Uzun süredir beklenen NATO zirvesi ve Erdoğan-Biden görüşmesi nihayet gerçekleşti.
Görüşme kısa, görüşülmesi gereken dosyaların her biri bir dizi müzakere gerektirecek kadar giriftti. Görüşmenin içeriğine dair yorumlar, değerlendirmeler akmaya devam ediyor ancak genel olarak “Erdoğan-Biden görüşmesinin uzun süredir tırmanışta olan Türkiye-ABD gerginliklerini sakinleştireceğine” dair aşırı iyimser yorumların gerçekçi olmadığını teyit ettiği söylenebilir.
Türkiye-ABD ilişkilerinin kolay kolay normalleşme kulvarına girmeyeceği, Trump döneminde başlayan krizlerin Biden döneminde de sert rüzgarlar estireceği yorumunu yapmak mümkün. Üstelik bu sürecin üçüncü bir tarafı da var; Rusya.
Türkiye, Trump döneminde ABD ve Batı blokunu irrite eden, “Endişe veren NATO üyesi, güvenilir olmayan müttefik” gibi yorumların pekişmesine sebep olan birçok hamle yapıp Rusya’ya yaklaştı.
Dengeli politikaları çok geride bırakan Türkiye hariciyesinin bozulan Türkiye-ABD ilişkilerini düzeltmek niyetiyle attığı adımlar Rusya’yı da rahatsız etti. Şimdi Türkiye’nin hem Rusya hem de ABD ile ilişkileri istikrarsız.
NATO zirvesi öncesi ve sonrası Türkiye’den yapılan açıklamalar Rusya’yı daha da huzursuz edecek gibi görünüyor.
Türkiye’nin NATO üyesi olduğuna, NATO içindeki önemine ve NATO’nun bölgede güçlenip genişlemesine katkı yapma niyetine dair vurguların olduğu açıklamalar zirve öncesinde gündeme gelen bir teklifle pekiştirilmeye çalışıldı.
ABD’nin bir süredir Afganistan’daki askeri varlığını azaltıp operasyonel işlevi arttıracak şekilde yeniden konumlandırma niyetinde olduğu biliniyordu. Türkiye, Kabil Havaalanının güvenliğini sağlayabileceğini duyurdu.
Bu konuda Türkiye’nin kararlılığının ve yeterliliğinin ifadesi olarak NATO zirvesinden bir gün önce Libya’ya yapılan ziyareti gözden kaçırmamak gerek.
‘Libya çıkarması’ olarak değerlendirilebilecek bu ziyareti gerçekleştiren heyette Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Savunma Bakanı Hulusi Akar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Fahrettin Altun ve İbrahim Kalın yer aldı.
Libya Geçiş Hükümeti Başbakanı Abdul Hamid Dbeybe dahil mevcut yönetimdeki isimlerle görüşen heyetin ziyaretini dikkat çekici kılan unsurlardan biri tamamen sürpriz olmasıydı.
Savunma Bakanı Akar yaptığı açıklamada, “Türkiye, Libya’da yabancı güç değil” ve “Türkiye, 500 yıllık ortak tarih adına Libya’yı desteklemeye devam edecek” ifadelerini kullandı.
Libya’daki sorunun Hafter ve müttefikleri olduğunu söyleyen Akar’ın bu açıklamasına ve ziyaretine Hafter güçlerinin basın sözcüsü sert ifadelerle cevap verdi. Türk heyetin ziyaretinin Libya egemenlik haklarına saldırı olduğunu söyleyen Mismari, heyetin uçağının indiği Mitiga Havaalanının hâlâ Türkiye’nin kontrolünde olduğunu ve Türkiye’nin uluslararası toplumun çağrılarına rağmen güçlerini çekmediğini anlattı.
Libya’daki geçiş hükümeti ülkeyi aralık ayında seçim sürecine taşımak üzere göreve gelmişti. Türkiye dahil birçok ülke ile ilişkileri güçlendirmek, özellikle İtalya ve Fransa ile eski anlaşmaları canlandırmaya ve ülkeye yatırım çekecek yeni anlaşmalar yapmaya çalışan geçiş hükümeti Türkiye ile de ilişkilerini iyi tutma çabasında.
Ancak hükümetin önünde ülkedeki yabancı güçlerin çıkarılması, kısa süre öncesine kadar birbirleri ile savaşan yerel güçleri tek çatı altında toplayıp tek bir ulusal ordu kurmak, hâlâ farklı güçlerin kontrolünde olan petrol nakil hatlarını açmak gibi oldukça zor dosyalar duruyor.
Bu arada Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevine göre, Libya’da Türkiye tarafından gönderilen 6 bin 630 Suriyeli savaşçı bulunuyor ve bunların geri döndüğüne veya döneceğine dair bir işaret de yok.
Peki Libya içindeki şartlar buyken üst düzey Türk heyetinin Libya çıkarmasını nasıl okumak gerek?
Libya ve Arap basınında bu konuya ilişkin az sayıdaki değerlendirmede “Türkiye’nin Libya’da kalıcı olacağının işaretini verdiği” yorumları yapılıyor.
NATO zirvesinden hemen önce, Türkiye’nin Kabil Havaalanının korumasını üstlenebileceği yönündeki teklifinin tartışıldığı günlerde yapılan bu ziyareti ABD’ye bir mesaj olarak değerlendirmek mümkün.
“Libya’da varız, askeri gücümüz var ve Afganistan’da da yapabiliriz” şeklinde ifade edilebilecek bu mesaj ile Libya, Afganistan’da teklif edilen sorumluluğun vitrini olarak görülebilir.
Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığını çekmesi için art arda çağrılar yapılıyor. Hatta Libya içindeki siyasi taraflar 23 Haziran’da Berlin’de ikinci kez bir araya gelip bölünmüş durumdaki ülkeyi birleştirmek için yol haritalarını şekillendirmeye hazırlanıyor. Ancak Batı bloku için Libya içindeki bölünmüşlük, akan kanı durdurmak, istikrarsızlığı sona erdirmek gibi hedefler değil istikrarsızlığın Libya sınırlarının dışına taşmasının önüne geçmek, petrol sevkiyatının sürekliliğini ve güvenliğini öncelikli görerek harekete geçtiğini de hatırlamakta fayda var. Bu çerçevede, Türkiye’nin Libya’daki varlığına yönelik resmi açıklamalarla çıkışlar yapılıyor olsa da Türkiye Libya’da ‘istikrara’ katkı yaptığı sürece bu tepkilerin sözde kalacağı aşikar.
Benzer bir durum Afganistan için de geçerli. Sınırlarının çok uzağında askeri güç bulunduran ülkelerin önceliğinin maliyet ve bu maliyet karşılığında elde ettikleri çıkar olduğu göz önüne alındığında Türkiye’nin “Libya’da yaptık, Afganistan’da da yapabiliriz” mesajının ilgili adreslerce göz ardı edilmeyeceği kesin. Bunun yani Türkiye’nin Afganistan’da ‘bekçilik’ görevinin nasıl formüle edileceğini ve de Türkiye’ye maliyetini zaman gösterecek.
Evrensel / 17.06.21