Leningrad kuşatmasında açlıktan ölen Sovyet Jules Verne: Aleksandr Belyaev - Kavel Alpaslan

Ölümlerden ölüm beğenilmez. Ama yaşamı boyunca yıldızlara bakıp geleceğin eşit ve adil komünist toplumunu hayal etmiş biri için faşist kuşatma altında donarak, açlıktan ölüp gitmek belki de en kötüsüdür.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 16 Şubat 2020
  • 12:33

Dünyadaki bazı kentler, birden fazla ismi nüfus cüzdanlarında taşır. Aralarından en iyi tanıdığımız İstanbul, kimilerinin Konstantinopolis’i, Byzantion’u, Dersaadet’i, Konstantiniyye’si ya da Listana’sı olmuş. Belki iki kıta arasında yer alan bu eski yerleşim kadar çeşitli değil ancak bugünün St. Petersburg’unun da heybesinde bir sürü isim var. Fakat Baltık Denizi’ni gözetleyen bu şehir, ziyaretçilerini sadece aristokratların masalsı tahayülleriyle karşılamaz. Sokaklarına aynı zamanda Petrograd’ı Leningrad yapan Ekim Devrimi’nin ruhu kazılıdır. Öte yandan hikayenin bu kısmındaki görkemden midir bilinmez, Leningrad’ın acı günleri kutlu günleri kadar hatırlanmayabiliyor. Kentte neredeyse 9 yüz gün boyunca devam eden Nazi kuşatması düşünüldüğünde, -40 derecelerde geçen açlık günlerini kim hatırlamak ister ki?

Nazi Almanyası’nın, müttefikleri Finlandiyalı güçlerle birlikte başlattığı kuşatma sadece Leningrad’ın gördüğü en kanlı günler değildir; aynı zamanda vahşete hiç yabancı olmayan gezegenimizin de en uzun soluklu kuşatmalarındandır. Sağ çıkan birisi, kuşatmadaki en korkunç şeyin, ‘ölümün günlük hayatın bir parçası haline gelmesi’ olduğunu söylüyor. Nedenini anlamak güç değil. Normal şartlarda herkese sadece üç dilim ekmeğin verildiği, bunda önceliğin kenti savunabilecek durumdakiler olduğu günlerden bahsediyoruz. Böylesi bir açlığın ardından kentteki ruh halinin ne denli sağlıksızlaştığını tahmin etmek zor değil. O günlerin tanığı hemen herkes insanların ölüleri ya da kaçırıldıkları çocukları yemeye başladığını tüyler ürpertici bir şekilde belirtiyor. Korkunç soğuklarda önce mobilyalar, daha sonra kitaplar ateşe verilir. Daha sonra zemherinin en acımasız günlerinde bastıran kıtlıkla birlikte sokaklar da cesetlerle dolar… Ölenlerin olduğu yerde bırakılması sadece rakamların çokluğu değildir, hâlâ sağ kalanların diğerlerini gömecek mecallerinin olmamasıdır.

Bedeninin akıbeti, çoğu hemşerisi gibi belirlenemeyen bir kişi de, Sovyet bilim-kurgu edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Aleksandr Belyaev’dir. Kitapları ve notlarının çoğu muhtemelen bir soba başında, ısınmak için kullanılmış bu yazar, kuşatma başlarken kenti terk etmeyi reddeder ve 57 yaşında açlıktan ölür. Ölümlerden ölüm beğenilmez. Ama yaşamı boyunca yıldızlara bakıp geleceğin eşit ve adil komünist toplumunu hayal etmiş biri için faşist kuşatma altında donarak, açlıktan ölüp gitmek belki de en kötüsüdür.

Belyaev’in anlattığı…

Peki ‘Sovyet Jules Verne’ olarak anılan Belyaev’in eserleri nasıl bir özlemi anlatıyordu? Daha önce sık sık Sovyetler’deki ‘uzayı’ çeşitli açılardan ele aldık: Komünist düşüncenin uzayla bağlarını, devrimciliği bilim ve bilim kurgu yazarlığıyla yaşayan Bogdanov’ları ya da küçücük kulübesinden uzayın keşfinin kapılarını aralayan Tsiolkovski’leri… Tüm bunlar, dönemin bilim kurgucuları için oldukça sağlam bir dayanaktır. Belyaev’in hangi açılardan benzerlerinden ayrıldığına gelirsek eğer, oldukça orijinal bir anlatıma sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Mesela ‘hava ve suyun bedava olmadığı’ bir gelecek tasvirinde Belyaev, gezegenimizin atmosferini Marslılara satarak kâr elde eden ‘kapitalist hava satıcılarından’ bahseder. Şimdi bırakalım bugünün hava satıcılarını bir tarafa… Belyaev’in asıl yeteneği bu gibi çatışmaları ya da sınıflar arası ilişkileri kimi zaman bir çocuğun bile anlayabileceği şekilde neşeli, kimi zamansa ustaca işlenmiş bir şekilde bizim karşımıza çıkartmasıdır.

Bu anlamda 1936 yılında yazdığı bir yazısında kendi derdini oldukça açık bir şekilde: “Aramızdan ne kadar çok kişi, sınıf düşmanlarıyla mücadele temasını işlerse o kadar iyidir” ifadeleriyle anlatıyor, fakat bunun kör göze parmak gösterilmesinin asli mesele olmadığının da altını çiziyor: “Bir yazar için geleceğin sınıfsız komünist toplumunu anlattığı eserlerinde eğlenceli bir hikaye yaratmak, pozitif karakterler arasındaki çelişkileri öngörmek, geleceğin insanının karakterlerinin iki-üç çizgisini olsun tahmin etmek en zorudur. Ama geleceğin bu toplumunu, bilimsel, teknik, kültürel, yerel, iktisadi veçhelerini göstermek, sınıf mücadelesini göstermekten daha az önemli değildir. Ben en zorunu üstleniyorum.”

Bilim için yemek yemeyi unutan profesör

Bilim-kurgu romanlarında idealize edilen ‘profesör’ ya da ‘bilim insanı’ figürüne sık sık rastlarız. Sovyet bilim-kurgu romanlarında da aynı karakterler karşımıza çıkar, fakat bu işkolik diyebileceğimiz figürler çoğu zaman insanlık aşkıyla mesleklerine sarılır. Bilim, bu romanlarda toplumun tamamının ilerlemesiyle bağdaştırılır. Mesela Belyaev’in “Profesör Dowell’in Başı” romanını ele alalım. Bir başın bedensiz olarak yaşadığı bu hikayeyi Sovyet yazar, felç geçirip sadece vücudunun bir kısmını hareket ettirebildiği yatağa yıllar boyunca mahkûm olduktan sonra yazmıştır. Tsiolkovski’nin ölümünden hemen sonra, bu mütevazi Sovyet biliminsanının anısına yazdığı kitap ‘KET Yıldızı’nda da bilim aşkıyla masasından ayrılamayan, hatta yemek yemeyi bile unutan, sonuç olarak yürümesi neredeyse imkansızlaşan Profesör Tyurin’i görüyoruz.

Onun varmak istediği noktayı kendi metinleri üzerinden yapılan bir tartışma hakkında kaleme aldığı yazıda şöyle anlatıyor: “Büyük bir soruna dikkat çekmek, hazır bilimsel veri yığını hakkında konuşmaktan daha önemlidir. Bir bilim-kurgu eserinin yapabileceği en iyi ve en büyük şey, bağımsız bilimsel çalışmaya bir itki olabilmektir” diyor ve gururla Krusk’taki bir kadın okuyucusundan aldığı mektubu aktarıyor, “Bu romanı (Profesör Dowell’in Başı) okuduğumda, dünyadaki profesörlerin bilmediği keşifleri yapmak için ben de doktor olmaya karar verdim. Benim çalışmalarım, sosyalist anavatanımız adına gerçekleşecek.”

Sovyet yazarın aktardığı bu mektup, asla bir ‘böbürlenme’ olarak düşünülmemeli. Bugün bile eski Sovyet ülkelerinden pek çok doktorun Profesör Dowell’in Başı romanını okuduktan sonra mesleğe adım atmaları şaşırılacak bir şey değil. KET Yıldızı’nda Profesör Tyurin yaptığı önemli bilimsel keşiflerden sonra durup, “Ben yirmi Galilei’nin yapacağı kadar keşif yaptım. Bununla böbürlenmiyorum, çünkü bu durumda insanı insan yapan, içinde olduğu koşullardır. Benim yerimde hangi astronom olsa aynını yapardı” diyor. Belki burada konuşan profesör, Belyaev’in ta kendisidir…

Belyaev’i okurken, onun yazdıklarının hangi yıla ait olduğunu durmadan hatırlamak gerekiyor. Onun orijinalliği ve etkileyiciliği ancak böyle anlaşılabilir. Bu anlamda hakkını vermemiz gereken bir konu da Belyaev’in gelecek tasvirindeki halklar arasındaki eşitliktir. Bahsettiğimiz yıllar 1920’ler, 1930’lar… ve bu yıllarda ‘uygar’ görülen dünyanın her yerinde kölelik olduğu gibi duruyordu. Bu dönemde sadece Nazi Almanyası değil; Batı dünyası da ırkların üstünlüğü üzerine kafa patlatır. Nazilerin gölgesiyle herkesin gözden kaçırdığı şey, bu deliliğin sadece Almanya’nın has olmadığı ve diğer çoğu coğrafyada da bu zehrin karşılık bulduğudur.

Tam da bu sırada, Belyaev’in yazdığı kitaplar oldukça dikkat çekicidir. Onun yapay gezegenlerinde veya geleceğin yerküresinde sıkça diğer halklardan insanları görürüz. Elbette Rusça soyadlara sık sık rastlarız ancak bir Afrikalı ya da bir Hintli yaptıkları işlerde ya da sahip oldukları konumlarda hiç kimseden farklı değillerdir. Bugün Benetton reklamlarıyla başlayan ‘çok kültürlülük’ imajı sunuş biçiminden dolayı itici gelebiliyor, dolayısıyla Belyaev’in bunu dile getirdiği zamanı tekrar hatırlamakta fayda var.

Belyaev’i de, tıpkı Profesör Tyurin gibi içinde olduğu koşullar var etmiş. 1900’lerin ilk yarısındaki umutlar ve felaketler… Her biri Belyaev’in bilincinde bir yankı bulmuş. Fakat onu basitçe bir döneme atfedebilir miyiz? Ait olmak dediğimizde bunun yalnızca bir ‘yer’ ile ilgili olabileceğini düşünürüz. Oysa çoğumuz, yaşadığımız zamana da demir atıyoruz. Fakat bazılarımız zamanın ta kendisine ait oluyor ve çizilebilecek en uzun zaman doğrusunun üzerinde süzülüyor. Belyaev bu insanlardan biriydi, ne yazık ki ‘kendi bugünü’nce katledildi…

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler:

KET Yıldızı – Aleksandr Belyaev (Doruk Yayınları)

https://www.rbth.com/arts/literature/2016/12/02/retracing-the-india-of-the-soviet-jules-verne_652953

https://abaza.org/en/i-read-belyaevs-science-fiction-enthusiastically-even-became-a-surgeon-doctor-zaudin-khunov-turns-80

Gazete Duvar / 16.02.20