukrayna’ya giriyor, istediği tek şey oradaki toprak parçasını alarak sınırlarını genişletmek gibi sunuluyor. Bu kadar daraltılmış, kapitalizmin geldiği aşamada petrol ve doğalgaz başta gelmek üzere enerji kaynakları için sürdürülen yüzyıllık mücadeleyi, NATO’nun bitimsiz güç arayışlarının yarattığı basıncı ya da AB’nin güçlenme isteklerinin yarattığı dinamikleri vs. bütün bunları var olan politik bağlamdan çekerek, hikâyeyi savaş anından itibaren başlatmaya kalkınca bu, Putin’in batıyla megolamanik savaşı ya da Zelenski’yle kişisel mücadelesi düzeyine indirgenen bir anlatıya dönüşüyor. Bu anlatı, oldukça magazineldir, psikolojik düzeyde kurulan bir anlatıdır. Hakikat ise bu değil elbette. Dünya halklarının olup bitenlere dair geliştireceği bakış açısını bu düzeye indirgeyerek batının kurduğu savaşa dair hegemonik anlayışı sürdürmüş oluyorsunuz. Daraltılmış, indirgenmiş bir hakikat ve tarihsel bağlamının ortadan kaldırıldığı bir savaş olarak bu, savaşa görece uzak coğrafyalardaki toplumların, batılı haber ajanslarının kurduğu “iyiler ve kötüler” ayrımında taraf tuttuğu seyirlik bir kapışmaya dönüştürülmüş oluyor.
Hakikatin bağlamından koparılması ve olguların ters yüz edilmesinden iktidarlar, sermaye nasıl yararlanıyor?
Savaş, kapitalizmin asli bir unsurudur ve hiçbir koşulda haklı gösterilemez. Günümüz kapitalizm içerisinde zaten herhangi bir çatışma ve savaş karşımıza çıktığında biz bunun bir bölüşüm, paylaşım mücadelesi olduğunu biliyoruz. Bu mücadelenin ülkelerin sermaye sınıfının emekçiler üzerindeki tarihsel tahakkümünün bir parçası olduğunu da biliyoruz. Sıradan insanların bunu, devlet adamları ve onların siyasal güç mücadelesi olarak ve kendilerini buna maruz kalan olarak görmeleri, genel olarak burjuva siyasetinin çok işine gelen ve onu güçlendiren bir bakış açısının da üretilmesine yol açıyor. Çünkü halklar, kendi yaşam alanında olup bitenlere dair inisiyatifi ve iradeyi gösterebilme gücünden mahrum bırakılmış oluyor aslında.
Savaşa dair hakikati, “3. dünya savaşı Putin gibi akıldışı irrasyonel bir siyasal figür yüzünden çıkacak, onun yüzündendir bütün bu olup bitenler” gibi söylemler etrafında ördüğünüz zaman bozulmuş bir hakikat sunmuş oluyorsunuz. Putin hariç diğer bütün Batılı liderler akılcı ve barışçıymış gibi bir gerçekdışı hakikat kurgusuna dönüşüyor. Üstüne bir de Rus halkını da bu sorumluluk hiyerarşisinde Putin’in ve hükümetinin ardına ekliyorsunuz, Rus halkına düşmanlıkla yaklaşıyorsunuz. Neden? Halbuki burjuva temsili demokrasisinin oy vermeye dayalı çoğunlukçu siyasal alanında Rus halkının kendi siyasal iradesini belli bir süre devrettiği bir siyasal figür değil mi Putin? Diğer Batılı burjuva liderlerinden, siyasal meşruiyetinin dayanakları bakımından farkı yok ki. Böyle bir farkın inşa edilmesi, temsili burjuva demokrasisinin yarım yüz yıldır yaşadığı meşruiyet krizini de rehabilite eden, çökmüş liberal çoğulcu siyaset paradigmasını da güçlendiren başka kullanışlılıklar da yaratıyor kuşkusuz: Otoriter totaliter liderler, savaşır; temsili demokratik siyasetin içindeki liderler otoriter totaliter değildir, savaş çıkarmazlar akıllarına estiği gibi diyor bu anlatı. Sermaye sınıfı, emek mücadelesini siyasal düzeyde baskılamak için son yüz elli yıldır, liberal çoğulcu temsili demokrasiden daha elverişli bir aygıt icat edemedi. Aygıtın işlevinin sermayenin ideolojik tahakkümünü tam üstlenemediği koşullarda, fiili savaş hali, halkları yeniden bu süper kontrol altındaki burjuva siyasal alanına iman etmeye doğru çağırmış da oluyor bir yandan.
Ekranlardaki savaş anlatısı izleyenleri militer mantık içinde tutuyor
Medyada başka bir tarihe, başka bir coğrafyaya ait çatışma görüntülerinin Ukrayna’da yaşanmış gibi sunulması, tatbikat hatta savaş oyunu videolarının canlı görüntü olarak verilmesi gibi dezenformasyon ve manipülasyon örnekleriyle bolca karşılaşılıyor. Bununla birlikte ekranlar yine stratejistler, haritalar üzerinde taktik anlatan emekli askerler, güvenlik uzmanlarıyla doldu. Çelişkili, sahadaki gerçeklikten uzak yorumların yapıldığı bu görüntüyü hakikatin önemsizleşmesi mi yaratıyor?
Böyle yaparak savaş olgusuna bakış açımızı devamlı olarak “kazanan, kaybeden”, “kim nerede güçlendi” gibi o güç alanı içerisindeki tarafların güncel durumlarına odaklayan militer bir bakış içine çekmiş oluyorlar. Bir de tabi buna eşlik eden Ukraynalıların yaşadığı acıların, trajedilerin daha insani öyküleri ve görüntüleri var. Medya bu iki eksende kuruyor anlatıyı ve bu görüntülerle karşımıza çıkıyor. Devamlı olarak stratejistlerle haritalar üzerinden kurulan anlatı, bizi daha güçlü şekilde savaşın militer mantığı içinde tutmuş oluyor. Savaş, “büyük siyasetçilerin”, komutanların, NATO başta olmak üzere militer örgütlerin asli işi ve biz olup bitenlere maruz kalan taraf olarak konumlanıyoruz. Buradaki sunumun mantığı ve dili, halkların kurban statüsüne indirgenerek edilginleştirilmesinin yanı sıra zaman zaman da direniş ve kahramanlığın etkin bir faili olarak öne çıkarılmasını sağlıyor. Bu sunum biçimi, savaşın dışındaki toplumlarda kazanan veya kaybeden ikiliğinde daima kazanan taraf olmakla ilgili istekleri körüklüyor. Hiç kimse yaşamını, sevdiklerini kaybeden, sahip olduğu olanaklardan yoksun bırakılmış olmayı istemez. Dolayısıyla komutanların, askeri siyasal uzmanların ne söylediklerinden bağımsız olarak savaşın stratejik taktik gidişatına dair anlatılar kurmaları, gelişebilecek herhangi bir savaşta insanlardaki galip gelmeye dair istek ve beklentileri örtük biçimde güçlendirmiş oluyor. Dolayısıyla ekranlara çıkanlar da savaşın ne kadar kötü olduğunu söylüyor olursa olsunlar, çubuğu ellerine aldıkları ve harita başına geçtikleri anda, savaşın izleyiciler tarafından kavranabilirliği için tercümanlığa soyunarak, onu olağanlaştırmış oluyorlar. Bu çerçeveden bakarak, hiç de yansız, tarafsız bir bakış açısı sunmuyorlar. Bu kurguyla, düşüncemizi sadece çatışmanın anlık gelişmelerine ve psikolojik düzeyine doğru çeken ve kavrayışımızı da zayıflatan bir söylem kurmuş oluyorlar.
Ve bu, savaşa rıza devşirmeyi de kolaylaştırıyor…
Elbette. Rızamızın derlenmesi ve yapılandırılması için ana akımda kurulan anlatılar büyük pay sahibidir. Büyük bir gerçeklik çarpıtması yaratıyorlar. Örneğin “nükleer silahları var” diyerek gidip bir coğrafyadaki kaynaklara ya çöküyorlar veya “NATO’nun yarattığı güvenlik tehdidi sınırlarıma kadar geldi” diyerek komşusunun topraklarına girebiliyorlar! Bu gerekçeler, küresel sermayenin kendini güçlendirme ve kriz yönetimini gerçekleştirme metodudur. Bu söylemleri pek de sorgulamadığımızdan kendimizi mağdurun ya da kurbanların, direnenlerin tarafında konumlandırıyoruz. Politik etik olarak belki doğru bir konumlandırmadır ancak savaşın bütününü sorgulamadığımız zaman o mağduriyete görünürde neden olanların dışındaki örtük aktörlerle, mesela küresel sermaye ile hesabımızı göremiyoruz. Bu, daima ertelenmiş bir hesap oluyor. Savaşlar, zaten, bu hesabın ertelenmesi ve ötelenmesi içindir.
Dünyanın pek çok yerindeki savaş karşıtı kitlesel gösterilerde iki emperyalist bloktan ziyade Rusya’nın protesto edilmesi, kavrayışımızın zayıflatılmasının bir sonucu mu?
Öyle. Burjuva temsili siyaset, görüyoruz ki, anti militarist ve barış yanlısı taleplerin dile gelmesine alan açıyor. Bu taleplere cevap veriyor mu batı burjuva sınıf siyasetinin aktörleri? Vermiyor, vermez de. Barış savunusunu ortaya koymada bir sakınca yok, üstelik söylediğiniz gibi sadece Rusya’yı sorumlu tutarak, ABD ve Batı emperyalizminin buradaki payını göz ardı eden bir biçimde dile getirildiği zaman, hiç sakınca yok. Evrensel düzeydeki barış talebini batı demokrasilerine devamlı yapabilmek, savaş dönemlerinde anti militarist bir tavır sergilemekten daha zordur. Yaşamın olağan çatışmasız dönemlerinde anti militarizm, burjuva siyasal alanı için bir meydan okumadır. Fakat savaşın görünürdeki sorumlusunun ilan edildiği ve halkların buna ikna edildiği bir bağlamda, anti militarist veya barış yanlısı hareketler, görünen müsebbipleri de sıkıştırmak adına, işlevseldir. Sermaye sınıfının yeniden üretim krizini çözmek için savaşı kullandığı bir yöntem olmaktan çıkarmaya yönelik daha köktenci ve sosyal medya alanının dışına taşan, Avrupa ve ABD hâkim medyasının milliyetçi, ırkçı, ayrımcı her tür söylemini alt üst eden bir mücadeleyi süreklileştirmek arayışı bu noktada değerli olacaktır.
Halkların birbirini düşmanlaştırma, ötekileştirme duyguları güçlendiriliyor
Milliyetçiliğin son derece ırkçı, faşist, cinsiyetçi tezahürleri Ukrayna savaşında da hızla ortaya çıktı. ‘Suriyeli erkekler defolsun, Ukraynalı kadınlar gelsin’, ‘Sarı saçlı, mavi gözlü Avrupalılar ölüyor’ gibi sadece sosyal medya kullanıcılarının değil batılı gazetecilerin aktarımlarında da yansımasını bulan nefret dili söz konusu. Yanı sıra batıda bir de sporcusundan sanatçısına Rus halkını, emekçilerini, değerlerini hedef alan, Avrupa’da yaşayan Rusların çocuklarını okula göndermeye çekinmesine yol açan saldırgan bir milliyetçilik de yaygınlaşıyor. Tepkilerin Putin’den Rus halkına yönelmesinde medya nasıl katkıda bulunuyor?
Irkçı, ayrımcı söylem tam da burjuva siyasallığının söylemidir. Kendisi de bizzat faşizme maruz kalan, emekçileri, sıradan yurttaşları dışlamaya, aşağılamaya başlama hali... Veya onların tarihsel, kültürel olarak yarattığı değerleri Batı kültürel alanından dışlamak, yerinden etmek… Bu dışlayıcı pratik, milliyetçiliğin ve ırkçılığın çok temel hareket tarzıdır. Fakat kimi, neyi, neden dışladığınızla ilgili olarak etik düzeyde kolay kolay temellendirilemeyecek bir zemin yaratılmış oluyor. Sputnik haber ajansını dışlamak ve engellemek, savaşa dair hakikatin ABD ve Batı Avrupa lehine kontrolü arayışına denk geliyor. Peki, neden Rus orkestra şefinin işine son veriyorsunuz, Dostoyevski derslerini kaldırıyorsunuz? Dostoyevski edebiyatı ile Putin’in yarattığı işgal ve savaş arasındaki bağı dolaysızca nasıl kurabiliyorsunuz? Rusların ürettiği kültürel sembolik değerlerde başka insanların Putin’i görmesini neden zorluyorsunuz?
Bu belki de Rus ordusunun işgaline ve oradan batı ülkelerine doğru yükselen tehdide askeri düzeyde yeterince karşılık veremedikleri için, karşılığı kültürel sembolik alanda vermeye çalıştıkları anlamına gelebilir. Güç, kendini dolaysızca ortaya koyduğunda, esasen güç değildir. Siyaseten asıl sorumlu figürlere değil de Rus halkına yönelik bu ayrımcılık, batının Rusya karşısındaki gücü konusunda kendinden emin olma hali üzerinde soru işaretleri yaratır. Sıradan insanların düşmanlık duygusunu, halkların birbirlerine yabancılaşma duygularını, özellikle Rus halkına yabancılaşma, ötekileştirme duygularını, özellikle güçlendiriyorlar. Eğer savaş uzun sürecek ve büyüyecek olursa bu çatışmanın içine toplumları daha fazla sürükleyebileceğiniz bir dokuyu şimdiden inşa ettiğiniz anlamına gelir. Askeri alanda yaşanan o yıkıcı, derinleşmiş çatışmanın, yıllar sürecek toplumsal çatışmalara da tahvil edilebilmesi ve emekçi halkların birbirine düşmanlaşması açısından sonuçlar yaratır bu yapılanlar.
Köpürtülen duyguların karşılığı milliyetçilik ve ırkçılıktır
Dezenformasyon ve manipülasyonun yoğun biçimde kullanıldığı Ukrayna savaşında sosyal medya mecraları veya Youtube gibi kanallar üzerinden gazetecilik/medya faaliyetinin arttığı tespitinden hareketle soralım, ne dersiniz, sosyal medya geleneksel medyanın önüne mi geçmeye başlıyor?
Kendi toplumsal varlığımızın bir yönüyle çoğaltıldığı bir alan olarak sosyal medyanın bir işlevi var, kapitalizm açısından da öyle. Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu sosyallik, daha edilginleştirilmiş, daha kendi hayatı üzerinde kontrolü olmayan geniş emekçi kesimlerin, yoksulların yaşam içinde varlıklarını daha belirlenmiş biçimde duyumsamalarını sağladıkları bir zemin olarak karşımıza çıkıyor sosyal medya. Bunun savaş dönemindeki karşılığı da artan milliyetçilik, militarizm, cinsiyetçilikle eklemlenmiş olan çok vahşi bir dilin içine çekilmek.
Kapitalizmin de çok işine gelen bir biçimde gerçek yaşamda insanların iradelerinin üzerine büyük bir baskı ve kontrol kurulurken, sosyal medya alanı içerisinde bu kontrol olabildiğince gevşetilip, herkesin iyi veya kötü kendi iradesini duyumsayıp yaşayabildiği bir alan haline getiriliyor. Bu, savaş döneminde de böyle devam ettiği için son derece vahşileşmiş, olup bitenin tam da ne olduğunu anlamayan “radikalleşmiş” bir dille karşımıza çıkabiliyorlar. Bu türden köpürtülen duyguların karşılığı milliyetçiliktir, ırkçılıktır. Sosyal medyadaki savaşa karşı olma hali, emperyalizme kafa tutma hali, bu sonuca yol açan burjuva siyasetinin kendisini derdest edecek bir siyasallık haline dönüşemiyor. Dönüşemez de... Çünkü burjuva siyasallığı, bütün kurumları, bütün işleyişi mantığı, etiği, ideolojisi, konformist kültürel alanı ile zaten çoktan kendini alternatifsizmiş gibi sunuyor.
Misenformasyon toplumların politik psikolojisine yön veriyor
Doğrulanmamış bilgilerin yaygınlaşması misenformasyon kavramını gündemleştirmiş oldu. Nedir misenformasyon?
Yanlış bilgi ya da herhangi bir bilgilendirme işlevi olmayan ama savaşta başka bazı işlevleri yerine getiren enformasyondur... Mesela Kiev’e hava bombardımanı olduğu haberini yayabilir medya, öyle bir şey yoktur. Ama bu yanlış bilgi, yalanlanana kadar savaşın askeri gidişatı ve amaçları açısından misenformasyon yayan tarafın stratejilerine katkı yapabilir. İnsanlar Kiev’den hızla kaçabilir; Ukrayna ordusu hava bombardımanı başladı diye şehri terk edebilir ya da tam tersine bütün kuvvetleriyle Kiev’e yüklenir, diğer şehirlerini savunamayabilir vb. Misenformasyon tarih boyunca savaşın ve haberciliğin birlikte olduğu her dönemde hep vardır. Günümüzdeki ise artık post hakikat döneminin yalana, yanlışa ya da eksik bilgiye dayalı siyasal kültüründe, savaşan orduların mücadeleleri açısından değil, daha çok çatışan tarafların halklarının birbirine yönelik duyguları açısından sonuçlar elde etmek için, yani toplumların politik psikolojisine yön vermek üzere kullanılmaktadır.
Serpil İlgün – Evrensel / 05.03.22