2025-2027 dönemini kapsayan yeni Orta Vadeli Program (OVP) 5 Eylül’de açıklandı. Böylece 2025 yılı bütçe hazırlık süreci de resmen başlamış oldu. Zira, üçer yıllık dilimleri içerecek şekilde her yıl eylül ayında açıklanan OVP’ler temel ekonomik hedefler ile birlikte gelir ve gider tahminlerine ilişkin yaklaşımları da içeren bir temel politika belgesi işlevi taşıyor.
Ama söz konusu olan AKP Türkiyesi ve onun tek adam rejimi olunca, aslında ortada ne tutarlı bir program ne vade ne de hedef kalıyor. Öyle ki bu programlar sözde üç yıllık bir dönemi kapsıyor, ancak her yıl yapılan güncellemeler bir önceki yıl ortaya konan hedeflerin yanına bile yaklaşmıyor. Örneğin 2022-2024 programında 2024 yılı için enflasyon hedefi yüzde 8 civarında öngörülürken, bu rakam 2023-2025 programında yüzde 14 olarak güncellenmişti. 2024-2026 programında ise yüzde 32 olarak öngörülen 2024 yılı enflasyon hedefi yıl içinde yapılan güncellemelerle yüzde 41.5 oldu. Yalancı TÜİK’in rakamları üzerinden konulan bu hedefin bile gerçekleşmesi için yılın geride kalan kısmında yıllık enflasyonun yüzde 1-1.5 civarında seyretmesi gerekiyor. Eğer inanacak olan varsa, 2025 yılı için enflasyon beklentisi ise yüzde 17.5 civarında.
Rakamlarla ortaya konulan süslü hayallerin bir diğer örneği ise büyüme rakamları üzerinden ortaya konulan hedefler. Genellikle yüzde 4.5 ila 5 civarında dile getirilen büyüme hedefleri her güncellemede bir adım geriye çekiliyor. Hazırlanan programlarla rakamlar bol keseden atılırken, IMF’nin Türkiye’ye dair ekonomik büyüme beklentisi yüzde 2.5 civarında.
Sonuç olarak, hazırlanan Orta Vadeli Programlar çoğu durumda süslü cümleler kurmanın ötesine geçemiyor. Bununla birlikte, bu cümleler arasında ekonomik sorunların nasıl kavrandığına, nasıl bir çözüm yöntemi hedeflendiğine dair temel yaklaşımları görmek, yani işçi ve emekçileri bekleyen yeni saldırılar hakkında fikir sahibi olmak da mümkün. Ortaya konulan programın ilk yılında atılacak somut adımların neler olduğunu görmek için ise 2025 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Planı’nı beklemek gerekecek.
Atılacak somut adımları ayrıntılandırmasa da OVP, önümüzdeki dönemin ekonomik politikalarının temel ruhunu yansıtıyor. Bu yanıyla 2025-2027 OVP’si, eşyanın tabiatına uygun olarak, sermaye sınıfına hizmette kusur edilmeyeceğini, bozanın işçi ve emekçilerin ensesinde pişirilmek istendiğini ortaya koyuyor.
Beklenildiği üzere programın temel hedefi, enflasyonun tek haneli rakamlara düşürülerek ekonomik “istikrar”ın sağlanması… “Başekonomist” Erdoğan’ın nas politikaları bir kenara bırakılarak Mehmet Şimşek eliyle yürürlüğe sokulan örtülü IMF programının ilk günden beri temel hedefi bu. Büyük burjuvaziye ve uluslararası tekellere güven veren bir ekonomik “istikrar”ın sağlanması… Sermaye sınıfı için ihtiyaç olan bu “istikrar”ın işçi ve emekçiler için ne anlama geldiğini ise zaten yaşayarak görüyoruz.
Burjuva iktisatın arz-talep dengesi formülasyonundan başka ekonomik bilgisi olmayan Şimşek ve ekibine göre bir türlü dizginlenemeyen yüksek enflasyonun sebebi talep fazlası. Ona göre talep yüksek olduğu ve popülist politikalarla ücretlere “yüksek” zamlar yapıldığı için fiyatlar yükselmeye devam ediyor. Gerçi Şimşek nihayet uyguladıkları politikaların sonuçlarını almaya başladıklarını, enflasyonun düşme eğilimine girdiğini iddia ediyor. Ama hazırlanan OVP’ye göre bu programın başarısı için ücretler üzerindeki enflasyon baskısının artırılarak sürdürülmesi gerekiyor. Bunun temel adımı ise, yıllardır IMF tarafından da dile getirildiği üzere, ücret zamlarının gerçekleşen enflasyon üzerinden değil hedef enflasyon üzerinden yapılması… Süslü cümleler eşliğinde Temmuz’da yapılmayan zammın ardından Ocak ayında da asgari ücrette yüzde 17.5 civarında bir zam oranı ile yetinilmesi gerektiği ifade ediliyor. Sendikalar tarafından yapılan araştırmalara göre dört kişilik bir aile için açlık sınırı şimdiden 20 bin lira civarına dayanmış, tek bir işçinin yaşam maliyeti ise 30 bin liranın üzerine çıkmış bulunuyor. Dolayısıyla dile getirilen bu hedefler işçi ve emekçilerle dalga geçmekten başka bir anlam taşımıyor.
Buna devlet gelirlerini artırmak için vergi politikalarında yapılması hedeflenen düzenlemeleri de eklediğimizde, işçi ve emekçilerin sırtındaki kamburun daha da büyümesinin hedeflendiği açık.
OVP’nin ücretlerin baskılanmasının yanında yine süslü cümlelerle ortaya koyduğu bir diğer hedef ise “yapısal reformlar”. Sermaye sınıfının sözcüleri ağızlarına her “yapısal reform” ifadesini doladıklarında işçi ve emekçilere yönelik kapsamlı bir saldırı dalgasına hazırlandıkları biliniyor. Sözün özü OVP’de ortaya konulan “yeni nesil çalışma biçimleri ve sektörel dönüşümler” hedefi ile birlikte işçi sınıfının karşısına bir kez daha esneklik saldırısı ile çıkmaya hazırlanıyorlar. Büyük olasılıkla gündeme getirilecek yeni esneklik saldırısının temel başlıklarını ise kısmi süreli ve geçici işçilik çalışma biçimleri oluşturacak. Meslek liselerinin ve meslek yüksek okullarının yönetimlerine “özel sektör temsilcileri”nin alınması ile sermayeyle işbirliğinin eğitim sürecinden başlayarak derinleştirilmesi hedefini de bu çerçevede değerlendirmek mümkün.
Orta Vadeli Program’ın ortaya koyduğu hedeflere göre işçi ve emekçileri bekleyen bir diğer tehdit ise sosyal güvenlik alanında. “Sosyal güvenlik sisteminin mali sürdürülebilirliği”ne vurgu yapan OVP, sosyal güvenlik harcamalarının bütçe üzerindeki “yük”ünü hafifletmeyi hedefliyor. Yıllarca ödedikleri primlerle insanca bir yaşam sürmek isteyen emeklilerin taleplerine kulaklarını tıkayan Şimşek ve ekibi, açık ki emeklileri devletin sırtında bir yük olarak görüyor. Çözüm önerileri ise 2025’in son çeyreğinde gündeme almayı hedefledikleri ikinci basamak emeklilik sistemi. Bu çerçevede gündeme getirilen Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi projesi ile kıdem tazminatının da gasp edilmesinin hedeflendiğini daha önce hazırlanan benzer taslaklardan biliyoruz.
Sonuç olarak, daha da ayrıntılabilecek ancak temelde üç başlık üzerinden şekillenen bir saldırı programı içeriyor hazırlanan Orta Vadeli Program.
Elbette ayıp olmasın diye arada gelirde adaleti sağlamaya yönelik vurgular da yok değil hazırlanan programda. Ancak sermaye sınıfına verilecek destekleri ayrıntılı olarak ifade eden, devletin bütçe gelirlerini artırmak için yapay zeka dahil çeşitli yöntemler kullanılacağını dile getiren OVP’nin gelirde adaletin nasıl sağlanacağına dair en ufak bir öngörüsü bulunmuyor.
2027 yılında kişi başına düşen gelirin 20 bin dolar civarına çıkacağını iddia ediyor Orta Vadeli Program. Bu rakam bugünkü kurla kişi başına aylık yaklaşık 60 bin lira bir gelir öngörüldüğü anlamına geliyor. Yani dört kişilik bir ailenin evine ayda 250 bin lira civarında gelir gireceğini söylüyor program. İşçi ve emekçiler için bu rakamların gerçeklikle uzaktan yakından alakası olmadığını düşündüğümüzde, Orta Vadeli Program’ın temel hedefinin gelir adaletsizliğini daha da arttırmak olduğu ortaya çıkıyor.
Bir kez daha tekrar etmek pahasına söylemek gerekirse, hazırlanan Orta Vadeli Program işçi sınıfı ve emekçiler için eşitsizliğin daha fazla derinleşmesi, yoksulluğun daha fazla katmerlenmesi anlamına geliyor. Bu saldırı programını püskürtmek için ise vakit kaybetmeden birleşik ve kitlesel bir işçi hareketini inşa etmek gerekiyor.
TES, kıdem tazminatını gasp etme planıdır!
Yıllardır kapitalistlerin işçi sınıfına yönelik saldırı planlarının başında kıdem tazminatının gasp edilmesi yer alıyor. Sayısız kez gündeme getirilen, her defasında tepkiler yüzünde geri çekmek zorunda kaldıkları bu planı hayata geçirmenin hazırlıklarını yapıyorlar. Bu adımları 2025-2027 Orta Vadeli Program’da yer alan “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” adıyla süsleyerek atmayı düşünüyorlar.
Hazırlanan programda “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi”nin emeklilikte gelir artırıcı bir önlem olduğu, ikinci kademe emeklilik sistemi olarak yürürlüğe sokulmasının hedeflendiği söyleniyor.
Halen yürürlükte olan prime dayalı emeklilik sistemi Birinci Kademe Emeklilik Sistemi olarak adlandırılıyor. 2001’de yürürlüğe giren, 2016’da zorunlu hale getirilen BES (Bireysel Emeklilik Sistemi) ise Üçüncü Kademe Emeklilik Sistemi olarak tanımlanıyor. Bilindiği üzere mevcut uygulamada BES’e katılım zorunlu iken sistemden çıkış serbestliği bulunuyor. Otomatik Katılım Sistemi’ne (OKS) dayanan “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi”nde ise giriş zorunlu ve sistemden çıkış imkânı tanınmıyor. İşçi, kapitalist ve devlet katkısı ile oluşturulacak fon üzerinden “ikinci emekli maaşı” güzellemesi yapılıyor.
Açık ki toplumsal çıkarı gözeten bir devletin yapması gereken kamusal bir hak olan emekliliğin sosyal güvenlik hakkı kapsamında güvence altına alınmasıdır. Ne var ki ödenen emekli maaşlarını devlet bütçesinde bir yük olarak gören mevcut anlayış bu “yük”ü hafifletmek için böyle icatlara başvuruyor.
Bir yandan devlet bütçesinde sosyal güvenlik sorumluluğunu ortadan kaldırmayı hedeflerken aç gözlü kapitalistlere yeni kaynaklar yaratma derdinde oldukları da açık.
OVP’nin açıklanması ve TES’in gündeme gelmesi ile birlikte yamyam banka ve sigorta şirketleri ellerini ovuşturarak peş peşe açıklamalar yapıyorlar. 2025 yılının son çeyreğinde yürürlüğe sokmayı planladıkları TES ile oluşturulacak fonda yıllık 200-250 milyar TL civarında bir tutarın birikmesinin öngörüldüğü söyleniyor. Sisteme katılmaya zorlanacak olan işçiler fonda biriktirdikleri parayı alabilmek için on yıllar boyu beklemek zorunda bırakılırken, biriken bu devasa kaynağın sermayeye kaynak aktarmak için değerlendirileceği ise açık.
Gelelim bu sistemin kıdem tazminatı ile ilişkisine. Günlerdir sermaye basınında TES’in kıdem tazminatı ile bir ilişkisinin olmadığı haberlerini pompalayıp duruyorlar. Ne var ki örnek olarak gösterdikleri Güney Kore modeli temelde oluşturulan fonun kıdem tazminatının yerine geçmesine dayanıyor. Nitekim bugüne kadar Kıdem Tazminatı Fonu’na ilişkin getirdikleri her öneride de yine bu modeli örnek olarak gösteriyorlardı.
Dolayısıyla TES üzerinden yaptıkları “ikinci emekli aylığı” propagandası koca bir yalandan başka bir şey değil. Bir yandan yıllardır adım adım kuşa çevirdikleri emekli aylıklarına karşı tepkiyi törpülemek istiyorlar. Diğer yandan ise yıllardır hayalini kurdukları kıdem tazminatını gasp etme planlarını artık hayata geçirmeyi hedefliyorlar.
Emeğin Kurtuluşu’nun 40. sayısından alınmıştır…