“Yürüdük ya, pabuçlardan çok ülke değiştirerek / Sınıf savaşlarının ortasında, çaresiz / Haksızlığın olup öfkenin olmadığı yerde.”
Bertolt Brecht’in “Bizden Sonra Doğanlara” şiirinde geçen bu sözler, bir dönemin ‘sınır tanımayan’ devrimci kuşağını anlatıyor. Bu jenerasyon, Ekim Devrimi’nin sıcak rüzgarlarını doyasıya hissetmiş gençlerden oluşuyordu. Münihli Yahudi bir ailenin çocuğu olan Olga Benario da onlardan biridir. Fakat şüphesiz en büyük acılara göğüs germiş ve en cesurlarındandır. Hamileyken Nazi toplama kamplarına gönderilir, doğum yaptıktan kısa süre sonra gaz odasında hayatını kaybeder. Hüzünlü sonuna karşın Benario, -eşi de dahil olmak üzere- yoldaşları için, korkunç bir ölüme bile kafa tutmuş, Komintern’in ‘pabuçtan çok ülke değiştiren’ savaşçılarındandır: Berlin’deki kurtarma operasyonlarından, Brezilya’daki komünist ayaklanmalara uzanır öyküsü… 34 yıllık hayatına eşine az rastlanır bir hikayeyi sığdıran Benario’yu en azından Brezilya’da ya da Almanya’da olduğu kadar tanımak gerekiyor. Böylece onun direngenliği ve mücadeleciliğiyle birlikte sınırlarla alay eden bir devrimci nesli de hatırlamaya fırsat bulabiliriz.
İlk aşkını hapisten kaçırdı!
Olga, hali vakti yerinde bir ailede, 1908 yılında Münih’te dünyaya gelir. Babası Leo Benario zengin bir avukattır. Olga’nın hayatı için önemli olan bir diğer noktaysa babasının aynı zamanda Sosyal Demokrat oluşudur. Fakat o, işçi sınıfı mücadelesinde bir adım daha ileri atmayı tercih eder ve henüz 15 yaşındayken, Komünist Parti gençliğine katılır. Bu tarih ayrıca önemlidir, çünkü yine bir Münihli Yahudi komünist olan Eugen Leviné önderliğinde kurulan ve kısa süre içinde oldukça kanlı bir şekilde bastırılan Bavyera Sovyeti yönetiminin üzerinden sadece 5 yıl geçmiştir. Münih’te 1919 yılında hakim olan hava bastırılmışlık olmasına karşın belli ki Leviné’nin hayatı bir gelenek yaratmıştır…
Olga’nın Komünist Parti’deki faaliyeti Otto Braun ile tanışmasından sonra daha farklı bir şekilde ilerler. Zaman içinde aşık olan iki genç, ‘profesyonel devrimci’liği seçer ve böylece Olga da evden ayrılır… Ancak 1926 yılında ikisi de ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla Berlin’de hapse atılır. Olga üç aylık hücre hapsinin ardından tahliye edilir. Fakat sevgilisi ve yoldaşı Braun hâlâ hapistedir. Onu oradan kaçıracak olansa kendisinden başkası değildir… Braun’un firar planında en önemli rollerden birini Olga oynar ve 1928 yılında bizzat kendisi kaçırır. Firar büyük ses getirir, öyle ki sinema gösterimlerinden önce beyaz perdeye yansıtılan resimlerinin altında ikiliyi bulana 10 bin mark ödül verileceği duyurulur. Berlin’de bir süre işçilerin evlerinde konaklamalarına rağmen Almanya’da uzun süreli faaliyet yürütemeyecekleri kesinleşince iki sevgili Moskova’nın yolunu tutar. İlişkileri bir süre sonra sona erecek olsa da Otto ve Olga’nın yaşamı ilginç bir benzerlik gösterir. Her ikisi de farklı kıtalarda Komintern tarafından devrimi örgütlemede görevlendirilecektir. (Otto Braun’un yaşamı farklı bir yazı konusu. Şimdilik kendisinin Çin’de askeri ve stratejik danışman olarak görevlendirildiğini söylemekle yetinelim.)
Sovyetler’de Komintern’in gençlik örgütüne giren ve başkan seçilen Olga, burada yoğun bir eğitim sürecinden geçer. Rusça, İngilizce ve Fransızca öğrenir ve teorik eğitim alır. Fakat tüm bunlardan daha yoğun bir şekilde askeri eğitimlere katılır. Bunların içinde pilotluktan paraşütçülüğe, binicilikten askeri statejistliğe pek çok farklı eğitim vardır. Daha sonra Komintern tarafından Paris ve -kısa süreliğine tutuklu kalacağı- Londra’da görev aldığı eylemlerde ‘stajını’ tamamlar. Sırada kıtalararası bir görev vardır…
Okyanus ötesi görev: Brezilya
Şimdi Olga’nın yeni görev arkadaşını kısaca tanımamız gerekiyor: Brezilyalı Luis Carlos Prestes. Tıpkı Braun gibi, Prestes de daha detaylı bir yazının konusu olabilir, hatta belki üzerine daha fazla konuşmalıyız. Ancak Olga’nın hayatındaki yeri dolayısıyla kendisinden biraz daha ayrıntılı bir şekilde bahsetmeliyiz. Brezilya, 1920’lerden itibaren Portekizce ‘teğmen’ kelimesinden türeyen ‘tenetismo’ hareketlerine sahne olur. Ordudaki düşük rütbeli subayların giriştiği bu ayaklanmalarda, Prestes yenilgiye rağmen teslim olmaz ve oluşturduğu kolorduyla ülkesini boydan boya geçerek ‘Umudun Savaşçısı’ lakabını kazanır. 1930 yılında hareketin sağ kanadının darbesiyle, Brezilya’da komünistlerin adını pek de iyi anmayacağı Getulio Vargas dönemi başlar. Bu dönemde Prestes de komünistlerle yakınlaşır ve takibindeki yıl Moskova’ya davet edilir. Brezilya’da anti-emperyalist halk cephesi tarafından yürütülecek bir ayaklanma kararı alınmasının ardından ülkesine döndüğünde Prestes, komünist partinin lideri konumunda olacaktır. Fakat sorun, ‘Umudun Savaşçısı’nın ülkesine kaçak yollarla nasıl götürüleceğidir.
Bu noktada savaşçı kişiliğiyle bilinen, Komintern’in en yetenekli devrimcilerinden Olga’ya oldukça ciddi bir görev verilir: Prestes’i Brezilya’ya götürmek ve ona ‘göz kulak olmak’. İki devrimcinin Portekizli evli çift kılığında Brezilya’ya dönüş yolculuğu böyle başlar. Bu sırada sahte evlilik gerçek aşka dönüşür. Ne var ki verilen görev başarısızlıkla sonuçlanacak, ikilinin aşkı çok farklı bir atmosferde yaşanacaktır. 1935 yazında patlak veren ayaklanma, ülkenin kuzeyindeki küçük bir direniş ve takibindeki günlerde askeriyedeki ufak çatışmalar sonucunda başarısızlıkla sonuçlanır.
Gestapo’da en çok belgesi bulunan Holokost kurbanı
Hareket, Nazilerle dostane ilişkileri olan Vargas yönetiminin binlerce kurşuna dizilmeyle sürecek yoğun baskılarıyla karşılaşır. Olga’nın durumuysa belki kurşuna dizilmekten bile daha kötüdür. Rio’daki evlerine yapılan polis baskınıyla tutuklandıklarında Olga, iki ya da üç aylık hamiledir. Başta sahte kimliğini savunsa da Nazi istihbaratı Gestapo’nun Brezilyalı makamlarla ortaklaşa çalışması sonucunda Olga’nın Almanya’ya gönderilmesi istenir. Gestapo’nun bu ilgisi ilk bakışta abartılı gelebilir. Ancak çok sonraları ortaya çıkartılan Gestapo belgelerine dayanarak kimi araştırmacılar, Olga’nın, 2 bine yakın dosyayla ismi en çok geçen Holokost kurbanı olduğunu iddia edecektir. ‘En çok’ ya da değil pek önemi yok, asıl dikkat çeken şey Nazilerin okyanus ötesine kadar Olga’nın peşinden hırsla gidişidir.
Tüm uluslararası çabalar, avukatların doğumu gerçekleştirene kadar zaman kazanma çabaları ve adil yargılama taleplerine karşın Olga, “Brezilya vatandaşı olmadığı ve henüz doğum yapmadığı” gerekçesiyle 7 aylık bebeğiyle birlikte Nazilerce Almanya’ya götürülür. Hamburg’a gelir gelmez SS’ler Olga’yı doğruca Berlin’deki karargaha götürür. Sevk edildiği hapishanede kızı Anita dünyaya gelir. Fakat yeni doğmuş bebeğinin yanında olmasına yalnızca 14 ay müsaade edilir. Anita, babanesi tarafından kurtarılır, daha sonra sürgünde, Sovyetler’de eğitim görecek ve babasının memleketine döndüğünde Brezilya’nın önemli tarihçilerinden olacaktır. (Evrensel Gazetesi’nden Bilge Çoban’ın Anita Prestes ile röportajı)
‘Doğru ve iyi için mücadele ettim’
Kızından zorla koparılan Olga, Ravensbrück toplama kampına gönderilir. 15 yaşından beri duraksamadan mücadelenin içinde olduğu gibi, yaşadığı onca acıya rağmen gönderildiği kamplarda da bir an olsun pes etmez. Kendisinin hiçbir zaman inançlı bir Yahudi olmadığının altını çizen Jewish Women’s Archive’de yer alan bilgilere göre, Olga kampta diğer kadın tutsaklara coğrafya ve savaş eğitimi verir. Hatta coğrafya eğitimi için hazırladığı detaylı atlasa bugün Ravensbrück arşivlerinde rastlamak mümkün. Bunun haricinde kampta yeraltı gazetesi çıkarılmasında da görev alır. Daha sonra ‘güvenlik nedenleriyle’ farklı yerlere nakledilir. 1942 yılındaysa başka kadın siyasi tutsaklarla birlikte gaz odasında katledilir. Ölmeden önce eşine ve sadece bebekliğini görebildiği kızına yazdığı mektup, üzerine fazla bir şey söylemeyi gerektirmiyor, hislerini aktarırken hayatının tüm izlerine rastlamak mümkün:
“(…) Sevgili Anita, sevgili kocam. Çarşafların altında ağlıyorum ki kimse sesimi duymasın. Çünkü bugün bu denli korkunç bir şeye tahammül edecek güç bende yok gibi duruyor. Tam da bu yüzden size şu an hoşçakal demekle mücadele ediyorum. Böylece son ve en zor saatler sırasında yapmak zorunda kalmayacağım. Bu geceden sonra sahip olduğum kısa geleceği basitçe yaşamak istiyorum. İsteğin gücünü bana öğreten, birtanem, sendin. Özellikle bizim gibi kaynaklardan fışkırınca. Doğru ve iyi için, dünyanın iyileşmesi için mücadele ettim. Şimdi sana söz veriyorum, veda ettiğim gibi, son ana kadar benden utanmanı gerektirecek hiçbir neden bırakmayacağım. Lütfen anla: Ölüm için hazırlanmak pes etmek demek değil, aksine o an geldiğinde nasıl rahat olunacağını bilmek. Bu süre zarfında pek çok şey hâlâ olabilirdi. (…) Son ana kadar metanetli ve yaşamaya azimli kalmaya devam edeceğim. Şimdi uyumam gerekiyor, böylece yarın güçlü olabilirim. İkinizi de son defa öpüyorum. -Olga ”
Pişman olmayanların jenerasyonu
Hepimiz Brecht’in başta andığımız şiirinin ilk dizesinde söylediği gibi kimi zamanlarda, ‘Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!’ diyerek kendimize geçmişten belli bir zaman dilimi, bir ‘Altın Çağ’ beğeniyoruzdur. Amaç karanlık mukayesesini yapmak değil tabii ki, zaten istesek de yapamayız. Ancak şüphesiz Olga Benario için karanlığın ve aydınlığın çağrışımı çok daha farklıdır. Bu farkı sadece yaşadığı acılar ve tanık olduğu dünya üzerinden kurmamak gerekiyor; aynı zamanda son ana kadar dinmeyen karanlığı alt etme isteği ve mücadelesini hatırlamalı. Olga bu yüzden sadece bir ‘kurban’ değil, aynı zamanda savaşçı bir kadın olarak tarihe yazılıyor.
Olga, maalesef Ravensbrück kampının Kızıl Ordu tarafından kurtuluşunu göremiyor ve 20. yüzyılın ilk yarısında hayatını kaybeden diğer eşsiz devrimcilerden biri olarak mirasını sonraki yıllara bırakıyor. Bu savaşçı kadın, bir kuşağı bize anlatıyor, her ne olursa olsun yaşadığı yüzyıldan pişman olmayanlar kuşağını. Ve o sırada Olga’dan farklı bir toprak parçasında hapiste bulunan bir komünist şair şöyle yazıyor:
“-Uyumak şimdi, / uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim… / -Hayır, kendi asrım beni korkutmuyor / ben kaçak değilim. / Asrım sefil, / asrım yüz kızartıcı, / asrım cesur, / büyük / ve kahraman. / Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman. / Ben yirminci asırlıyım / ve bununla övünüyorum. / Bana yeter / yirminci asırda olduğum safta olmak / bizim tarafta olmak / ve dövüşmek yeni bir âlem için… / -Yüz yıl sonra sevgilim… / -Hayır, her şeye rağmen daha evvel. / Ve ölen ve doğan / ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır / (benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem), / senin gözlerin gibi, Hatçem, / güneşli olacaktır. (Nazım Hikmet, 12.11.1941) ”
Kaynaklar ve daha detaylı bilgi için
https://jwa.org/encyclopedia/article/prestes-olga-benario
https://galerie-olga-benario.de/olga-benario/olgas-leben/olgann-hayat/
https://www.stolpersteine-berlin.de/en/biografie/1698
http://www.adkh.org/arsivler/2848
https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/ravensbrueck-key-dates
http://houstoncommunistparty.com/olga-benario-prestes-1908-1942/
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 5, İletişim Yayınları
Olga: Revolutionary and Martyr – Fernando Morais
Gazete Duvar / 26.07.19